Ana Sayfa İç Gündem Ülke Gündemi Dünya Gündemi Kütüphane Etkinlik Kültür -Sanat- Bilim Haber - Analiz Caferider
Kerbela Sancaktarı Alemdar Abbas (as)
Doğum gününde anılıyor
Paylaşım :
Mail Yazdır Yorum Yaz 0 Yorum
03-06-2014 09:34 - 1871 Okunma


Bazı tarihçilere göre, Emir’ul-Müminin Ali (a.s), Hz. Fatıma’nın vefatından sonra, Ümm’ül-Benin ile evlenmiştir. Diğer bir kısım tarihçilere göre ise, bu ev-lilik, hazretin Emame hanımla olan evliliğinden sonra gerçekleşmiştir.[1] Ama kesin olan bir şey var ki, o da bu evliliğin Hz. Fatıma (s.a)’ın vefatından sonra oldu-ğudur. Zira o hanımefendi hayatta olduğu müddetçe Hz. Ali (a.s) başka kadınlarla evlenmemiştir.[2] Bilahare, Hz. Ali (a.s)’ın Hz. Fatıma'dan sonra evleneceği eşin asaletli ve imanlı birisi olması gerekirdi. Zira Hz. Fatı-ma (s.a) dünyadan göçtükten sonra, geride yetim ço-cuklar bırakmıştı. Gelecek hanımın, bu çocuklara, öz anne gibi bir annelik etmesi gerekmekteydi.

Biliyoruz ki, getirilen anneliğin, sonuna kadar çocuklara kendi çocukları gibi bakması pek az rastla-nılan bir şeydir. Özellikle de, o kadının da çocukları dünyaya geldikten sonra, tutum ve davranışlarının fev-kalade değiştiği görülmektedir. Bu durum, babanın zorlukları üzerine zorluk ekler ve musibet ve sıkın-tıdan başka bir şey doğurmaz. Ama gelecek olan kadın bütün kusurlardan arınmış ve takva zırhına bürünmüş ise, durumun çok farklı olduğu görülecektir. İşte biz bu örneği, Ümm’ül-Benin’in Hz. Ali (a.s)’ın çocuk-larına olan davranışlarında görebiliyoruz.

Hz. Ali (a.s)’ın Ümm’ül-Benin ile evlenmesinde bir takım saklı sırlar vardır. Bu sırların bir kısmına, Hz. Ali (a.s)’ın, kardeşi Akil ile evleneceği kadın hak-kında yaptığı istişarede, evleneceği kimsede aradığı sı-fatlara dair açıklamasıyla vakıf oluyoruz.

Akil, “nesep” ilmini çok iyi bilen birisiydi. Bu yüz-den Hz. Ali (a.s) evleneceği kimse hususunda onunla istişare ederek şöyle buyurmuşlardır:

Yani: “Benim için kahraman ve asaletli bir ailede dünyaya gelip yetişen bir bayan bul ki, ondan benim için şecaatli (pehlivan) çocuklar dünyaya gelsin.” [3]

Akil, bunun üzerine Hz. Ali (a.s)’a Ümm’ül-Be-nin’in soyunu, nesebini sırasıyla tek tek sayarak açık-lamıştır. [4] Hz. Ali (a.s) da Akil’in anlattıklarını dinle-dikten sonra, aradığı sıfatların, Ümm’ül-Benin’de top-landığı kanısına varmış, böylece onunla evlenmek is-tediğini kendisine bildirmiş, o da Allah’ın aslanı Hz. Ali (a.s)’ın eşi olmayı kabul etmiştir. Onun Hz. Ali (a.s) ile evlenmesine, tüm yakınları ve herkesten çok da kendisi sevinmiştir. Bunun en güzel belirtisi, Üm-m’ül-Benin’in, Hz. Ali (a.s)’a ve çocuklarına bir hiz-metçi geldiğini ifade etmesidir.

