25-08-2015 tarihinde eklendi
İÇTİHAT VE TAKLİT


İçtihat ve taklit konusunda iki önemli unsur zikredilmiştir. Birincisi; taklit edenin taklit edilene (müçtehit) kamil bir güveninin olması. İkincisi ise; taklidin, taklit edenin ihtiyaçlarını gidermesi ve onun kemaline vesile olmasıdır. Cahilin alime taklit etmesinin dışında diğer taklitlerin hiç birisinde bu iki unsuru görmek mümkün değildir.
 
Aziz kardeşlerim; Mübarek Ramazan ayı sonrası Iğdır ilimize yapmış olduğum bir aylık seyahatte genç kardeşlerimiz ile daha yakından konuşma fırsatını bulmuş olduk. Bundan dolayı kendi adıma Rabbime hamd-ü sena ediyorum. Zira gençlerle beraber olmak, onların sorunlarını ve sorularını dinlemek, birebir onlarla oturmak, ilgilenmek insanı daha bir başka mutlu kılmaktadır. Bu bir aylık zamanda bu hakir kula yöneltilen birçok sorular oldu. Ancak en fazla sorulan sorular üç konu etrafında dönüp duruyordu. Bu üç konudan bir tanesi "içtihat ve taklit" konularıydı. İçtihadın tarihi, delilleri, dayanakları nelerdir? Neden bir müçtehide taklit etmemiz gerekir tarzında sorular… Verilen cevaplar sonrası genç kardeşlerimizin ricası ve ısrarı üzere İstanbul'a döndüğüm zaman bu konular kaleme alacağımın sözünü verdiğimden, ilk konu olarak "içtihat ve taklit" konusunu kaleme aldım. İlerleyen zamanlarda diğer iki konu hakkında da etraflıca yazmaya çalışacağım inşaallah. Iğdır'da bizleri dinleme zahmetinde bulunan ve bu konuların yazılmasını isteyen genç kardeşlerimin cümlesine teşekkürlerimi sunarım.
 
            Bazı insanlar içtihat ve taklidin ne anlama geldiğini, kapsam alanlarını, tarihi sürecini, delillerini, konu hakkında Kuran ayetlerini ve Masumların nurlu kelamlarını, uzmanların tespitlerini, ulema ve ukela siresini bilmediklerinden veya içtihadın istismar, taklidin ise tembellik olduğunu düşündüklerinden ve konuya tek taraflı dar pencereden baktıklarından dolayı içtihat ve taklide tamamen karşı çıkmışlardır. Karşı çıkmakla kalmamış içtihat edenlere yani müçtehitlere, içtihadı savunanlara ağır ithamlarda ve hakaretlerde bulunmuş ve bu vesile ile kendilerine inananların yanlış girdaplara düşmelerine sebep olmuşlardır. İçtihat ve taklidi bahane ederek müçtehitlere ve alimlere hakaret içerikli söylemlerin sahipleri Şia'nın ve inançlarının yaşamasına bile tahammül etmeyen selefi odaklar hakkında tek bir kelam bile etmemişlerdir. Adeta Şia'nın bütün sorunları bitmiş ve tek var olan sorun içtihat ve taklitmiş gibi bu konuya odaklanmışlar ve bu dalda bilimden, akıldan, delilden yoksun hakaretten öteye geçmeyen söylemlerde bulunmuşlardır. Biz genç kardeşlerimizi sevdiğimizden ve onların ahiret saadetlerini kendimize dert edindiğimizden dolayı bu konuları kaleme almayı kendimize bir vazife olarak gördük ve bu konuları yazmaya karar verdik.
 
            Lügatte İçtihat; bir şeye ulaşmak için çaba sarf etmek anlamına gelir. Fıkıh literatüründe içtihat; Son derece ciddi ve geniş çalışma ile Şer'i hükümleri delilleri ile kaynaklarından çıkarmaya denir.  
 
            İslam metinlerinde "Tefegguh (anlamak-derketmek) ve fakihliğin çok önemli yüce bir yeri, konumu ve fazileti vardır. Kuran'da yaklaşık yirmi yerde "tefegguh-fıgh" kelimeleri zikrolunmuş ve Kuran insanları tefegguha (derin anlayış ve kavrayış) rağbetlendirmiştir. Bunun karşısında Kuran mevcudat ve hadiselerde derk etmeyenleri yermiştir.
 
