Ana Sayfa İç Gündem Ülke Gündemi Dünya Gündemi Kütüphane Etkinlik Kültür -Sanat- Bilim Haber - Analiz Caferider
İslam'ın İlk Çağlarında Mezhep İmamları Arasındaki Davranış Üslupları
Ayetullah Muhammed Ali TASHÎRÎ
Paylaşım :
Mail Yazdır Yorum Yaz 0 Yorum
25-06-2012 12:30 - 1870 Okunma

 

İslam'ın İlk Çağlarında Mezhep İmamları Arasındaki Davranış Üslupları

 

Ayetullah Muhammed Ali TASHÎRΠ         

Uluslararası İslam Mezh. Yak. Genel Sekreteri/ İran

Dünya Ehlibeyt Kurultayı'nın İslami mezhepleri yakınlaştırma stratejisini gözden geçirdiğimizde, kurultayın aşağıdaki hususlara önem verdiğini görmekteyiz

1-Muasır İslami toplum yaşayış tarzını; İslam mezhepleri takipçileri arsında din kardeşliğini örnek alma ve etnik taassuplarını giderme açısından, mümkün olduğu kadar Allah Resulünün dönemindeki atmosfere yakınlaştırmaya çalışmak.

2-İslam mezhepleri mensuplarının birbirlerine karşı tutum ve davranışlarını, mezhep imamlarının birbirlerine karşı gösterdiği tavır ve yaklaşımlara uymasını sağlamak.

Allah Resulü'nün: "En hayırlı çağ benim içinde yaşadığım çağdır…"[1] söylevinden yola çıkarak ilk önce sözü edilen bu yaklaşım üsluplarından bazılarına değinmek istiyoruz.

İkinci olarak da; Allah Resulünün çağında yaşanan atmosferden uzaklaşmanın yarattığı tehlike ve illetlere karşı uyarmak istiyoruz. Bu tehlike ve illetlere kimi kitap ehli de duçar olmuştur. Bu illetler, kısaca (kalp katılığı) teriminde özetlenir. Nitekim Allah Teala da şöyle buyurmuştur: "İnananların gönülleri, Allah'ı anma ve inen hak karşısında boyun eğme zamanı daha gelmedi mi? Onlar, daha önce kendilerine Kitap verilenler gibi olmasınlar; onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı…"[2]

Hz. Emirü'l-Müminin Ali (a.s), Allah Resulünün asrına en yakın olan kendi ashabının durumunu, Allah Resulünün ashabının sahip olduğu durumla mukayese ettiğinde aralarında büyük farkların olduğunu görmekteydi. Nitekim İmam şöyle buyurmuştur: "Biz Allah Resulüyle birlikte babalarımız, çocuklarımız, kardeşlerimiz ve amcalarımızla (Allah yolunda) savaşırdık. Bu ise bize iman ve teslimiyette daha bir artış, doğru yolda daha bir istikamet, acıların karşısında daha çok bir sabır ve düşmanla savaşmakta daha bir ciddiyetten başka bir şey artırmazdı. Allah Teala da bizim bu sadakatimizi görünce, düşmana yenilgi indirirken bize zafer bahşederdi. Bunun sonucunda da İslam, istikrar bulup yerleşiverdi. Canıma yemin olsun ki, eğer biz sizin yaptığınızı yapsaydık, ne din namına bir direk dikilir ne de iman namına bir dal yeşerirdi."[3]

Hz. Ali bin Hüseyin İmam Zeynelâbidin (a.s) da Allah Resulünün ashabından söz ederken şöyle buyuruyorlar:

"Allah'ım! Özellikle Muhammed'in ashabının, dostluğu bilip hakkını eda edenlerin, ona yardımda güzel bir imtihan verenlerin, onu destekleyip himaye edenlerin, koşarak elçiliğine inananların, davetini kabulde yarışıp öne geçenlerin, Rabbinin mesajını duyururken kendisine icabet edenlerin, davası uğruna eşlerinden ve çocuklarından ayrılanların, nübüvvetini sağlamlaştırmak için babaları ve oğullarıyla savaşıp onun bereketine zafere ulaşanların… Senin için ve senin yolunda kaybettiklerini unutma.

Allah'ım! Onları (ashabı) güzellikle izleyip; "Rabbimiz bizi ve bizden önce iman etmiş kardeşlerimizi bağışla."diyen, onların yolunda yürüyen… tabiine de en güzel hayrını ulaştır."[4]

Biz bu makalemizde özellikle bilinen fıkhi mezheplerin ortaya çıkış asrı olan Hz. İmam Sadık (a.s)'ın dönemi üzerinde yoğunlaşacağız. Böylelikle o dönemde hâkim olan, İslam dininin geniş düşünsel miras ve kültürünü doğuran yapıcı müzakereleri, çok düşünceciliğin kabullenilmesini ve kendinden önceki üstatlara saygı şeklinde tecelli eden akılcı tutumu daha net görebilelim.

İmamların Birbirine Karşı Bakışı

Bu konuda birkaç örnek vermekle yetineceğiz.

1-İbn-i Hacer Savaikü'l-Muhrika kitabında şöyle yazmıştır:

Ahmet İbn-i Hanbel, Hz. İmam Rıza (a.s)'ın babalarının ismini vererek, Allah Resulü'nden, o da Cebrail'den, Cebrail'in de Allah Teala'dan naklettiği Kudsî hadisin –ravilerinin Ehl-i Beyt İmamları olması hasebiyle bu söz Altın Silsileli hadis olarak tanınmıştır– yorumunda şöyle demiştir:

"Eğer bu hadisin senedinde yer alan bu mübarek isimler deli bir insana okunursa, o insan delilikten kurtulur."

2-İmamiyye Şiasının en büyük âlimlerinden biri olan Şeyh Saduk, İmam Malik b. Enes'in şu açıklamasını rivayet etmiştir:

"Cafer-üs Sadık (a.s)'ın –kimi zaman– yanına giderdim. O, yaslanmam için bana yastık uzatır ve: "Ey Malik, seni severim." derdi. Bu da beni çok sevindirirdi. Ben de bundan dolayı Rabbime hamd ederdim. Her yanına vardığımda onun mutlaka ya oruçlu, ya namaz kılarken ya da zikir halinde olduğunu görürdüm. O Allah korkusundan kalbi titreyerek kulluk sunanların ve züht ehlinin en büyüklerindendi. Çok hadis rivayet ederdi, meclisi nezihti ve çok faydalı olurdu. 'Allah Resulü şöyle buyur-muştur' deyip söze başladığında teni sararırdı. Öyle ki onu o halde görüp tanıyan bile –neredeyse– tanımaz olurdu. Bir sene onunla birlikte hac ibadetini yaptım. İhram esnasında telbiye okumak istediğinde sesi boğazında düğümlenirdi. Öyle ki, bineğinden düşecek gibi olurdu. O bu haldeyken; kendisine şöyle dedim: "Ey Resulullah'ın oğlu! Telbiyeyi okumalısın." Şöyle buyurdular: "Ey Ebu Amir'in oğlu! Nasıl "Lebbeyk allâhumme lebbeyk" diyebilirim. Oysa ben: "Lebbeyk" derken Allah Azze ve Celle'nin: "La lebbeyk ve lâ sadeyk" demesinden korkuyorum."[5]

3-İmam Ebu Hanife Hz. İmam Sadık (a.s)'dan bahsederken: "Ben Cafer b. Muhammed'den daha fakih olan birini görmedim."

