26-11-2012 tarihinde eklendi
Dünyanın En çok Seyredilen Tiyatrosu
Zeynebiye Gençlik Tiyatrosu

İslam tarihinin en büyük katliamı olan Kerbela hadisesi, yüzyıllardır halk dilinde taziye  veya şebih olarak adlandırılan Kerbala canlandırması yüz yıllardır dünyanan birçok ülkesinde yapılmaktadır. Türkiye'de ise 1994 yılından itibaren İstanbul Halkalı'da kurulan Zeynebiye Gençlik Tiyatrosu, her yıl Muhharrem ayının onuncu günü (AŞURA) sahnelediği oyunla  yüzbinleri meydana, milyonları ekran başına kilitliyor.

Dünyanın tek seferde ençok seyredilen Tiyatro ünvanını elinde bulundurması bakımından da dikkat çekicidir. Her yıl sergilenen oyunun CD'leri Moskova'dan, Tanzanya'ya kadar yayılmış durumda. Amatör oyuncuların sahne aldığı tiyatral gösterileri izleyenler buna inanmakta zorlanıyor.

2005 yılında Ençok seyirci (350 Bin), ençok oyuncu (840) ve en büyük sahne 450 metre kare doğal toprak kum sahne oynanan dünyanın en büyük Tiyatro gösterisi ünvanıyla Gines rekorlar kitabı yetkililerinin de dikkatini çekmiştir.

Bir yıl öncesinden ve her yıl büyük Kerbela musibetinin farklı boyutlarını ele alarak izleyenlerini göz yaşlarına boğuyor. Senaryosunu Türkiye Caferileri Lideri Selahattin Özgündüz'ün yazıyor. 

Zeynebiye gençlik tiyatrosu  yakın bir gelecekte resmi bir kurum haline gelerek bünyesine çocuk ve kukla tiyatrosunu da katmayı palanlıyor. Ayrıca önümüzdeki yıl yapılacak olan Aşura matemine  büyük bir süprizle izleyenlerinin karşısına çıkmaya hazırlanıyor.

  Türk bilim adamı, yazar, performans, tiyatro ve sanat tarihi araştırmacısı ve hukukçu Metin and'ın ta'ziye gösterilerini Türkiye'de ilk kez ele alan ve tiyatro tarihine bir katkı sayılabilecek olan  "Çağcıl Tiyatroya Geleneksel Bir Kaynak" adlı kitabında şöyle alatır: 

 Çıkmazda olan Batı Tiyatrosu kendini yenilemek, eski gücünü kazanmak için taze kan arıyor. Öncü tiyatro deneyleri bu kanı başka kültürlerde, özellikle Asya kültüründe, Şamanlıkta, eski ritüellerde arıyorlar. Özellikle seyirci ve oyuncu arasındaki duvarı kaldırmak, seyirciyi etkin bir biçimde tiyatronun içine katmak yolunda çeşitli deneyler yapılıyor. A.B.D.'de "Open Theater", Richard Schechner'in deneyleri "Living, Theatre" vb. bu sorun üzerine yoğun biçimde eğilmiş araştırıcı tiyatrolardan birkaçı. Grotowski'nin "yoksul tiyatro"su her yerde büyük ilgi görüyor. O da deneylerinde tiyatroyu dış ve yabancı öğe ve görünümlerinden sıyırarak, onu yoksullaştırarak (ya da arındırarak) seyirci ve oyuncu arasında insansal ortaklık üzerine karşılıklı bir ilişki kurmayı deniyor. Amacı dramatik eylemi ritüele dönüştürmek, seyirci ile oyuncu arasında temelden ortaklaşa bir paydaşlık kurmak. Oysa bütün bu araştırmaların varmak istediği Avrupa'ya uzak kültürlerde zaten başlangıcından beri varlığını sürdürmektedir. İşte taziye bunların en seçkin bir örneği olarak karşımıza çıkıyor. Üstelik Batı'daki deneylerdeki gibi sonradan zorlama, yapay ve bir takım sınırlamalarla değil, doğal, toplumun kültür birikiminden çıkan canlı, yaşayan bir gelenek. Nitekim Grotowski tiyatrosuna laboratuar gözüyle bakıyor ve bu nedenle de yer, seyirci sayısı, seyircilerin dağılışı ve yerleştirilmesi bakımından kesin sınırlamalar koyuyor; onun tiyatrosu bir oda tiyatrosu. Oysa taziye aynı amacı çok geniş yerlerde ve yüzlerce, binlerce seyirci ile gerçekleştiriyor.