            Tefegguhun en bariz alanlarından bir tanesi Kuran'ında tekit buyurduğu din hükümlerinde içtihattır. Allah'u Teala şöyle buyuruyor: "Mü’minlerin tümünün (cihad için) seferber olmaları gerekmez. O halde neden onların her kesiminden bir grup da dinde (dinî ilimlerde) geniş bilgi elde etmek ve (vatanlarına) döndükleri zaman kavimlerini uyarmak için seferber olmuyor Umulur ki (böylece günahlardan) sakınırlar." (Tevbe-122) Bu ayetteki “Tefegguh” kelimesinin anlamının çok geniş olduğu ve İslami bilgi ve hükümleri de –usul-u din ve furu-u din- kapsamı altına aldığında hiçbir şüphe yoktur. Öte yandan halk, bu grubun konuşmalarını kabul etmeye çağrılmıştır. İşte bunun kendisi fakih ve bilgin birine başvurmanın ta kendisidir.
 
Bu ayete göre İslam din emirlerinde ve hükümlerinde tefegguh (derin anlayış) ve içtihada emretmektedir. Ancak bu durum herkes için mümkün olmadığından dinde derin kavrayışı yani fakihliği Müslümanlardan sadece bir grup için gerekli görmüştür. Bu ayet doğrultusunda Ehlibeyt imamlarından nakledilen rivayetlerde dinde içtihadın önemi ve faziletini vurgulamaktadır. Örneğin İmam Hasan Askeri (aleyhisselmam) şöyle buyurmuşlardır: "Fakihlerden nefsini ve dinini koruyan, heva ve hevesi karşısında durabilen ve Allah'ın emirlerine itaat eden kimselere avam halkın taklit etmesi gerekir." (Bihar-ül Envar,c.8.s.88)
 
            Yukarıdaki ayet ve konu hakkındaki rivayetlerden anlaşılan; müçtehit hiçbir emri ve nehyi kendi tarafından söylememektedir. Aksine Allah'ın hükümlerini şer'i kaynaklardan (Kuran, sünnet, akıl, icma) keşfederek insanlara ulaştırmaktadır. Şunu da unutmamak gerekir ki, islam hükümlerinde içtihat etmek Müslümanların ilerleme sebeplerinden bir tanesidir.
 
            Taklit sözlük açısından "takip" ve "peşi sıra gitmek" anlamındadır. Fıkıh terminolojisinde ise; "Müçtehidin şer’i konularda verdiği fetvalara amel etmek" anlamındadır. İlahi hükümleri öğrenmek ve amellerin doğruluğundan emin olmak için Fakih ve İslam alimlerine başvurma geleneği İslam’ın ilk yıllarına ve imamların dönemine kadar uzanmaktadır. Bazılarına (Et-Tenkihu fi şerhi’l urveti’l vuska, el-İctihat ve et-Taklid, s. 85-88) göre bu konu hakkında iki ayet inmiştir. "Eğer bilmiyorsanız bilenlerden sorunuz." (Enbiya,7) Her ne kadar hadislerde "bilenlerden" maksadın (tam ve kamil mısdaklar olarak) Ehlibeyt imamları olduğu geçmişse de nüzul sebebi ve konu, ayetin genelini tahsis etmemekte ve onlarla sınırlamamaktadır. Dolayısıyla her bilgin kişiyi kapsamı altına almaktadır. Fakihlerde o bilgin kişilerdendir.
 
            Taklit Kuran'da iki kategoride beyan edilmiştir. Bunlardan birisi cahilin cahile taklit etmesidir ki Kuran bunu şiddetle reddetmiş ve şöyle buyurmuştur: "Onlara, "Allah'ın indirdiğine uyun" denilince, "Hayır, babalarımızı yapar bulduğumuz şeye uyarız" derler. Babaları bir şey akıl edemeyen ve hidayeti bulamayan kimseler olsalar da mı (onlara uyacaklar)!(Bakara, 170)Diğeri ise cahilin alime yani konu hakkında bilmeyenin bilgine taklit etmesidir ki bir çok yerde buna emr olunduğu gibi, bu aynı zamanda akli bir kavramdır. Allahu'u Teala şöyle buyurmuştur: "Eğer bilmiyorsanız, bilenlere sorun." (Nahl, 43)
 
            İnsanların güncel yaşantılarına dahi baktığımızda, hatta gayri Müslimlerin ve içtihadı, taklidi reddedenlerin yaşamlarında bile taklidin birçok alanlarını görmek mümkündür. Acaba taklidi reddedeler hasta olduklarında doktora başvurmuyorlar mı? Doktorun direktiflerine amel etmiyorlar mı? Elbette ki doktora başvuruyorlar. Neden hasta olduklarında doktora başvurmak gereği duyarlar. Zira kendileri tıp ilminde uzman olmadıklarından dolayı konu hakkında uzman olana başvurma gereği duyarlar. Bu zaten aklın yoludur. Tıp iminde böyle düşünen ve taklidi reddeden hastalar nedense din ilimlerinde taklidi reddetmekte ve müçtehide başvurmanın, taklit etmenin yanlış olduğunu düşünmektedirler. Sormak gerekir; Neden tıp konusunda uzman olan doktora taklit etmeyi yanlış addetmiyorsunuz da, ahkam konusunda müçtehide taklit etmeyi yanlış addediyorsunuz. Bu akıl, mantık ve bilimsellik ile ne kadar bağdaşmaktadır!
 