4-Keza İmam Ebu Hanife Hz. İmam Sadık'ın nezdindeki öğrenim dönemine işaretle şöyle demiştir: "Eğer o iki sene olmasaydı Numan helak olup giderdi."[6]

5-…Basrî'den de benzer bir rivayet edilmiştir: "Hz. İmam Sadık (a.s)'ın huzuruna vararak ondan ilim öğrenirdi. Bu arada bir süre İmam Medine şehrinden ayrıldı veyahut İmam onunla ilgilenemez oldu da onun bundan sonra İmam Malik'e giderek ondan talim almasını tavsiye etti."[7]

6-Üstat Abdu'l-Halim Cundî şöyle demiştir: "Malik'in en önemli övgüsü İmam Şafi'nin kendisinin en büyük hocası olmasıydı. İmam Şafii için bir diğer iftihar; İmam Ahmet bin Hanbel'in en büyük üstadı olmasıydı. Bu iki öğrencinin en büyük iftiharı bu hocadan ders almak ise bilinmelidir ki, İmam Sadık (a.s)'ın öğrencisi Ehlisünnete dört mezhebin fıkhını giydirmiştir."

Mutezile'nin başı olan Amr b. Abid (144) Ebu Hanife'yle münazara etmek için gelirdi. Amr b. Abid'in kendisine münazara esnasında ona: "Ey genç! İlmî meselelerin birinden bahsederken böyle gülüyor musun?" dediği andan itibaren artık ömrü boyunca asla gülmedi.[8]

Ebu Hanife'nin ağır başlılığı öyleydi ki, onun o halini gören güya anne ya da babasının cenazesinin defninden yeni geldiğini sanırdı.

Münazara sona erdiğinde ise Amr, İmam Cafer Sadık'a şöyle derdi: "Sizin ilmî mirasınızı yok sayan ve sizinle fazilet ve ilimde cidal eden helak olup gider."[9]

Bundan sonra Horasan'ın İmamı Abdullah b. Mübarek gelir. O hem fıkıh imamı hem de savaş kahramanıydı. O da hem İmam Cafer Sadık (a.s)'ın, hem de Ebu Hanife'nin nezdinde ilim öğrenmişti. O İmam Cafer Sadık hakkında söylediği bir şiirinde şöyle der:

Sen ey Cafer, methin üstündesin

Seni methetmek pek müşküldür

Bütün eşraf ancak yerdir, sen ise göksün

Peygamberlerin doğurduğu kimse bütün metihleri aşmıştır[10]

7-İbn-i Hazim diyor ki: "Bir gün Cafer Sadık'ın nezdinde bulunuyordum. Bu esnada kapıda Süfyan-i Sevrî belirdi ve izin isteyip içeri geldi. Bu arada Hz. Cafer Sadık (a.s) ona 'sen kimi zaman sultanın davet ettiği kimselerdensin, biz de bazen orada hazır bulunuruz. Sultana ilgisizliğimi biliyorsun. Haliyle benim yanımdan ayrılman senin için doğru olandır. Şunu da bil ki; seni kendimden uzaklaştırmıyorum. Bunun üzerine Süfyan İmama; 'bana bir hadis buyur onu dinleyip de kalkayım' dedi. İmam şöyle buyurdular: "Babam, ceddimden, o da babasından naklen dedi ki: Allah Resulü şöyle buyurdular: "Kime Allah bir nimet verirse o bu nimetten dolaylı Allah'a hamd etsin. Kimin rızkı da biraz gecikirse, o da Allah'tan mağfiret dilesin. Kimi de bir hususta üzülürse, "La havle ve lâ kuvvete illâ billâh." desin."[11]

8-Mezhep İmamları'nın, içtihadın serbestliğine ve müçtehit olanların da kendileri gibi müçtehit olan başka birine taklit etmelerinin caiz olmadığına kail oldukları herkes tarafından bilinen meşhur bir mevzudur.

Mesela İmam Ebu Hanife: "Bir hadis sahih olursa, işte benim mezhebim odur." diyor.[12]

Keza kendisini kastederek: "Bu, Numan'ın görüşüdür. O benim gördüğüm en güzel görüştür,[13] ama eğer biri ondan daha güzel olanını getirirse, o doğruluğa daha evladır."[14]

İmam Malik ise şöyle diyor: "Ben ancak bir beşerim, hata da edebilirim, isabet de ederim. O halde benim görüşlerime bakın hangisini kitaba ve sünnete uygun bularsanız, onu alın, hangisi ise kitap ve sünnete aykırı olursa onu bırakın."[15]

İmam Ahmet bin Hanbel de şöyle der: "Evazî'nin, Malik'in ve Ebu Hanife'nin görüşleri hepsi benim katımda sadece birer görüşten ibarettir. Bunların tamamı benim katımda aynı konumdadır. Hüccet ise kitap ve sünnettir."[16]

İmamların hocası İmam Cafer Sadık (a.s) ise şöyle buyuruyor: "Kitap ve sünnet hariç her şey reddedilir."[17]

Önderler arasında bulunan müspet ilişkiyi şöyle sıralayabiliriz:

ªKarşı tarafı yüceltmeye kadar varan bir saygı ve ihtiram gösterimi. Öyle ki, bir hadisin senet silsilesinde geçen imamların isminin deli bir insana okunduğunda, delilikten kurtulması için yeterli görülmüştür.

ªBazen ilmî tenkitlerde bulunsalar da birbirlerine karşı son derece sevgi içeren ifadelerin kullanılması…

ªBirbirlerine karşı vasfedilemeyecek ölçüde saygı göstermesi…

ªİmamlar eğitim verdikleri talebelerini, diğer bir İmama nispet etmesi…

ªEn saygın tabirlerle diğerinin üstünlüğünü ve ilmini itiraf etmesi…

ªZor siyasî şartlara rağmen öğretim hususunda ısrarlı olunması…

ªKendi görüşlerinde ısrarcı olunmaması ve kendilerinden nakledilenlerin kitap ve sünnetle çeliştiği takdirde reddedilme istemi…

ªİçtihat hürriyetini, çoğulculuğu kabullenmek ve bir başkasının görüşüne karşı açık olmak.

Acaba akılcı olmak bundan gayrisini mi gerektirir? Acaba bu imamları takip edenler da bu ruhun benzerini koruyabildiler mi?

Mezhep Takipçilerine Tavsiyeler

Kanaatimce imamlar arasındaki bu güzel ilişki onlardan kendilerini izleyenlere kalan en güzel tavsiyedir. Onlar da bu hoşgörü ruhuyla birbirlerine karşı aynı tutum içinde olmalıdırlar. İster akide, ister tarihi değerlendirme ve ister fıkhî açıdan ihtilafa düştükleri fer-i hususlardan geçip temel hususlarda birleşerek, üst maslahatta görüş birliği seviyesine yükselmelidirler. Bu yönde ifade edilen bazı delilleri görelim:

1-Ahmet bin Hanbel'in huzurunda Karh kabilesinden bir grup, Raşit halifelerin hilafet konusunu gündeme getirdikleri ve bu hususta birbirleriyle tartışmaya başladılar. Bunu gören Ahmed b. Hanbel onları böylesi tali tartışmalardan men ederek şöyle dediği tarihi kayıtlarda yer almıştır: "Ey ahali! Siz Ali ile hilafet ve hilafet ile Ali mevzusunda sözü pek uzattınız, bilin ki hilafet Ali'ye bir güzellik vermedi. Aksine Ali hilafete güzellik bahşetti."[18]

2-On ikinci İmam'ın dört özel temsilcisinden biri olan Hüseyin bin Ruh, hizmetçilerinden birinin Muaviye'ye küçümsediğini görünce onu yanından uzaklaştırdı.[19]