Taziye ve Muharrem / Aşure uygulamaları ile yirmi yıldır ilgileniyorum. Bu konuda ilk uzun incelememi "Aşure Töreninde Dans" başlığı ile 1958'de yayınlamıştım. O yıllardan bugüne dek usanmadan araştırmalarımı sürdürdüm, yığınla kaynak, belge, resim, inceleme topladım, pek çok taziye metni inceledim. Ancak bunları bir kitapta toplamakta beni durduran iki engel karşıma çıktı. Önce görüşlerimi, vardığım sonuçları tartışabilecek bir eleştiri süzgecinden geçirebilmek için gerekli ortam, konunun yetkilileri ile tanışıklığım yoktu. Sonra da canlı taziye temsillerini görmek olanağını bulamamıştım. İran'a, Irak'a, Hindistan ve Pakistan'a yaptığım yolculuklarda bu olanağı elde edememiştim. Ancak bu yıl başında aldığım bir çağrı ile her iki eksiğimi de büyük ölçüde tamamlamak fırsatını bulabildim. Buna benzer bir olanaktan da geçen yıl yararlanmıştım. Gene yıllardır dünyada gölge oyunu üzerine çalışıyordum, ancak bunları bir kitapta yayınlamakta aynı nedenlerle isteksizdim. Tokyo'da toplanan Uluslararası Gölge Oyunu Semineri'ne bir bildiri ile çağrılınca konunun yetkilileri ile tanışıp yakın ilişki kurarak gönül rahatlığı ile "Dünyada ve Bizde Gölge Oyunu" adlı, şimdiye kadar bu konuda yeryüzünde yazılmış en geniş kapsamlı kitabımı bitirebildim. Aynı durum taziye için de oldu: New York Üniversitesi ile Şiraz Sanat Festivali'nin ortaklaşa düzenledikleri "Uluslararası Taziye Kongresi"ne bir bildiri ile katılmam istendi. 16-24 Ağustos 1976 tarihlerinde Şiraz'da Şiraz Sanat Festivali çerçevesi içinde düzenlenen bu kongreye Anadolu'da Muharrem uygulama ve törenleri üzerine uzunca bir bildiri ile katıldım. Azerbaycan Türklerinde geniş ölçüde taziye geleneği olmakla birlikte, Anadolu'da pek yoktu, bu nedenle bildirimi daha çok Muharrem / Aşure geleneğiyle sınırladım. Üç kesimde olan bildirimin ilk kesiminde İstanbul ve Doğu'da bulunan İranlı ve Şii azınlığın geçen yüzyılda ve bu yüzyılın başındaki Muharremdeki kanlı gösterilerine ayırdım. İkinci kesimde Bektaşi, Alevi, Kızılbaş vb. azınlığına muharrem ritüel, ve söylence ve inançlarını ele aldım. Üçüncü kesim taziye'ye en yakın olanıydı. Gerek yazılı gerek sözlü geleneklerde Muharrem'de toplantılarda dramatik bir biçimde okunduğu gibi meddahların da dağarcığında önemli bir yer tutuyordu. Kerbela olaylarının oluntuları (meclis) Muharrem'in ilk on gününde her biri bir günde okunmaktadır. Bildirimde Maktellerin dramatik yapısı üzerine örneklerle bilgi verdim. İran'dan, A.B.D.'den, Almanya'dan, Çekoslovakya'dan, Fransa'dan, İtalya'dan, Tunus'tan, Hindistan'dan, Lübnan'dan vb. yerlerden katılan delegeler yirmiyi aşkın ilginç bildiriler sundular; bunlar tartışıldı. Ayrıca iki açık oturum düzenlendi. Beş, altı tane renkli, belgesel taziye filmi seyrettik. Bir de sergi düzenlendi; burada İran'ın çeşitli yerlerinden getirtilen taziye temsillerinde kullanılan araç ve gereçler, donatım, giysiler, fotoğraflar, belgeler sergilendi. Ama hepsinden önemlisi seçkin bir Taziye topluluğunun temsilleri idi. Kongrenin asıl yararlı yanı bu oldu. Böylece yedi değişik Taziye temsili seyredebildik. Bunlar, "Abbas", "Şah Çerag", "Ali Ekber", "Tıflan-ı Müslim", "İmam-ın (Hazret-i Hüseyin) Şehit Olması", "Musa ve Derviş-i-Biabani" ve "Bazar-ı Şam" taziyeleriydi. Temsillerde bol bol fotoğraf çektim, pilli bir mağyetefonla iki taziye'yi tümüyle ses kaydına geçirdim, notlar aldım. On gün sabahtan akşama dek konunun yetkilileri ile hep bir arada bulunduğum için başlıca konumuz Taziye idi. Yalnız İran tarih ve edebiyatı üzerine değil, ama antropolog ve tiyatro adamları katıldığı için bu konuşmalarımız çok yönlü oluyordu; zaten taziye gibi karmaşık bir konu ancak çok yönlü bakıldığı zaman daha iyi tanınabiliyor.