Ümm’ül-Benin’den dört erkek çocuk dünyaya gel-miştir: Abbas, Abdullah, Cafer ve Osman. Bunların en üstünü ve efendisi de Abbas (a.s) idi.[5]

Bu yüce kadın Hz. Ali (a.s) ile evlenmeden önce bekâr idi; O Hazretin şahadetinden sonra da kimseyle evlenmedi.[6] Aynen Hz. Ali’nin diğer eşleri Emame, Esma bint-i Umeys ve Leyla’nın yaptıkları gibi…

Böylece, bu dört kadın, kocalarına vefakâr olarak kalmışlardır. Gelen bilgilere göre, Muğayre b. Nufeyl ve Ebu Heyac b. Sufyan Emame’ye evlenme teklifin-de bulunmuştur. Ama Emame, bu teklifi reddetmekle birlikte, Hz. Ali (a.s)’dan şöyle bir hadis de nakletmiş-tir: “Peygamber ve onun vasilerinin hanımları onlar-dan sonra başka biriyle evlenmemelidirler.” Bu ha-nımefendiler de bu emre uymuşlardır.[7]

Ümm’ül-Benin, Ehl-i Beyt (a.s)’ın konum ve mev-kiine arif olan, ihlâs ve sefayla onların muhabbet ve velayetlerine liyakat gösteren birisiydi. Bu tavrının karşılığında ise, vahiy ailesi tarafından üstün bir ma-kamla mükâfatlandırılmıştır.

Ümm’ül-Benin, evlendikten hemen sonra, İmam Hasan (a.s) ile İmam Hüseyin (a.s)’ın hasta oldukları-nı görür. Hz. Ali (a.s)’ın evine gelin olarak gelen bu değerli kadın, büyük bir ihlâs ve dürüstlükle İmam Hasan (a.s) ile İmam Hüseyin (a.s)’ın hizmetine ken-disini adayarak şöyle der: “Bu iki efendi, hastalık-larından iyileşmeyinceye kadar, ben evliliğin tadını tatmayacağım.” Bunun karşısında, Hz. İmam Hasan (a.s) ve İmam Hüseyin (a.s) da, Ümm’ül-Benin’i çok seviyorlardı. Ümm’ül-Benin de, Hz. Fatıma (a.s)’ın bu iki nuruna merhametli bir anne gibi bakıcılık yapıyor-du. Elbette iman ehlinin serveri ve efendisi olan, Hz. Ali (a.s)’dan terbiye gören ve onun edep ve ahlakı ile bütünleşen birinden böyle şeyleri duymak şaşılacak bir şey değildir.

Dolayısıyla, buradan, Hz. Ebu’l-Fazl’il-Abbas’ın Masum İmamlara, özellikle de zamanının imamı olan Hz. İmam Hüseyin (a.s)’a karşı davranış ve bakış açı-sının kaynağının, bir açıdan annesi olduğunu da söyle-yebiliriz.
 

[1] - Menakıb-ı Şehraşub, c. 117
[2] - Menakıb-ı Şehraşub, c. 3, s. 305
[3] - Ensab’ut-Talibiyyin’in şerhinde, s. 255; Umdet’ut-Talib, s. 357
[4] - Umdet’ut-Talib, s. 357
[5] - Keşf’ul- Gumme, c. 1, s. 589.
[6] - Ensab’ut-Talibiyyin, s. 255.
[7] - Menakıb-ı Şehraşub, c. 3, s. 305.




Hz. Ebu’l-Fazl’il-Abbas (a.s)’ın Dünyaya Gelişi

Hz. Ebu’l-Fazl’il-Abbas (a.s) hicretin 26. yılında, mübarek Şaban ayının dördüncü günü dünyaya gel-miştir. Şaban ayının üçüncü gününde de, Hz. İmam Hüseyin (a.s) dünyaya gelmiştir. Dünyada gerçekleşen olaylar tesadüf değildir. Bu olayda da, hikmetler göze çarpmaktadır. Tarihte kaydedilmiştir ki: Hz. Ali (a.s), oğlu Hz. Abbas (a.s) dünyaya geldiğinde, onu görür görmez gözleri dolar ve gözyaşları mübarek yüzüne akar.