3-İmam Cafer Sadık (a.s) ashabına şu tavsiyede bulunmuştur: "Halkınızın hal hatırını sorun. Cenazelerinde hazır olun, hastalarını ziyaret edin, haklarını onlara eda edin. Çünkü sizden birisinin dininde sakınan, sözünde doğru, emanete sadık ve insanlara karşı güzel huylu olması ve hakkında 'bu Caferi'dir' denmesi beni sevindirir. İşte Cafer'in öğrettiği edep budur denilmesinden de iftihar ederim."[20]

4-İbn-i Ebu Yafur şöyle rivayet etmiştir: Ben imam Cafer Sadık (a.s)'ın şöyle buyurduğunu duydum: "İnsanları anlatımınızın dışında kalan bir usulle davet ediniz. İnsanlar sizde çabayı, doğruluğu ve takvayı görsünler."[21]

5-Bazı rivayetlerde de şöyle yer almıştır: İmam Sadık (a.s)'ın nezdinde bir topluluktan söz edildi. O anda bazı Şialar söze girerek şöyle dedi: "Onlar bizim inandıklarımıza inanmadıklarından dolayı onlardan uzak duruyoruz." Bunun üzerine İmam onlara hitaben şöyle buyurdular: "Onlar bizi imam edindikleri halde sırf sizin inandıklarınıza inanmadıklarından dolayı mı onlardan uzak duruyorsunuz?" Oradakiler: "Evet," dediler. Bunun üzerine İmam şöyle buyurdular: "Bizim katımızda olan bilgi, sizin katınızda yoktur. Öyleyse biz de sizden mi uzak durmalıyız?"[22]

6-Yine İmam Sadık buyurmuşlardır ki: "Kim Müslümanların topluluğundan bir karış uzaklaşırsa, imandan çıkmış olur."[23]

7-İmam Muhammed Bakır (a.s) da Allah Teala'nın: "… Ya da sizi birbirinize düşürmesi…"[24] ayetiyle ilgili olarak buyurdular ki: "Bu din hususunda ihtilafa düşmeniz ve birbirinizi yermenizdir."[25]

8-İmam Sadık (a.s) buyurmuşlardır ki: "Namazlarınızı mutlaka mescitlerde kılınız, insanlarla iyi geçinin, tanıklığa hazır olun, cenaze törenlerine katılın. Çünkü sizler insanlara muhtaçsınız, hiçbiriniz hayatı boyunca insanlardan müstağni olamaz ve insanlar birbirlerine muhtaç durumdadırlar."[26]

9-Muaviye b. Veheb diyor ki: İmam Sadık (a.s)'a, bizimle aynı düşüncede olmayan kendi akranlarımıza ve arkadaşlarımıza karşı nasıl davranmalıyız?" Buyurdular ki: "Uyduğunuz imamlara bakın onlar ne yapıyorsa siz de aynısını yapın. Allah'a yemin olsun, imamlarınız onların hastalarını ziyaret ederler, cenazelerinde hazır olurlar, onların lehinde ve aleyhinde tanıklık ederler ve emanetlerini onlara geri verirler."[27]

10-Yine İmam Sadık buyurmuşlardır ki: "İnsanların sevgisini kazanan, kabul ettiklerini söyleyen, inkâr ettikleri şeyleri ise bırakan kula Allah rahmet eylesin."[28]

11-İmam Zeynelâbidin (a.s) da şöyle buyurmuşlardır: "Bir günahın tarafında olmak; insanın kendi cemiyetinin kötülerini, başka cemiyetin iyilerinden daha iyi görmekledir. Yoksa insanın kendi cemiyetini sevmesi, asabiyet değildir. Asabiyet insanın kendi cemiyetine zulüm işlemesinde yardımcı olmasıdır."[29]

Böylece imamların, güzel yaklaşım ve yapımcı davranışa tekit ettiklerini, faydasız tartışmalara girmekten ve ihanet etmekten ise şiddetle sakındırdıklarını görmekteyiz. İmamlar taraftarlarına toplumun içinde olmalarını ve aynı görüşü ve inanışı paylaşmıyorlar gerekçesiyle insanlardan kopmamaları gerektiğini emrederler. Onlar taraftarlarına kendilerinden ders almalarını, bilgi gururuna kapılmamalarını, görüş farklılığını ayrılık ve birbirine sırt çevirme gerekçesi görmemelerini, asabiyetten kaçınılmasını ve buna karşılık toplum içine girip insanların sevgisini kazanmayı tavsiye ederler, ama ne var ki, ümmettin böylesi altın çağlardan uzaklaştıkça kin içeren etnik ve asabiyet bölünmelere doğru yöneldiğini görmekteyiz.

Mantık Dışı Tutuculuk

Evet, bu parlak durum pek fazla sürmedi. Pek kısa bir süre sonra topluma asabiyet, hoşgörüsüzlük ve bir müçtehidin başka bir müçtehitten taklit etme durumu hâkim olmaya başladı. Öyle ki, bu müçtehitlerden birine intiba ettiği mezhebi görüşün tersine Kur'an ve sünnetten bir delil sunulduğunda, Kur'an ve sünnete uyacağı yerde, o tüm uzak tevillerle kendi mezhebi görüşünü savunmaya koyulduğuna şahit olmaktayız.[30]

Fahri Razî kendi büyük hocalarından şöyle rivayet etmiştir: "Mezhebi görüşlerinin tersine birçok Kur'an ayeti okuduğum halde bu ayetlere itina etmeyen mukallit fakihlere şahit oldum. Onlar bu ayetleri kabul etmediler, sadece şaşkın şaşkın bana baka kaldılar. Yani Onlar "Bu ayetlerin zahiri anlamına nasıl uyabiliriz? Oysa geçmişlerimizden bunun tersine olan görüş bize rivayet edilmiştir." diyorlardı. Oysa sen ciddi bir şekilde dikkat edersen bu illetin dünya ehlinin çoğunun damarlarına işlediğini göreceksindir."[31]

Şeyh Haydar ise bu kabil görüşlerden başka örnekler zikretmiştir.[32] Belki de içtihat kapısının bağlanması ve mezheplerin sırf dört mezheple sınırlanması bu gibi davranışların daha da çoğalmasına vesile olmuştur.

İş bu sınırda da kalmamıştır. Doğru ve yanlış üzerindeki tartışma ve kavga, iman ve küfür merhalesine kadar varmıştır ki, bu kavgalar normal halk seviyesine de inerek genç insanın yaşlanmasına yol açan trajedilerin yaşanmasına kadar sebebiyetler vermiştir.

İster Şia,[33] ister Ehl-i Sünnet[34] içinde aklî ilimlere ve bu ilimlerle uğraşanlara saldırılar başlamıştır.

Böylece mezhepler ve görüşler arasındaki töhmetler uzayıp gitti ve birbirlerini 'helak olmaya, ümmetin Mecusî'si olmaya' varan töhmetlerle suçlamaya başladılar. Ferî konulardaki ihtilaflar da bu şekilde uzayıp gitti.[35]

Bu arada yöneticilerin de müdahalesi artmış ve İslam ülkesi büyük derebeyliklerine dönüşmüştü. Her bir afet sonrasında birbirine karşı yönetilen, kâfir olma, batıla inanma gibi düşmanlıkları körükleyen suçlamalar, katletmek, yağmalamak, başkalarının mal mülküne el koymak, mezhep önderlerinin kitaplarını yakıp yok etmek ve insanlar arasında korku ve nefret tohumlarını ekmek vesilesi olmuştu.