Taziye temsilleri iki ayrı yerde veriliyordu. Bunlardan Şiraz'ın içindeki Hüseyniye Moşir taziye temsilleri için yaptırılmış geçen yüzyıldan bir tekke idi. Öteki ise Şiraz'ın dışında bizim Orta Anadolu köylerine çok benzeyen Kaftarak köyünde idi. Her ikisi de değişik açılardan ilginçti. Hüseyniye Moşir bizim kervansaraylara benziyor, dört bir yanı bina ile çevrilmiş geniş bir avlu, üstü açıktı. Güneşten korunmak için gündüzleri avlunun üstüne nakışlı bir çadır kuruluyordu. Burası avluya açılan pencereleri de kullanınca rahatça birkaç bin kişi alıyordu. Bu türlü taziye için yaptırılmış Tekkeler İran'ın hemen her yerinde var, çoğunlukla kamu eliyle ya da varlıklı kişilerin katkısıyla yaptırılan bu tekkelerin en önemlisi ve en büyüğü Tahran'daki Tekke-yi Devlet imiş. Geçen yüzyılda Londra'daki Albert Hall'e özenerek yaptırılan bu yuvarlak tekke bilinmeyen nedenlerle otuz yıl kadar öncesi yıktırılmış. Taziye bilginleri planları yok olan bu tekkenin ölçülerini bulabilmek ve yeniden çizebilmek büyük çaba harcıyorlar. Fransa'dan bütün ömrünü taziye geleneği üzerine araştırmalara ayıran Profesör Jean Calmard, teknik çizime eli yatkın olan eşiyle birlikte uzun çalışmalardan sonra Tekke-yi Devlet'in izometrik ve nölöve çizimlerini tam ölçüleri ile gerçekleştirmiş ve bunlar Taziye sergisinde gösteriliyordu. Şiraz'daki Hüseyniye Moşir'in bir duvarı üzerinde nakışlı çiniler Kerbela olayından çeşitli oluntuları resimliyor. Avlunun ortasına yuvarlak bir seki kurulmuş, bu önemli olayların geçtiği, özellikle Hüseyin ve çevresinin kişilerinin oynadığı alan. Bunun üzeri toprak ve talaşla kaplı bir yol çerçeveliyor; bu da çeşitli sahnelerin özellikle savaş sahnelerinin oynandığı, atlıların geçtiği yer. Seyirciler de bu yolu çepeçevre kuşatıyor.