Evet, gayp ilmini bilen Hazret, 25 yıl sonra vuku bulacak Kerbela vakıasını ve İmam Hüseyin (a.s)’ın şahadetinin haberini bildiren kimsedir.[1]

Hz. Abbas (a.s)’ın doğumuyla cihan yeniden aydın-lanmıştır. O, Allah’ın halifesi himayesinde büyümüş ve kendinden sonra gelecek olan onbir masum İmamın babasından ders almıştır. O, büyüdükçe, cesaret, şe-caat ve izzet-i nefse bürünmekte, kötü sıfatlardan ise uzaklaşmaktaydı. O, her zaman şehitlerin efendisi, Hz. İmam Hüseyin (a.s) ile beraberdi. Aynen ayın güneş etrafında dönmesi gibi; o da, Seyyid’üş- Şüheda İmam Hüseyin (a.s)’ın, fazilet ve şecaatle dolu vücudunun etrafında döner dururdu.

Hz. Abbas (a.s), adım attığında şeref ve büyüklükle adım atardı. Konuştuğunda rüşt ve hidayet adına ko-nuşurdu; baktığında ise hak adına bakardı. Yüz çevir-diğinde batıldan dönerdi. İzzet-i nefs sergilediğinde zulüm ve sitemden uzaklaşırdı.

Evet, gerçekten o bir fazilet abidesi, keramet ve büyüklüğün en güzel örneği idi. İşte bunların hepsi o-nun İmam Hüseyin (a.s)’ı kendisine ayna olarak gör-mesinden kaynaklanmaktaydı. Hz. Abbas (a.s), sürekli imamının peşinden giderdi. Bakınız, dünyaya gelişin-de bile bir adım gerideydi. Öyle ki, İmam Hüseyin (a.s)’ın doğumu, Şaban ayının üçünde, Abbas (a.s)’ın doğumu ise, Hicretin 26. yılının Şaban ayının dördün-de vuku bulmuştur.[2]

Evet, Abbas (a.s) dünyaya geldi, tabii olarak bu çocuğa Peygamber (s.a.a)’in sünnetini uygulasınlar di-ye, babası Müminlerin Emiri Ali (a.s)’ın yanına getir-diler. Geçmişte dediğimiz gibi, Hz. Ali (a.s) onun annesini en şecaatli ve en cesur aileden seçmişti ki, şahadet ve er meydanı Kerbela’da, kardeşi ve İmamı olan İmam Hüseyin (a.s)’a yardımda bulunsun.

İmam Ali (a.s) oğlu Abbas’a baktığında, onun ba-şına gelecekleri hatırladı. Bu küçük yavrunun azaları-na tekrar tekrar bakıp ağlıyordu. Kollarına baktığında, zamanın imamı uğruna kesileceğini, göğsüne baktığın-da, o ilim ve hilimle dolu olan mübarek göğsüne düş-man oklarının saplanacağını, mübarek başına baktığın-da da, mızraklar üzerinde dolaştırılacağını görüyordu. Bundan dolayı da, İmamın gözlerinden hasret ve hü-zün damlacıkları dökülüyor ve ağlamasıyla Allah’ın arşını titretiyordu.

Böylece, Abbas (a.s)’ın, İmam Hüseyin (a.s)’ın ha-remindeki susuz yavrulara su getirmek amacıyla, Fırat kıyılarına nasıl gideceğini, kendisi susuz olduğu halde, kardeşinin susuzluğunu hatırlayıp, suyu elinden yere dökeceğini, beraberlik yolunda şehitlerin serveriyle birlikte omuz omuza onun yolunda fedakârlıklarda bu-lunacağını, ihlâsla kendi canını İmam Hüseyin (a.s)’a kurban vereceğini müşahede ediyordu.