Felaketler tarihinde her yeni bir sultanın iş başına geçmesiyle; kimi zaman Şia'nın kimi zaman da Ehlisünnet'in zıddına gerçekleşen bu kör saldırılar yer almıştır…[36]

Bu trajediyi daha iyi görmek için Yakut'un naklettiği Rey şehrinde vuku bulan mezhepler arası savaşlara müracaat etmemiz yeterlidir.[37]

Burada şunu da vurgulamalıyız; Safevî ile Osmanlı hükümdarlığı arasında dört asır boyunca devam eden ve İslam ulusları içerisinde büyük yıkıma yol açıp batı düşmanının karşısında ümmetin zayıflamasına yol açan sürtüşmelerin de altında mezhepsel nedenler yatmaktadır.

Bu arada Hanbelî mezhebinin önderlerinden olan Şeyh Tufî'-nin, maslahatların naslardan ve icmadan öne geçirilme gerekçeleri olarak; nasların çelişkili oluşu, içtihatların pek sağlam olmayışı, yalan hadislerin çokluğu gibi o dönemlerde cereyan eden tartışmalara işaret etmekle sözümüze son vereceğiz.

O şöyle diyor: "Malikî mezhebi batıda, Hanefi mezhebi ise Doğuda gelişim göstermiştir. Bu arada bir mezhebin takipçisi diğer mezhebe tabi olan birine kendi beledînde tahammül edememektedir; hatta Hanbelî olan Ceylan ehli birinin, Hanefî mezhebine mensup şehre girdiğinde kâfirlere yapıldığı gibi katledilmiş, malı da ganimet olarak paylaşıldığı bize ulaşmıştır. Hanefi mezhebine tabi olan Maveraü'n-Nehr bölgesindeki şehirlerin birinde Şafiî mezhebine tabi olanlara ait bir mescit bulunmaktaydı. Bu arada o şehrin valisi her sabah namaza gittiğinde: "Neden bu kilisenin kapısı kapatılmıyor ki?" diye söylenir evine doğru yola koyulurdu. Bir gün o mescidin kapısının çamur ve taşlarla örüldüğünü görünce bundan çok hoşnut kalır."[38]

Fakat İslam ümmeti ulemasının dirayeti sonucu bu kavga ve sürtüşme döneminden kurtulmuştur. Bununla birlikte şu son zamanlarda ümmetin eski ve yeni düşmanlarının kışkırtmasıyla bu uğursuz hareketin yeniden hortlatıldığına şahit olmaktayız.

Bu düşman evrensel emperyalistlerden başkası değildir. Onlar İslami uyanışı sömürgeci hedefleri için bir tehlike olarak görüp korkmaktadırlar.

Onlar bu asırda Afganistan, Irak, Lübnan, Filistin ve Somali gibi çeşitli İslami bölgelerde peş peşe aldıkları yenilgilerden ve birbiri ardına başarısızlığa uğrayan sömürge planlarından sonra etnik ve mezhepsel ayrışım naralarını yeniden uyandırmaya koyulmuş ve her mezhebin mensuplarını kendi inanışından müdafaa etmesi ve karşı tarafı reddetmesi gerektiği hususunda tahrik etmeğe başlamışlardır.

Kuşkusuz her zamanda olduğu gibi şimdi de bu amaçları doğrultusunda İslam'ın genel çıkarına cahil olan asabiyet taraftarı tekfircilerden ve bölgede ekmiş olduğu casuslardan yararlanmaktadırlar. Böylelikle emperyalistler bölgedeki nüfuzu daha da derinleşecek, arzu ettiği büsbütün sömürme hedefine kolaylıkla ulaşacaktır. Bu arada hain Siyonist rejimde etnik ve mezhepsel kavgaları çoğaltmak ve daha da derinleştirebilmek için etraflı bir işbirliği içine girmekte hatta sırf siyasi çekişmelere bile yıkıcı mezhepsel çekişme rengi vermeye çalışmaktadır.

Bu durumda bilginlere ve akıl sahibi aydınlara düşen, bu tehlikeli büyük komployu idrak edip yok etmek düşer. Her başarı ancak Allah'tandır. Saygılarımla hepinizi selamlıyorum.

 



[1]-Naklen, Sahih-i Buharî, Sahih-i Müslim ve Biharü'l-Envar, c.16, s.92.

[2]-Hadid, 16.

[3]-Nehcü'l-Belaga, Süphi Salih, s.92.

[4]-Sahife-i Seccadiye, 4. dua.

[5]-el-Hisal, Şeyh Saduk, c.1, s.167; Tehzibü't-Tahzib, c.2, s.105.

[6]-Tuhfetü'l-İsna Aşeriyye, Alusî, s.8. vs.

[7]-Biharü'l-Envar, c.1, s.224 vs.

[8]-Bkz: Tarih-i Beğdat, Demyatî, c.2, s.50.

[9]-Biharü'l-Envar, c.47, s.19.

[10]- el-İmam Sadık, s.220.

[11]-Biharü'l-Envar, c.75, s.201; Feyz el-Kadir, Şerh-i Camiü's-Sağir, c.6, s.117.

[12]-Hüccetü'l-Baliğe, c.1, s.52.

[13]-Tevaliü's-Tesis, s.109.

[14]-N.M, c.1, s.152.

[15]-el-Ahkam, İbn-i Hazm, c.6, s.790.

[16]-el-İkaz li'l-Galaf, s.28.

[17]-Vesailü'ş-Şia, c.18, s.79.

[18]-Tarih-i Bağdat, Hatib-i Bağdadi, s.109.

[19]-Biharü'l-Envar, c.51, s.357.

[20]-Avalimu'l-İmam Sadık, Bahranî, c.2, s.635.

[21]-el-Kafi, c.2, s.105.

[22]-Vesailü'ş-Şia, c.16, s.160.

[23]-Biharü'l-Envar, c.85, s.13.

[24]-Enam, 65.

[25]-el-Mizan, c.7, s.149.

[26]-Vesailü'ş-Şia, c.12, s.6.

[27]-Vesailü'ş-Şia, c.12, s.6.

[28]-Vesailü'ş-Şia, c.11, s.471.

[29]-el-Kafi, c.2, s.308.

[30]-Muhtasarü'l-Muammel, Şehabüddin Ebu Şahame, s.14.

[31]-Fahri Razi, Et-Tefsirü'l-Kebir, c.16, s.31, Tevbe Suresi'nin 31. ayetinin tefsiri.

[32]-el-İmam Sadık ve'l-Mezahibü'l-Erbaa, c.3, s.192.

[33]-Bkz: Mualimu'l-Cedid li İlmi'l-Usul, Muhammed Bakır es-Sadr.

[34]-Bkz: Üstat Tavil'in Kaziyetü'l-Felsefe kitabındaki makalasi.

[35]-Bkz: Kıssatü't-Tevaif kitabı; Dr. Ensarî, Faslü'l-Hakabatü't-Taifiyye, s.185.

[36]-N.M, s.219.

[37]-Mucamü'l-Buldan, Rey Kelimesi.

[38]-Risaletü't-Tufi, s.116.

İslam'ın İlk Çağlarında Mezhep İmamları Arasındaki Davranış Üslupları

Dünya Ehlibeyt Kurultayı'nın İslami mezhepleri yakınlaştırma stratejisini gözden geçirdiğimizde, kurultayın aşağıdaki hususlara önem verdiğini görmekteyiz

1-Muasır İslami toplum yaşayış tarzını; İslam mezhepleri takipçileri arsında din kardeşliğini örnek alma ve etnik taassuplarını giderme açısından, mümkün olduğu kadar Allah Resulünün dönemindeki atmosfere yakınlaştırmaya çalışmak.