            Gerçekte taklit başka bir insanın emrine uymak değildir. Aksine taklit uzman olmayanların konu hakkında uzmandan yararlanmalarıdır. Din hükümlerinde de taklit bu konunun dışında değildir. Yani taklit din hükümlerinde uzman olmayanların uzmandan (müçtehid) yararlanmalarıdır. İslam düşüncesinde insanlar arasında yaygın bilinen taklitler (cahilin cahile, alimin alime, alimin cahile, cahilin alime) arasında sadece cahilin alime taklit etmesi makul görülmüş ve emredilmiştir.
 
            İçtihat ve taklit konusunda iki önemli unsur zikredilmiştir. Birincisi; taklit edenin taklit edilene (müçtehit) kamil bir güveninin olması. İkincisi ise; taklidin, taklit edenin ihtiyaçlarını gidermesi ve onun kemaline vesile olmasıdır. Cahilin alime taklit etmesinin dışında diğer taklitlerin hiç birisinde bu iki unsuru görmek mümkün değildir.
 
            Elbette şu noktayı da vurgulamakta yarar vardır; İslam öğretileri ve emirleri "usul-u din ve furuu din" olarak iki dalda beyan edilmiştir. Usul-u dinde taklit söz konusu olmadığı gibi caiz de değildir. Müslümanlar delilleri ile usul-u dini öğrenmeli ve bilmelidirler. Furuu dinin tamamında da taklit söz konusu değildir.  Örneğin; "Bu mekan gasbi midir, gasbi değil midir, bu elbise temiz midir, necis midir, bu balık pullu mudur, pulsuz mudur, falanca adil midir, adil değil midir; bu tür meselelerde insanın kendisi araştırma yapmalıdır. Bu tür mevzular müçtehidin sorumluluk alanlarının dışındadır. Ahkam konularında ise "zaruri ve gayri zaruri" mevzuları söz konusudur. Zaruri hükümlerde, örneğin namazın, orucun, haccın farz olma konusunda taklit söz konusu değildir ve böyle bir ihtiyaçta yoktur. Ama zaruri olmayan hükümlerde, örneğin namazın şüphelerinde insanın kendisi müçtehit değilse ve şer'i sorumluluklarında ihtiyata göre amel etme bilgisine de sahip değilse şartlara haiz olan müçtehide taklit etmelidir. 
 
            Müçtehitlerin içtihattan maksadı, içtihat kelimesi hakkında ehlisünnet âlimleri tarafından söylenen yanlış manalar ve bugün havzada ve Şia âlimleri arasında olmayıp geçmişte çok az olarak varlığını gösteren ahbarilerin değerlendirdikleri anlamlar değildir elbet. Aksine müçtehitler içtihadı şeriatın onayladığı, imzaladığı ve hüccet kabul ettiği kaynaklardan şer'i hükümlerin çıkarılması anlamında kabul etmişlerdir. Müçtehit hüccet olan bu kaynaklara dayanarak halkın elde etmekte zorluk çektikleri, yeni ortaya atılan soruların, yeni çıkan konu ve meselelerin cevaplarını elde eder ve halkın hizmetine sunar ve böylelikle avamın işini kolaylaştırmış olur.
 
            Bugün taklidi reddeden, düşman sevindirircesine müçtehitleri yeren, sirei ulema ve ukelayı bilmeyen, mantıktan dem vurup mantığın ne olduğunu bilmeyen mantıksız zihniyetin hezeyanları ile hareket edilecek olunursa müçtehitlerin yapmış oldukları bu zor işi her bir avamın kendisinin yapması gerekecektir ve avamın da bunu yapması hem aklen ve hem de konjüktürel olarak mümkün değildir. Örneğin sadece namaz ibadetinin binlerce meselesi ve hükmü vardır. Tarlasında çalışan çiftçi, esnaf, işçi, öğrenci, sokaktaki insan kısacası halkın tamamı teker teker bu binlerce namaz meselesini kendisi nasıl öğrenebilir! Kaynaklara nasıl ulaşabilir! Bunlar avam için mümkün olmayan şeylerdir. İşte avam için mümkün olmayan şeyleri müçtehitler hayata dönüştürerek avamın hizmetine sunmuşlardır. Hem nakil ve hem de akıl bu olguyu böyle kabul eder. Bu olgunun aksini savunanlar ya cahildirler ya genele muhalefet et bir taraftarda sen topla nefsi duygularla hareket etmektedirler veya maksatlıdırlar.
        
Not: Devam Edecek
 
Selam ve Dua ile…        
http://www.caferider.com.tr/ictihat-ve-taklit_m3340.html