Bu yavru, anne ve babası yanında çok değerli idi. Babası onunun büyüdüğünü, melekutî simasını, şecaat ve ebedi saadetini gördükçe seviniyor ama karşılaşa-cağı musibet ve zorlukları da hatırladıkça hüzün der-yasına dalıyordu. Nasıl hüzünlenmesin? Kimin içe-risinde birazcık insani şefkat varsa, bu sahneler karşı-sında mustarip ve perişan olur. Tabiidir ki, özellikle Hz. Ali (a.s) gibi bütün insanlığa sevgi besleyen birisi bu olaydan daha çok etkilenecektir.

Kamer-i Beni Haşim kitabının yazarı, yazısının 21. say-fasında şöyle diyor: Bir gün Ümm’ül-Benin, Ali (a.s)’ın Abbas'ı severken kollarından öpüp ağladığını görür. Annesi, gördüklerinden etkilenerek, müteessir olur. Çünkü ay parçası gibi bir evlada, babasının bakıp ağlaması görülmemiş bir o-laydı. Bunun sebebini İmam (a.s)’a sorduğunda, İmam (a.s) bu çocuğun kollarının, İmam Hüseyin (a.s)’a yardım uğruna ve onun yolunda kesileceğini bildirir. Bunu duyan anne, yüksek sele ağlamaya başlar ve onunla birlikte evde bulu-nanlar da ağlarlar. Ama Hazret, sözlerine devam ederek, o göz nuru yavrunun Allah katındaki menzilet ve makamın-dan bahsederek, bunun karşılığında Allah’ın ona iki kanat merhamet edeceğini, Cennette amcası Cafer b. Ebu Talib ile birlikte Melekler eşliğinde gezeceklerini bildirir. Bu müjdeyi duyan Ümm’ül-Benin sevinerek sakinleşir.[3]
 
[1] - Bihar’ul- Envar, c. 44, s. 256.
[2] - Envar-ı Numaniyye, c. 1, s. 124.
[3] - El -Abbas, s. 75

Hz. Ebu’l-Fazl’il-Abbas (a.s)’ın Evliliği

Her babanın arzusu, oğlunun evliliğini görmesi, gelinini kendi eliyle evine getirmesidir. Ama İbn-i Mülcem’in Hz. Ali (a.s)’ı şehit etmesi, bu arzunun gerçekleşmesine engel olmuştur.

İmam Hasan (a.s), kardeşi Abbas (a.s)’ı, hicretin 40 ile 46. yılında, Abdullah b. Abbas b. Abdülmuttalib’in kızı olan Lubabe ile evlendirmiştir. Lubabe’nin babası da meşhur ravilerdendir.

Hz. Ebu’l-Fazl’il-Abbas (a.s)’ın Çocukları

Ebu’l-Fazl’il-Abbas (a.s)’ın beş çocuğu vardır. Bunların dördü erkek, biri kızdır. Erkeklerin isimleri Ubeydullah, Fazl,[1] Hasan[2] ve Kasım’dır.

Ubeydullah ve Fazl’ın anneleri Lubabe hanımdır ki, Abbas b. Abdulmuttalib evlatlarındandır. Tarihçilerin çoğunluğuna göre, Hz. Abbas’ın soyu Ubeydullah’dan devam etmiştir. Bazılarına göre ise, Fazl’dan devam etmiştir. Ubeydullah’ın makam ve mevkii yüksekti. Ö-zellikle İmam-ı Seccad (a.s)’ın yanında ayrı bir yeri vardı. İmam (a.s) onu gördüğü zaman gözyaşlarını tu-tamaz ve babasının Kerbela’daki kahramanlığını hatır-ladığını buyururdu. Ubeydullah Hicretin 155. yılında vefat etmiştir. Hasan isminde bir oğlu ve onun da Fazl, Hamza, İbrahim, Abbas ve Ubeydullah adında beş er-kek çocuğu vardır.
 