2-İslam mezhepleri mensuplarının birbirlerine karşı tutum ve davranışlarını, mezhep imamlarının birbirlerine karşı gösterdiği tavır ve yaklaşımlara uymasını sağlamak.

Allah Resulü'nün: "En hayırlı çağ benim içinde yaşadığım çağdır…"[1] söylevinden yola çıkarak ilk önce sözü edilen bu yaklaşım üsluplarından bazılarına değinmek istiyoruz.

İkinci olarak da; Allah Resulünün çağında yaşanan atmosferden uzaklaşmanın yarattığı tehlike ve illetlere karşı uyarmak istiyoruz. Bu tehlike ve illetlere kimi kitap ehli de duçar olmuştur. Bu illetler, kısaca (kalp katılığı) teriminde özetlenir. Nitekim Allah Teala da şöyle buyurmuştur: "İnananların gönülleri, Allah'ı anma ve inen hak karşısında boyun eğme zamanı daha gelmedi mi? Onlar, daha önce kendilerine Kitap verilenler gibi olmasınlar; onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı…"[2]

Hz. Emirü'l-Müminin Ali (a.s), Allah Resulünün asrına en yakın olan kendi ashabının durumunu, Allah Resulünün ashabının sahip olduğu durumla mukayese ettiğinde aralarında büyük farkların olduğunu görmekteydi. Nitekim İmam şöyle buyurmuştur: "Biz Allah Resulüyle birlikte babalarımız, çocuklarımız, kardeşlerimiz ve amcalarımızla (Allah yolunda) savaşırdık. Bu ise bize iman ve teslimiyette daha bir artış, doğru yolda daha bir istikamet, acıların karşısında daha çok bir sabır ve düşmanla savaşmakta daha bir ciddiyetten başka bir şey artırmazdı. Allah Teala da bizim bu sadakatimizi görünce, düşmana yenilgi indirirken bize zafer bahşederdi. Bunun sonucunda da İslam, istikrar bulup yerleşiverdi. Canıma yemin olsun ki, eğer biz sizin yaptığınızı yapsaydık, ne din namına bir direk dikilir ne de iman namına bir dal yeşerirdi."[3]

Hz. Ali bin Hüseyin İmam Zeynelâbidin (a.s) da Allah Resulünün ashabından söz ederken şöyle buyuruyorlar:

"Allah'ım! Özellikle Muhammed'in ashabının, dostluğu bilip hakkını eda edenlerin, ona yardımda güzel bir imtihan verenlerin, onu destekleyip himaye edenlerin, koşarak elçiliğine inananların, davetini kabulde yarışıp öne geçenlerin, Rabbinin mesajını duyururken kendisine icabet edenlerin, davası uğruna eşlerinden ve çocuklarından ayrılanların, nübüvvetini sağlamlaştırmak için babaları ve oğullarıyla savaşıp onun bereketine zafere ulaşanların… Senin için ve senin yolunda kaybettiklerini unutma.

Allah'ım! Onları (ashabı) güzellikle izleyip; "Rabbimiz bizi ve bizden önce iman etmiş kardeşlerimizi bağışla."diyen, onların yolunda yürüyen… tabiine de en güzel hayrını ulaştır."[4]

Biz bu makalemizde özellikle bilinen fıkhi mezheplerin ortaya çıkış asrı olan Hz. İmam Sadık (a.s)'ın dönemi üzerinde yoğunlaşacağız. Böylelikle o dönemde hâkim olan, İslam dininin geniş düşünsel miras ve kültürünü doğuran yapıcı müzakereleri, çok düşünceciliğin kabullenilmesini ve kendinden önceki üstatlara saygı şeklinde tecelli eden akılcı tutumu daha net görebilelim.

İmamların Birbirine Karşı Bakışı

Bu konuda birkaç örnek vermekle yetineceğiz.

1-İbn-i Hacer Savaikü'l-Muhrika kitabında şöyle yazmıştır:

Ahmet İbn-i Hanbel, Hz. İmam Rıza (a.s)'ın babalarının ismini vererek, Allah Resulü'nden, o da Cebrail'den, Cebrail'in de Allah Teala'dan naklettiği Kudsî hadisin –ravilerinin Ehl-i Beyt İmamları olması hasebiyle bu söz Altın Silsileli hadis olarak tanınmıştır– yorumunda şöyle demiştir:

"Eğer bu hadisin senedinde yer alan bu mübarek isimler deli bir insana okunursa, o insan delilikten kurtulur."

2-İmamiyye Şiasının en büyük âlimlerinden biri olan Şeyh Saduk, İmam Malik b. Enes'in şu açıklamasını rivayet etmiştir:

"Cafer-üs Sadık (a.s)'ın –kimi zaman– yanına giderdim. O, yaslanmam için bana yastık uzatır ve: "Ey Malik, seni severim." derdi. Bu da beni çok sevindirirdi. Ben de bundan dolayı Rabbime hamd ederdim. Her yanına vardığımda onun mutlaka ya oruçlu, ya namaz kılarken ya da zikir halinde olduğunu görürdüm. O Allah korkusundan kalbi titreyerek kulluk sunanların ve züht ehlinin en büyüklerindendi. Çok hadis rivayet ederdi, meclisi nezihti ve çok faydalı olurdu. 'Allah Resulü şöyle buyur-muştur' deyip söze başladığında teni sararırdı. Öyle ki onu o halde görüp tanıyan bile –neredeyse– tanımaz olurdu. Bir sene onunla birlikte hac ibadetini yaptım. İhram esnasında telbiye okumak istediğinde sesi boğazında düğümlenirdi. Öyle ki, bineğinden düşecek gibi olurdu. O bu haldeyken; kendisine şöyle dedim: "Ey Resulullah'ın oğlu! Telbiyeyi okumalısın." Şöyle buyurdular: "Ey Ebu Amir'in oğlu! Nasıl "Lebbeyk allâhumme lebbeyk" diyebilirim. Oysa ben: "Lebbeyk" derken Allah Azze ve Celle'nin: "La lebbeyk ve lâ sadeyk" demesinden korkuyorum."[5]

3-İmam Ebu Hanife Hz. İmam Sadık (a.s)'dan bahsederken: "Ben Cafer b. Muhammed'den daha fakih olan birini görmedim."

4-Keza İmam Ebu Hanife Hz. İmam Sadık'ın nezdindeki öğrenim dönemine işaretle şöyle demiştir: "Eğer o iki sene olmasaydı Numan helak olup giderdi."[6]

5-…Basrî'den de benzer bir rivayet edilmiştir: "Hz. İmam Sadık (a.s)'ın huzuruna vararak ondan ilim öğrenirdi. Bu arada bir süre İmam Medine şehrinden ayrıldı veyahut İmam onunla ilgilenemez oldu da onun bundan sonra İmam Malik'e giderek ondan talim almasını tavsiye etti."[7]

6-Üstat Abdu'l-Halim Cundî şöyle demiştir: "Malik'in en önemli övgüsü İmam Şafi'nin kendisinin en büyük hocası olmasıydı. İmam Şafii için bir diğer iftihar; İmam Ahmet bin Hanbel'in en büyük üstadı olmasıydı. Bu iki öğrencinin en büyük iftiharı bu hocadan ders almak ise bilinmelidir ki, İmam Sadık (a.s)'ın öğrencisi Ehlisünnete dört mezhebin fıkhını giydirmiştir."