Kaftarak köyünün meydanındaki düzen bundan biraz değişikti. Kerpiçten ve çamurla sıvanmış evlerin çerçevelediği alanda seyirciler ya toprak üzerine oturuyor, ya da duvarların üzerine çıkıyor. Burada şahne yuvarlak geniş bir seki yerine dört dikdörtgen küçük sekiden oluşuyor. Bunlar karşılıklı konulmuş. Hüseyin ve çevresine ayrılan sekide siyah bayraklar var, hasımları Yezid ve çevresine ayrılan ve kırmızı bayraklarla donatılmış seki bunun karşısında yer alıyor. Öteki iki karşılıklı seki ise oyun kahramanlarının geçici olarak bulundukları yerleri gösteriyor.

Kadın seyircilerin -hangi dinden olursa olsun- başlarını örtmesi, çarşaf giymeleri zorunlu. İçeri girerken kapıda elinize gülsuyu dökülüyor, tütsü dolaştırılıyor, temsil boyunca şerbetler dağıtılıyor. Temsillerde üç türlü çalgı takımı var. Bunlardan ilk ikisinin işlevi oyun dışında, öteki oyun içinde. Bunlardan birincisi Karena denilen üç dört metre uzunluğunda ucu kıvrık ince borular. Öttürülünce kaba Fransız kornası gibi ses çıkarıyor. İşlevi bir çeşit seyirci çağırmak. Bu borulardan beş altısı bir arada aynı ezgiyi çalarken, tek biri ise bunlardan değişik bir ezgi çalıyor. İkinci çalgı takımı bizim köy davullarından daha büyük on, oniki kadar davul, bir trompet ve bir de kavala benzeyen bir çalgıdan oluyor. Bu da giriş müziğini sağlıyor. İşlevi sahneleri birbirinden bölmek için kullanılan bir trompet, bir trampet ve bir davul ve büyük bir çift zilden oluşan takım ise oyun içinde ve oyun boyunca çalıyor. Oyunun bitiminde uzun borular oyunun bitimini haber veriyor. Kraliçe, oğlu ve kızı ile başbakanın ve bakanların bulunduğu açılış temsilinde seyircilerin büyük çoğunluğu yabancı olduğundan gerçek seyirci tepkisini değerlendiremedik. Ancak sonraki temsillerde halk da alındığı için bir ölçüde halkın gerçek tepkisini (göğüslerini, dövme, ağlamak, ünlem, bağırışlar) tanıyabildik. Ne var ki seyirciler arasında gene de yabancıların bulunuşu ile taziye'nin gerçek oyuncu-seyirci ilişkisine tanık olamadığımızı söylemem gerekir. Bununla birlikte birkaç temsil seyrettikten sonra, Farsça bilmeme rağmen rahatlıkla oyunun büyüsüne kendimi kaptırabildiğimi, daha iyi kavradığımı ileri sürebilirim.

Günümüzde antropologlar, tiyatro geleneklerinin biçim ve oyun kuralı ile sayıntılarının evrensel olmadığını, bir örnek üzerine yaygınlaşmadan her birinin kendine özgü karmaşık kültür örnekleri olduğunu, simgeselliği, mantığı ve sunuş yöntemlerinin birbirinden değişik olduğunu göstermektedir. Ayrıca bir toplumun tiyatro geleneğinin, bu toplumun en dinamik ve güçlü öğelerinden biri olduğu üzerinde birleşmektedirler. Taziye de tek bir dram türü değildir, kendine özgü örgensel bir varlığı vardır. Gerçi taziye metinleri vardır; ancak taziye temsilleri bu dondurulmuş metinlere bağlı kalmadan büyük bir esneklikle her temsilde bunu değiştirerek, metinleri yeniden yazarak, eklemeler, kısaltmalar, uzatmalar, başka metinlerden alıntılar yaparak sürekli kendini yenilemektedir. Taziye temsillerinin bir başka özelliği baştan sona hep manzum oluşudur. Ve en önemli özelliği ise başta da belirttiğimiz gibi oyuncu - seyirci ilişkisidir; bu bakımdan yeryüzünün pek çok tiyatro geleneğinden önemli ayrıcalıklar göstermektedir.

http://www.caferider.com.tr/dunyanin-en-cok-seyredilen-tiyatrosu_h7921.html