[1] - Mekatil yazarları ve Nasih’ut-Tevarih kendilerinden bahsetmiştir.
[2] - Hadikat’un- Neseb ve Maarif-i İbn-i Kuteybe, s. 96. el-Abbas’tan naklen.

Hz. Abbas’ın İsim Ve Lakapları

Sekka:

" “Abbas (a.s)’a, kardeşi İmam Hüseyin (a.s) için su talebinde bulunduğundan “Sekka” denilmiştir.” [1]

Curmi b. A’la, Zubeyr’den o da amcasından şöyle naklediyor: Abbas b. Ali dünyaya geldiğinde ona “Sekka” denildi ve “Ebu Kırba” künyesi verildi.” [2]
 

[1] - Umdet’ut-Talib Fi Ensab-i Ali b. Ebi Talib, s. 349- 356
[2] - Mekatil’ut-Talibiyyin, s. 59

Bab’ul-Hevâic:

Hz. Abbas (a.s), düşman İmam Hasan (a.s)’ı terör etme düşüncesinde olduğundan dolayı her zaman kardeşini canı gönülden koruyordu. Kardeşi İmam Hasan (a.s)’ın şahade-tinden sonra da, Hz. İmam Hüseyin (a.s) için koruyuculuk ve hizmetçilik yapıyordu. Halkın isteklerini ve hacetlerini İmam Hasan ve İmam Hüseyin (a.s)’a ulaştırdığı ve onlardan gelen emirleri de halka ulaştırdığı için, o Hazrete “Bab’ul-Hevâic” yani hacetler kapısı denilmiştir.

Kamer-i Beni Haşim:

Hz. Abbas (a.s), çocukluğunun ilk günlerinden itibaren fevkalade güzel ve sevimli bir çocuktu. Onu çocukların hep-sinden güzel buluyorlardı. Bu yüzden herkes ona “Kamer-i Beni Haşim” lakabını taktı. Çünkü Arapların örfünde, fiziki güzelliğe sahip, cesaretli, yiğit, korkusuz ve manevi güzelliğe sahip olan kimselere “Kamer” yani “Ay” unvanı verilirdi.

Arapların bu örfünden dolayı, tarihte, Haşim’in babası o-lan Abdumenaf’a; “Kamer-i Betha” denilmiştir. Yine, Pey-gamber efendimiz (s.a.a)’in babasına; “Kamer-i Harem” de-nilmiştir. Keza insanlar, hem Bi’setten önce, hem de sonra-sında rüyalarında Ay'ı gördüklerinde, Peygamber Efendimizi görmeğe yormuşlardır.

Bir gün müminlerin annesi Safiyye (Huyey b. Ahtab’ın kızıydı), rüyasında Ay’ı, Medine’nin göklerinde iken kendi evine indiğini görür.

Yahudi ve zengin birisi olan Safiyye’nin kocası, bu rüya-yı yorumlatıp anladığında, Safiyye’nin yüzüne yumruklarla darbe indirmişti. Zira biliyordu ki, Medine’nin Ay’ı, Hz. Muhammed (s.a.a)’dir. Ve çok geçmeden Safiyye, O Hazre-tin hanımı olacaktır.

Evet, Safiyye’nin kocası Hayber savaşında Hz. Ali (a.s)’ın eliyle öldürüldü. Safiyye de esir oldu ve serbest bıra-kıldıktan sonra, Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.a) ile evlen-di.[1]

Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.a)’in annesi Amine (a.s) da, Hz. Muhammed (s.a.a)’e hamile olduğunda, rüya ale-minde “Ay” görmüş ve o anda kayıptan birisi ona şöyle ses-lenmişti: “Bu kadın hamiledir, rahminde beslediği çocuk, gelecekte bu ümmetin efendisi olacaktır.”