Mutezile'nin başı olan Amr b. Abid (144) Ebu Hanife'yle münazara etmek için gelirdi. Amr b. Abid'in kendisine münazara esnasında ona: "Ey genç! İlmî meselelerin birinden bahsederken böyle gülüyor musun?" dediği andan itibaren artık ömrü boyunca asla gülmedi.[8]

Ebu Hanife'nin ağır başlılığı öyleydi ki, onun o halini gören güya anne ya da babasının cenazesinin defninden yeni geldiğini sanırdı.

Münazara sona erdiğinde ise Amr, İmam Cafer Sadık'a şöyle derdi: "Sizin ilmî mirasınızı yok sayan ve sizinle fazilet ve ilimde cidal eden helak olup gider."[9]

Bundan sonra Horasan'ın İmamı Abdullah b. Mübarek gelir. O hem fıkıh imamı hem de savaş kahramanıydı. O da hem İmam Cafer Sadık (a.s)'ın, hem de Ebu Hanife'nin nezdinde ilim öğrenmişti. O İmam Cafer Sadık hakkında söylediği bir şiirinde şöyle der:

Sen ey Cafer, methin üstündesin

Seni methetmek pek müşküldür

Bütün eşraf ancak yerdir, sen ise göksün

Peygamberlerin doğurduğu kimse bütün metihleri aşmıştır[10]

7-İbn-i Hazim diyor ki: "Bir gün Cafer Sadık'ın nezdinde bulunuyordum. Bu esnada kapıda Süfyan-i Sevrî belirdi ve izin isteyip içeri geldi. Bu arada Hz. Cafer Sadık (a.s) ona 'sen kimi zaman sultanın davet ettiği kimselerdensin, biz de bazen orada hazır bulunuruz. Sultana ilgisizliğimi biliyorsun. Haliyle benim yanımdan ayrılman senin için doğru olandır. Şunu da bil ki; seni kendimden uzaklaştırmıyorum. Bunun üzerine Süfyan İmama; 'bana bir hadis buyur onu dinleyip de kalkayım' dedi. İmam şöyle buyurdular: "Babam, ceddimden, o da babasından naklen dedi ki: Allah Resulü şöyle buyurdular: "Kime Allah bir nimet verirse o bu nimetten dolaylı Allah'a hamd etsin. Kimin rızkı da biraz gecikirse, o da Allah'tan mağfiret dilesin. Kimi de bir hususta üzülürse, "La havle ve lâ kuvvete illâ billâh." desin."[11]

8-Mezhep İmamları'nın, içtihadın serbestliğine ve müçtehit olanların da kendileri gibi müçtehit olan başka birine taklit etmelerinin caiz olmadığına kail oldukları herkes tarafından bilinen meşhur bir mevzudur.

Mesela İmam Ebu Hanife: "Bir hadis sahih olursa, işte benim mezhebim odur." diyor.[12]

Keza kendisini kastederek: "Bu, Numan'ın görüşüdür. O benim gördüğüm en güzel görüştür,[13] ama eğer biri ondan daha güzel olanını getirirse, o doğruluğa daha evladır."[14]

İmam Malik ise şöyle diyor: "Ben ancak bir beşerim, hata da edebilirim, isabet de ederim. O halde benim görüşlerime bakın hangisini kitaba ve sünnete uygun bularsanız, onu alın, hangisi ise kitap ve sünnete aykırı olursa onu bırakın."[15]

İmam Ahmet bin Hanbel de şöyle der: "Evazî'nin, Malik'in ve Ebu Hanife'nin görüşleri hepsi benim katımda sadece birer görüşten ibarettir. Bunların tamamı benim katımda aynı konumdadır. Hüccet ise kitap ve sünnettir."[16]

İmamların hocası İmam Cafer Sadık (a.s) ise şöyle buyuruyor: "Kitap ve sünnet hariç her şey reddedilir."[17]

Önderler arasında bulunan müspet ilişkiyi şöyle sıralayabiliriz:

ªKarşı tarafı yüceltmeye kadar varan bir saygı ve ihtiram gösterimi. Öyle ki, bir hadisin senet silsilesinde geçen imamların isminin deli bir insana okunduğunda, delilikten kurtulması için yeterli görülmüştür.

ªBazen ilmî tenkitlerde bulunsalar da birbirlerine karşı son derece sevgi içeren ifadelerin kullanılması…

ªBirbirlerine karşı vasfedilemeyecek ölçüde saygı göstermesi…

ªİmamlar eğitim verdikleri talebelerini, diğer bir İmama nispet etmesi…

ªEn saygın tabirlerle diğerinin üstünlüğünü ve ilmini itiraf etmesi…

ªZor siyasî şartlara rağmen öğretim hususunda ısrarlı olunması…

ªKendi görüşlerinde ısrarcı olunmaması ve kendilerinden nakledilenlerin kitap ve sünnetle çeliştiği takdirde reddedilme istemi…

ªİçtihat hürriyetini, çoğulculuğu kabullenmek ve bir başkasının görüşüne karşı açık olmak.

Acaba akılcı olmak bundan gayrisini mi gerektirir? Acaba bu imamları takip edenler da bu ruhun benzerini koruyabildiler mi?

Mezhep Takipçilerine Tavsiyeler

Kanaatimce imamlar arasındaki bu güzel ilişki onlardan kendilerini izleyenlere kalan en güzel tavsiyedir. Onlar da bu hoşgörü ruhuyla birbirlerine karşı aynı tutum içinde olmalıdırlar. İster akide, ister tarihi değerlendirme ve ister fıkhî açıdan ihtilafa düştükleri fer-i hususlardan geçip temel hususlarda birleşerek, üst maslahatta görüş birliği seviyesine yükselmelidirler. Bu yönde ifade edilen bazı delilleri görelim:

1-Ahmet bin Hanbel'in huzurunda Karh kabilesinden bir grup, Raşit halifelerin hilafet konusunu gündeme getirdikleri ve bu hususta birbirleriyle tartışmaya başladılar. Bunu gören Ahmed b. Hanbel onları böylesi tali tartışmalardan men ederek şöyle dediği tarihi kayıtlarda yer almıştır: "Ey ahali! Siz Ali ile hilafet ve hilafet ile Ali mevzusunda sözü pek uzattınız, bilin ki hilafet Ali'ye bir güzellik vermedi. Aksine Ali hilafete güzellik bahşetti."[18]

2-On ikinci İmam'ın dört özel temsilcisinden biri olan Hüseyin bin Ruh, hizmetçilerinden birinin Muaviye'ye küçümsediğini görünce onu yanından uzaklaştırdı.[19]

3-İmam Cafer Sadık (a.s) ashabına şu tavsiyede bulunmuştur: "Halkınızın hal hatırını sorun. Cenazelerinde hazır olun, hastalarını ziyaret edin, haklarını onlara eda edin. Çünkü sizden birisinin dininde sakınan, sözünde doğru, emanete sadık ve insanlara karşı güzel huylu olması ve hakkında 'bu Caferi'dir' denmesi beni sevindirir. İşte Cafer'in öğrettiği edep budur denilmesinden de iftihar ederim."[20]

4-İbn-i Ebu Yafur şöyle rivayet etmiştir: Ben imam Cafer Sadık (a.s)'ın şöyle buyurduğunu duydum: "İnsanları anlatımınızın dışında kalan bir usulle davet ediniz. İnsanlar sizde çabayı, doğruluğu ve takvayı görsünler."[21]

