12-10-2012 tarihinde eklendi
İslam'da Mezhep


 Mezheplerin doğması ve gelişmesinde ikinci etken Allah Elçisinin sözlerine ve işlerine bakışla ilgilidir. Yani “hadis”lerle… Hangi hadis gerçektir, hangisi uydurmadır ve gerçek hadislerden hangi anlamları çıkarmak gerekir sorularına verilen ayrı karşılıklarla, mezhepler gelişmiştir. İcma (ümmetin görüş birliği) veya Rey (kıyas) dinin kaynağı olabilir veya olamaz görüşü de yine mezhep ayrılıklarının etkenlerinden olmuştur. Bu konularda bilgiye dayalı olarak bildirenlere “müctehid” yapılan işe de “ictihad” denilmiştir. “İctihad” makbul görülmüştür. Yeter ki bilgiye dayalı olsun. İctihadında yanılanın bir, yanılmayanın iki derece sevap kazanacağı anlayışı mezhepler arasında hoşgörünün, müsamahanın da temeli olmuştur.

Mezheplerden inanç konularıyla ilgili olanlara itikadi mezhep, biçimle ilgili olanlara da fıkhi mezhepler denilmiştir.
Başlangıçta ilk ayrım Allah’ın Elçisinden sonra din ile ilgili bilgi ve yorumların kaynağı konusunda olmuştur. Ayetlere ve Hadislere dayanarak “Ali ve Ehlibeyt” diyenlerden Alevilik ve Şiilik; “Sahabe” diyenlerden Sünnilik başlamıştır, denilebilir.
 
Bu anlamda bugün, Caferilik ve Zeydilik şii mezhepler; Hanefilik, Şafilik, Malikilik, Hanbelilik ise Sünni mezhepler olarak değerlendirilir.
 
Zeydiliğin kurucusu sayılan Peygamber torunu Zeyd’in, Hanefiliğin adına kurulduğu kişi olan Ebu Hanife ile çok yakın dost olduğu; Caferiliğin kurucusu Caferi Sadık’ın hem Ebu Hanife hem imam Malike öğretmenlik yaptığı hatırlanırsa mezhepler arasındaki ayırımların çok da önemli olmadığı ortaya çıkar.
 
Birçoklarının sandığı gibi Şii, Alevi, Sünni ayrılığının Ali ve Muaviye çatışması ve Sıffın Savaşı ile ilgili olmadığını da hatırlatalım. O çatışma da Ali, saf ve gerçek İslam’ı temsil ediyordu. Muaviye ise siyaset ve saltanat mücadelesi veriyordu. Emevilerin Sünni olmadığını da belirtelim. Emevilerin ve sonra da Abbasilerin en önemli Sünni mezhep sayılan Hanefiliğin kurucusu Ebu Hanife’ye işkence ettiklerini hapislerde kırbaçlattırdıklarını; çünkü Ebu Hanife’nin de onlara “gasıp, baği ve zalim” dediğini de kaynaklarıyla okumak isteyenler “Diyanet İşlerince yayınlanan “Ebu Hanife” adlı kitaptan öğrenebilirler. Yazarı, Ezher hocalarından Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra’dır.
 
Malikiliğin kurucusu Malik de, Şafiliğin kurucusu Şafi de, Hanbeliliğin kurucusu Ahmet b.Hanbel de Abbasi Hükümdarları tarafından işkencelere uğratılmışlardır.
 
Abbasilerin Hanefiliği ise Ebu Hanife’nin öğrencisi Yusuf’un kadılığı kabul etmesi ve; öğretmenin görüşleriyle kendi yorumlarına dayalı bir mezhep kurması ve Abbasi hükümdarlarıyla bağdaşmasından sonra olmuştur.
 
Elbette ki hiçbir mezhep oluştuğu gündeki gibi kalmamış, yeni yorum ve uygulamalarla günümüze taşınmışlardır.
 
Günümüzde İslam Birliği temelinde “Mezheplerin Yakınlaştırılması” çalışmaları vardır. Çok doğru ve yararlı bir çalışmadır.
 
Müminler kardeştir, mezhepleri ne olursa olsun…
 
Dinleri ve inançları ne olursa olsun bütün insanların da birbirlerinin uzvu olduğunu ifade eden Müslümanların mezhep ayrımlarını çekişme, kavga, çatışma sebebi yapmaları ise; özünde inanç zayıflığı, bilgisizlik, mezhebi dinin üstüne çıkaran sapkınlıkla ilgili olduğunu hatırlatmalıyız.
 
Bu konuda sorulan bir soruya karşılık vererek bu yazıyı bağlayalım.
 
Soru şu: “Müslümanlık yetmiyor mu? Mezheplere ne gerek var?"
 
Cevap da şöyle: Müslümanlık elbette yeter ama uygulamayı nasıl yapmamız gerektiği hakkında bilginlere başvurmamız ve birisinin dediğine uymamız gerekir. Ama kendini içtihad yapacak derecede bilgiye erişen bir insanın başkasını taklidi de elbette gerekmez…
 
Mezhep gerekli ama mezhepçilik zararlı…
 
Peki mezhep ne demek? “Gidilen yol” demek ama bu sözlük anlamı… Kullanım anlamı ise bu yazıda özetlediğimiz.
http://www.caferider.com.tr/islam-da-mezhep_m3136.html