Hz. Abbas (a.s)’a da “Kamer-i Beni Haşim” lakabı verilmiştir. Bu lakap, onun manevi ve cismi güzelliklerini göstermektedir.
 
[1] - Sefinet’ul- Bihar, c. 2 36; Bihar’ul- Envar, c. 21, s. 33

Saki-yi Teşnekan (Susuzları Doyuran):

Hz. Ebu’l-Fazl’il-Abbas (a.s)’ın bu lakapla lâkaplanması, onun yiğitlik ve fedakârlığından kaynaklanmaktadır. Zira o Kerbela’da İmam Hüseyin (a.s) ve yaranına su getiriyordu. Düşman, Fırat nehrini muhasara altına alarak, Hz. Hüseyin (a.s)’ın çadırlarına su götürülmesine engel oldu, ama Hz. Abbas, birçok kez su getirdi. Ancak Aşura günü bu kutsal vazifesini yerine getirirken, Rabbinin çağrısına “lebbeyk” dedi ve şahadet şerbetini içti.

Abd-i Salih:

Abd-i Salih “salih kul” anlamındadır. Anlam olarak A-şura kahramanına en çok yakışan unvanlardan birisidir. Bu unvanı, İmam Cafer-i Sadık (a.s) Hz. Ebu’l-Fazl’il-Abbas (a.s)’ın ziyaret namesinde buyurmuştur.[1]

Masum İmam tarafından bir kişiye bu şekilde hitap edil-mesi onun ne derece yüce bir makama sahip olduğunun göstergesidir.

[1] - Kamil-i Ziyaret, s. 256

Etles:

 Hz. Ebu’l-Fazl’il-Abbas (a.s)’ın lakaplarından biri de Etles’tir. Etles; şecaatli ve yiğit anlamına gelmektedir.
Şehid:

Hz. Ebu’l-Fazl’il-Abbas (a.s)’a verilen unvanlardan bi-risi de şehiddir.

Şehid-i Kerbela:

Bu unvan da, Hazretin ziyaret namesinde gelmiştir. Herkes onu “Şehid-i Kerbela” diye anmaktadır.

İmam Zeyn’ul-Abidin (a.s), O Hazretin şahadetindeki aza-metini ve manevi makamının yüceliğini ifade eden hadisi şeri-finde şöyle buyuruyor: “Amcamız Abbas’ın Allah yanında öyle bir makamı vardır ki, kıyamet günü bütün şehitler ona gıpta edeceklerdir.” [1]


[1] - Bihar’ul- Envar, c. 44, s. 298

Hz. Abbas’ın Künyeleri

Ebu Kırba:

Kırba, su kaplarına denilir. “Ebu Kırba” ise bu kap-ların sahibi anlamına gelmektedir. Arapça dilinde her kim, herhangi bir şeyle çok içli dışlı olur ve birlikte olursa, o şeyin başına ebu kelimesi eklenerek o şahıs anılır.[1] Hz. Abbas (a.s) da Kerbela’da su getirme vazi-fesini üstlendiği ve su kaplarıyla su getirdiği için ona “Ebu Kırba” lakabı verilmiştir.

Aslında, Hazret küçüklüğünden itibaren, Arabistan yarım adasında makam ve övgü olarak önemli sayılan “Ebu Kırba” lakabına sahipti. Zira O küçüklüğünden beri su taşıyıp susuzları doyurmak görevini üstlenmişti. İşte bu yüzden O’na “Ebu Kırba” denilmiştir.