5-Bazı rivayetlerde de şöyle yer almıştır: İmam Sadık (a.s)'ın nezdinde bir topluluktan söz edildi. O anda bazı Şialar söze girerek şöyle dedi: "Onlar bizim inandıklarımıza inanmadıklarından dolayı onlardan uzak duruyoruz." Bunun üzerine İmam onlara hitaben şöyle buyurdular: "Onlar bizi imam edindikleri halde sırf sizin inandıklarınıza inanmadıklarından dolayı mı onlardan uzak duruyorsunuz?" Oradakiler: "Evet," dediler. Bunun üzerine İmam şöyle buyurdular: "Bizim katımızda olan bilgi, sizin katınızda yoktur. Öyleyse biz de sizden mi uzak durmalıyız?"[22]

6-Yine İmam Sadık buyurmuşlardır ki: "Kim Müslümanların topluluğundan bir karış uzaklaşırsa, imandan çıkmış olur."[23]

7-İmam Muhammed Bakır (a.s) da Allah Teala'nın: "… Ya da sizi birbirinize düşürmesi…"[24] ayetiyle ilgili olarak buyurdular ki: "Bu din hususunda ihtilafa düşmeniz ve birbirinizi yermenizdir."[25]

8-İmam Sadık (a.s) buyurmuşlardır ki: "Namazlarınızı mutlaka mescitlerde kılınız, insanlarla iyi geçinin, tanıklığa hazır olun, cenaze törenlerine katılın. Çünkü sizler insanlara muhtaçsınız, hiçbiriniz hayatı boyunca insanlardan müstağni olamaz ve insanlar birbirlerine muhtaç durumdadırlar."[26]

9-Muaviye b. Veheb diyor ki: İmam Sadık (a.s)'a, bizimle aynı düşüncede olmayan kendi akranlarımıza ve arkadaşlarımıza karşı nasıl davranmalıyız?" Buyurdular ki: "Uyduğunuz imamlara bakın onlar ne yapıyorsa siz de aynısını yapın. Allah'a yemin olsun, imamlarınız onların hastalarını ziyaret ederler, cenazelerinde hazır olurlar, onların lehinde ve aleyhinde tanıklık ederler ve emanetlerini onlara geri verirler."[27]

10-Yine İmam Sadık buyurmuşlardır ki: "İnsanların sevgisini kazanan, kabul ettiklerini söyleyen, inkâr ettikleri şeyleri ise bırakan kula Allah rahmet eylesin."[28]

11-İmam Zeynelâbidin (a.s) da şöyle buyurmuşlardır: "Bir günahın tarafında olmak; insanın kendi cemiyetinin kötülerini, başka cemiyetin iyilerinden daha iyi görmekledir. Yoksa insanın kendi cemiyetini sevmesi, asabiyet değildir. Asabiyet insanın kendi cemiyetine zulüm işlemesinde yardımcı olmasıdır."[29]

Böylece imamların, güzel yaklaşım ve yapımcı davranışa tekit ettiklerini, faydasız tartışmalara girmekten ve ihanet etmekten ise şiddetle sakındırdıklarını görmekteyiz. İmamlar taraftarlarına toplumun içinde olmalarını ve aynı görüşü ve inanışı paylaşmıyorlar gerekçesiyle insanlardan kopmamaları gerektiğini emrederler. Onlar taraftarlarına kendilerinden ders almalarını, bilgi gururuna kapılmamalarını, görüş farklılığını ayrılık ve birbirine sırt çevirme gerekçesi görmemelerini, asabiyetten kaçınılmasını ve buna karşılık toplum içine girip insanların sevgisini kazanmayı tavsiye ederler, ama ne var ki, ümmettin böylesi altın çağlardan uzaklaştıkça kin içeren etnik ve asabiyet bölünmelere doğru yöneldiğini görmekteyiz.

Mantık Dışı Tutuculuk

Evet, bu parlak durum pek fazla sürmedi. Pek kısa bir süre sonra topluma asabiyet, hoşgörüsüzlük ve bir müçtehidin başka bir müçtehitten taklit etme durumu hâkim olmaya başladı. Öyle ki, bu müçtehitlerden birine intiba ettiği mezhebi görüşün tersine Kur'an ve sünnetten bir delil sunulduğunda, Kur'an ve sünnete uyacağı yerde, o tüm uzak tevillerle kendi mezhebi görüşünü savunmaya koyulduğuna şahit olmaktayız.[30]

Fahri Razî kendi büyük hocalarından şöyle rivayet etmiştir: "Mezhebi görüşlerinin tersine birçok Kur'an ayeti okuduğum halde bu ayetlere itina etmeyen mukallit fakihlere şahit oldum. Onlar bu ayetleri kabul etmediler, sadece şaşkın şaşkın bana baka kaldılar. Yani Onlar "Bu ayetlerin zahiri anlamına nasıl uyabiliriz? Oysa geçmişlerimizden bunun tersine olan görüş bize rivayet edilmiştir." diyorlardı. Oysa sen ciddi bir şekilde dikkat edersen bu illetin dünya ehlinin çoğunun damarlarına işlediğini göreceksindir."[31]

Şeyh Haydar ise bu kabil görüşlerden başka örnekler zikretmiştir.[32] Belki de içtihat kapısının bağlanması ve mezheplerin sırf dört mezheple sınırlanması bu gibi davranışların daha da çoğalmasına vesile olmuştur.

İş bu sınırda da kalmamıştır. Doğru ve yanlış üzerindeki tartışma ve kavga, iman ve küfür merhalesine kadar varmıştır ki, bu kavgalar normal halk seviyesine de inerek genç insanın yaşlanmasına yol açan trajedilerin yaşanmasına kadar sebebiyetler vermiştir.

İster Şia,[33] ister Ehl-i Sünnet[34] içinde aklî ilimlere ve bu ilimlerle uğraşanlara saldırılar başlamıştır.

Böylece mezhepler ve görüşler arasındaki töhmetler uzayıp gitti ve birbirlerini 'helak olmaya, ümmetin Mecusî'si olmaya' varan töhmetlerle suçlamaya başladılar. Ferî konulardaki ihtilaflar da bu şekilde uzayıp gitti.[35]

Bu arada yöneticilerin de müdahalesi artmış ve İslam ülkesi büyük derebeyliklerine dönüşmüştü. Her bir afet sonrasında birbirine karşı yönetilen, kâfir olma, batıla inanma gibi düşmanlıkları körükleyen suçlamalar, katletmek, yağmalamak, başkalarının mal mülküne el koymak, mezhep önderlerinin kitaplarını yakıp yok etmek ve insanlar arasında korku ve nefret tohumlarını ekmek vesilesi olmuştu.

Felaketler tarihinde her yeni bir sultanın iş başına geçmesiyle; kimi zaman Şia'nın kimi zaman da Ehlisünnet'in zıddına gerçekleşen bu kör saldırılar yer almıştır…[36]

Bu trajediyi daha iyi görmek için Yakut'un naklettiği Rey şehrinde vuku bulan mezhepler arası savaşlara müracaat etmemiz yeterlidir.[37]

Burada şunu da vurgulamalıyız; Safevî ile Osmanlı hükümdarlığı arasında dört asır boyunca devam eden ve İslam ulusları içerisinde büyük yıkıma yol açıp batı düşmanının karşısında ümmetin zayıflamasına yol açan sürtüşmelerin de altında mezhepsel nedenler yatmaktadır.

Bu arada Hanbelî mezhebinin önderlerinden olan Şeyh Tufî'-nin, maslahatların naslardan ve icmadan öne geçirilme gerekçeleri olarak; nasların çelişkili oluşu, içtihatların pek sağlam olmayışı, yalan hadislerin çokluğu gibi o dönemlerde cereyan eden tartışmalara işaret etmekle sözümüze son vereceğiz.