Haşim oğulları Kâbe’nin perdeciliği görevini üst-lenmişlerdi. Mekke, şimdi olduğu gibi o zamanda da hacıların ve yolcuların uğradığı, konakladıkları bir mekândı. Haşim oğulları Kâbe’nin perdecileri olduk-larından ziyaretçilerin su ihtiyaçlarını da karşılıyor-lardı. Özellikle de Abdulmuttalib zemzem kuyusunu kazmış, Ebu Talib (a.s) ise, “Meş’ar’ul-Harem”, “Ara-fat” ve “Mina”nın yollarının kenarında kuyular kazıp sular çıkarmıştı. Bu yüzden Ebu Talib (a.s)’a, hacı-ların sucusu manasına gelen “Saki-yi Hecic” lakabı verilmiştir.

Kısacası, tarihe dikkat edilirse, Mekke’de su ulaş-tırma organizasyonunu Haşim oğulları üstlenmiş ve bu işin başkanlığını onlar yapmışlardır. Hz. Ebu’l-Faz-l’il-Abbas (a.s) da bu güzel sünneti devam ettirdiğin-den ona; “Ebu Kırba” ve “Sekka” denilmiştir.
 
[1] - Nasih’ut- Tevarih, c. 2, s. 341


Ebu’l-Fazl:

Bu unvanın Hz. Ebu’l-Fazl’il-Abbas (a.s)’a veril-mesi konusunda iki yorum yapmak mümkündür:

1- Onun "Fazl" adında bir oğlu vardı. Bu yüzden ona Fazl’ın babası anlamına gelen Ebu’l-Fazl denildi. Zira Ebu’l-Fazl, Fazl’ın babası anlamındadır.

2- Hz. Abbas (a.s) ahlak ve faziletlerde çok yüce derecelere ulaştığından ve en güzel ahlakı simgeleyen özellikleri gösterdiğinden, O’na bu unvan verilmiştir. Yani o faziletlerin babasıdır. Bu güzel ahlaklara sahip olmak isteyenler, mutlaka ondan öğrenmeli ve o kapı-yı çalmalıdırlar ki, büyük ariflerin hayatına dikkat edi-lirse, önemli dini meselelerde takıldıklarında, O Haz-retin kapısını çalmakla rahmet kapılarının yüzlerine a-çıldığı görülmektedir.

Paylaşım :
Mail Yazdır Yorum Yaz 0 Yorum
03-06-2014 09:34 - 1871 Okunma
Caferider Web TV
Video Galeri
Foto Galeri
Yazarlar Tümü
Şirali Bayat
ŞİA-CAFERİ AZERİ MİLLETİNİN YÜCELİŞ SERÜVENİ
Av. Sinan Kılıç
Selahattin Özgündüz’e neden saldırıyorlar?
İbrahim ŞEREN
ALLAH PEYGAMBERİNİ MUHATAP ALARAK YÜCE KURAN’DA ŞÖYLE BUYURUYOR
Mehdi AKSU
İRAN’DA SÜNNİLER!
Hamit Turan
ŞÎR-İ FIZZA
Çayan Uludağ
Mekteb-i Kerbela
Abdullah Turan
İmam Mehdi'nin Dünyaya Geldiğini İtiraf Eden Ehl-i Sünnet Âlimleri
Kasım Alcan
Hiç olmazsa dünyanızda özgür kişiler olun
Namık Kemal Zeybek
Osmanlı'da Alevi Katliamı
Orhan Kiverlioğlu
Biz büyük devlet iken
Seyyid Ahmedi Safi
Tüm Müslümanları ilgilendiren önemli sorun
Hüseyin Çaça
Kerbela Hadisesi-1-
Musa Ayaztekin
Muta Nikahı Nedir, Ne Değildir?
27-04-2024 | Ana Sayfa | Ana Sayfam Yap | Sitenize Ekleyin | Künye | Foto Galeri | Video Galeri | Yazarlar | İletişim | RSS
CaferiDer ® 2012  
Sitede bulunun içerikler ve analizler kaynak gösterilerek alıntılanabilir Tasarım & Yazılım : Network Yazılım