O şöyle diyor: "Malikî mezhebi batıda, Hanefi mezhebi ise Doğuda gelişim göstermiştir. Bu arada bir mezhebin takipçisi diğer mezhebe tabi olan birine kendi beledînde tahammül edememektedir; hatta Hanbelî olan Ceylan ehli birinin, Hanefî mezhebine mensup şehre girdiğinde kâfirlere yapıldığı gibi katledilmiş, malı da ganimet olarak paylaşıldığı bize ulaşmıştır. Hanefi mezhebine tabi olan Maveraü'n-Nehr bölgesindeki şehirlerin birinde Şafiî mezhebine tabi olanlara ait bir mescit bulunmaktaydı. Bu arada o şehrin valisi her sabah namaza gittiğinde: "Neden bu kilisenin kapısı kapatılmıyor ki?" diye söylenir evine doğru yola koyulurdu. Bir gün o mescidin kapısının çamur ve taşlarla örüldüğünü görünce bundan çok hoşnut kalır."[38]

Fakat İslam ümmeti ulemasının dirayeti sonucu bu kavga ve sürtüşme döneminden kurtulmuştur. Bununla birlikte şu son zamanlarda ümmetin eski ve yeni düşmanlarının kışkırtmasıyla bu uğursuz hareketin yeniden hortlatıldığına şahit olmaktayız.

Bu düşman evrensel emperyalistlerden başkası değildir. Onlar İslami uyanışı sömürgeci hedefleri için bir tehlike olarak görüp korkmaktadırlar.

Onlar bu asırda Afganistan, Irak, Lübnan, Filistin ve Somali gibi çeşitli İslami bölgelerde peş peşe aldıkları yenilgilerden ve birbiri ardına başarısızlığa uğrayan sömürge planlarından sonra etnik ve mezhepsel ayrışım naralarını yeniden uyandırmaya koyulmuş ve her mezhebin mensuplarını kendi inanışından müdafaa etmesi ve karşı tarafı reddetmesi gerektiği hususunda tahrik etmeğe başlamışlardır.

Kuşkusuz her zamanda olduğu gibi şimdi de bu amaçları doğrultusunda İslam'ın genel çıkarına cahil olan asabiyet taraftarı tekfircilerden ve bölgede ekmiş olduğu casuslardan yararlanmaktadırlar. Böylelikle emperyalistler bölgedeki nüfuzu daha da derinleşecek, arzu ettiği büsbütün sömürme hedefine kolaylıkla ulaşacaktır. Bu arada hain Siyonist rejimde etnik ve mezhepsel kavgaları çoğaltmak ve daha da derinleştirebilmek için etraflı bir işbirliği içine girmekte hatta sırf siyasi çekişmelere bile yıkıcı mezhepsel çekişme rengi vermeye çalışmaktadır.

Bu durumda bilginlere ve akıl sahibi aydınlara düşen, bu tehlikeli büyük komployu idrak edip yok etmek düşer. Her başarı ancak Allah'tandır. Saygılarımla hepinizi selamlıyorum.

 



[1]-Naklen, Sahih-i Buharî, Sahih-i Müslim ve Biharü'l-Envar, c.16, s.92.

[2]-Hadid, 16.

[3]-Nehcü'l-Belaga, Süphi Salih, s.92.

[4]-Sahife-i Seccadiye, 4. dua.

[5]-el-Hisal, Şeyh Saduk, c.1, s.167; Tehzibü't-Tahzib, c.2, s.105.

[6]-Tuhfetü'l-İsna Aşeriyye, Alusî, s.8. vs.

[7]-Biharü'l-Envar, c.1, s.224 vs.

[8]-Bkz: Tarih-i Beğdat, Demyatî, c.2, s.50.

[9]-Biharü'l-Envar, c.47, s.19.

[10]- el-İmam Sadık, s.220.

[11]-Biharü'l-Envar, c.75, s.201; Feyz el-Kadir, Şerh-i Camiü's-Sağir, c.6, s.117.

[12]-Hüccetü'l-Baliğe, c.1, s.52.

[13]-Tevaliü's-Tesis, s.109.

[14]-N.M, c.1, s.152.

[15]-el-Ahkam, İbn-i Hazm, c.6, s.790.

[16]-el-İkaz li'l-Galaf, s.28.

[17]-Vesailü'ş-Şia, c.18, s.79.

[18]-Tarih-i Bağdat, Hatib-i Bağdadi, s.109.

[19]-Biharü'l-Envar, c.51, s.357.

[20]-Avalimu'l-İmam Sadık, Bahranî, c.2, s.635.

[21]-el-Kafi, c.2, s.105.

[22]-Vesailü'ş-Şia, c.16, s.160.

[23]-Biharü'l-Envar, c.85, s.13.

[24]-Enam, 65.

[25]-el-Mizan, c.7, s.149.

[26]-Vesailü'ş-Şia, c.12, s.6.

[27]-Vesailü'ş-Şia, c.12, s.6.

[28]-Vesailü'ş-Şia, c.11, s.471.

[29]-el-Kafi, c.2, s.308.

[30]-Muhtasarü'l-Muammel, Şehabüddin Ebu Şahame, s.14.

[31]-Fahri Razi, Et-Tefsirü'l-Kebir, c.16, s.31, Tevbe Suresi'nin 31. ayetinin tefsiri.

[32]-el-İmam Sadık ve'l-Mezahibü'l-Erbaa, c.3, s.192.

[33]-Bkz: Mualimu'l-Cedid li İlmi'l-Usul, Muhammed Bakır es-Sadr.

[34]-Bkz: Üstat Tavil'in Kaziyetü'l-Felsefe kitabındaki makalasi.

[35]-Bkz: Kıssatü't-Tevaif kitabı; Dr. Ensarî, Faslü'l-Hakabatü't-Taifiyye, s.185.

[36]-N.M, s.219.

[37]-Mucamü'l-Buldan, Rey Kelimesi.

[38]-Risaletü't-Tufi, s.116.

Paylaşım :
Mail Yazdır Yorum Yaz 0 Yorum
25-06-2012 12:30 - 1870 Okunma
Caferider Web TV
Video Galeri
Foto Galeri
Yazarlar Tümü
Şirali Bayat
ŞİA-CAFERİ AZERİ MİLLETİNİN YÜCELİŞ SERÜVENİ
Av. Sinan Kılıç
Selahattin Özgündüz’e neden saldırıyorlar?
İbrahim ŞEREN
ALLAH PEYGAMBERİNİ MUHATAP ALARAK YÜCE KURAN’DA ŞÖYLE BUYURUYOR
Mehdi AKSU
İRAN’DA SÜNNİLER!
Hamit Turan
ŞÎR-İ FIZZA
Çayan Uludağ
Mekteb-i Kerbela
Abdullah Turan
İmam Mehdi'nin Dünyaya Geldiğini İtiraf Eden Ehl-i Sünnet Âlimleri
Kasım Alcan
Hiç olmazsa dünyanızda özgür kişiler olun
Namık Kemal Zeybek
Osmanlı'da Alevi Katliamı
Orhan Kiverlioğlu
Biz büyük devlet iken
Seyyid Ahmedi Safi
Tüm Müslümanları ilgilendiren önemli sorun
Hüseyin Çaça
Kerbela Hadisesi-1-
Musa Ayaztekin
Muta Nikahı Nedir, Ne Değildir?
25-04-2024 | Ana Sayfa | Ana Sayfam Yap | Sitenize Ekleyin | Künye | Foto Galeri | Video Galeri | Yazarlar | İletişim | RSS
CaferiDer ® 2012  
Sitede bulunun içerikler ve analizler kaynak gösterilerek alıntılanabilir Tasarım & Yazılım : Network Yazılım