Ana Sayfa İç Gündem Ülke Gündemi Dünya Gündemi Kütüphane Etkinlik Kültür -Sanat- Bilim Haber - Analiz Caferider
Özel Peygamberlik
Peygamberlik

Son peygamber, bütün zamanların peygamberi ve peygamberlerin sonuncusu olduğu için onun mucizesi de kalıcı bir mucize olmalıdır. Diğer taraftan Peygamber efendimizin gönderildiği (s.a.a) ortam fesahat ve belagat konusunda insanların yarıştığı bir ortamdı; o dönemde toplumun ileri gelenlerinin makam ve mevkileri, şiir ve nesirdeki fesahat ve belagat seviyelerine göre belirleniyordu.

Bu iki özellik Kur'an-ı Kerim''in sözcük ve mana bakımından efendimizin peygamberliğinin delili olmasını gerektirmiştir. Onlardan bazıları şöyledir:

1- Kur''an''ın Benzerini Getirmekten Aciz Olma:

Allah Resulü (s.a.a) farklı milletlerin değişik inançlarla yaşadığı bir zaman ve mekanda zuhur etmiştir. Bir grubu maddeci olup yaratılıcıyı inkar ediyorlardı; diğer bir grubu da tabiat ve madde ötesine inanıyorlardı. Bunların ise bir grubu putlara ve bir grubu da gök cisimlerine tapıyorlardı, putlara ve gök cisimlerine tapmayanlar ise Mecusilik, Yahudilik ve Hıristiyanlığa yönelmişlerdi.

Diğer taraftan İran şahinşahlığı ve Rum Herkül'ü zayıf milletleri sömürüyor veya onlara karşı savaş ve saldırı düzenliyordu.

Böyle bir dönemde İslam Peygamberi gayba ve tevhide inanma sancağını açarak insanları Allah'a kulluk edip zulüm ve küfür zincirlerini kırmaya davet etti. Allah Resulü İran padişahı ve Rum imparatorluğundan Gassan ve Hire sultanlarına kadar bütün zorba padişahları Allah''a kulluk etmeye, İslam dinini kabul etmeye, Allah'ın dini karşısında, hak ve adalete teslim olmaya davet etti.

Mecusilerin ikiliğiyle, Hıristiyanların baba, oğul ve kutsal ruh inancıyla ve Yahudilerin Allah ve peygamberlere yakışmaz isnatlarda bulunmalarıyla ve Arap Yarımadasının varlığının derinliklerinde kök salan adet ve alışkanlıklarıyla savaştı, tek başına bütün milletlere ve bütün ümmetlere kaşı koydu ve diğer mucizeler dışında peygamberlik delilinin Kur''an-ı Kerim olduğunu açıkladı ve bu kitapla meydan okuyarak padişah ve sultanların güçlerini, Yahudilerin Ahbarlarını, Hıristiyanların Kıssislerini ve bütün putperestleri karşılaşmaya davet etti: "Eğer kulumuz (Muhammed)e indirdiğimizden şüphe içinde iseniz, haydi onun gibi bir sûre getirin. Allah''tan başka bütün şâhid (yardımcı)larınızı da çağırın; eğer doğru iseniz (bunu yapın)."

Halkın genelinin kendi inançlarına karşı taassup içerisinde olduklarını ve din adamlarının kendi izleyicilerini korumaya çalıştıklarını ve sultanların raiyetlerin uyanmasından endişelendiklerini göz önünde bulundurarak, Kur''an''a karşı koyacak bir güçleri olsaydı bundan kesinlikle çekinmeyecekleri açıktır.

Fesahat ve belagatin önde gelen bilim adamları, şairleri ve hatipleri Ukkaz pazarını kendileri için yarışma meydanına dönüştürmüşlerdi; yarışmayı kazanan şiiri Ka''be''ye asıyorlardı. Eğer Kur''an''a karşı koyacak güçleri olsaydı, acaba dünya ve dinlerini kazanma veya kaybetme mevzusu söz konusu olan bu yarışmada neler yapmazlardı ki?!

Sonunda onun sözünü sihir diye yorumlamaktan başka bir çare bulamadılar: "Bu açık bir büyüden başka bir şey değil!"

Ebu Cehil, Arap fasihlerinin mercii ve sığınağı olan Velid b. Mugiyre''nin yanına giderek ondan Kur''an hakkında görüşünü söylemesini istedi. Dedi ki: "Onun hakkında ne diyeyim ki? Andolsun! Hiç biriniz şiir konusunda benden daha bilgili değilsiniz ve yine recez, kaside ve cinlerin şiirlerini benden daha iyi bileniniz yoktur. Andolsun! Onun söyledikleri bunlardan birine benzemiyor. Yemin ederim ki onun sözlerinde bir tatlılık var; onun sözleri her sözü ezer; o üstündür ve hiçbir şey ona üstün olamaz.

Bunun üzerin Ebu Cehil, "Andolsun! Senin kavmin onu yerecek bir söz söylemeyinceye kadar senden razı olmaz" dedi. Velid ise, "Beni bırak da bu konuda biraz düşüneyim" dedi. Bir süre düşündükten sonra dedi ki: "Bu, diğerlerinden haberi olan bir büyüdür."

Bunun kendisi de Kur''an-ı Kerim''in mucize oluşu konusunda teslim olmanın bir delilidir; çünkü büyü de beşerin gücünün dışında değildir. Arap Yarımadası ve komşu ülkelerde işlerinde uzman olan becerikli büyücü ve kahinler vardı; tarihin tanık olduğuna göre bunlar sihir, büyü ve kehanet konusunda gerçekten uzmanlardı; buna rağmen Peygamber Efendimizin (s.a.a) onlara Kur''an ile meydan okuduğu ve onların tümünün bu kitapla boy ölçüşmekten aciz oldukları tarih sayfalarını dolduran bir gerçektir. Onlar Kur''an'la boy ölçüşmek yerine Allah Resulü''nü (s.a.a) mal ve makamla susturmaya çalıştılar; bu da etkisiz olunca canına kıymaya karar verdiler.

2- Kur''an''ın Hidayeti:

Bir grubun tabiat ötesine inanmadığı ve insanı hayrete düşüren varlık aleminde şuursuz ve idraksiz tabiatın tasarruf ettiğini sandığı, tabiat ötesine inananların çeşitli putlar şeklindeki mabutlara taptıkları, ilahî bir dine sahip olanlar da tahrif olmuş kitaplarına dayanarak yaratıcının yaratılmışların, sıfatlarına sahip olduğunu sandıkları bir dönemde ve tarihin fikrî, ahlakî ve amelî açıdan aşırı derecede sapmalarına tanık olduğu bir ortamda ders okumamış ve öğretmen yüzü görmemiş birisi ayağa kalkarak dalalet uçurumları karşısında insanı hidayete götüren ana yolu göstermiş ve insanları bütün eksikliklerden münezzeh olan, bütün kemaller ve cemaller kendisinden olan, bütün hamd ve senalar kendisine mahsus olan ve kendisinden başka hiçbir varlık tapınmaya layık olmayan, bir sınırla sınırlanmaktan, bir sıfatla sıfatlanmaktan yüce olan Allah Teala''ya tapmaya davet etmiştir: "Subhanellah, ve''l-hamdulillah ve la ilahe illellah vellahu ekber."

Sayılan şeyleri ve sayıyı yaratan, eş ve çocuk sahibi olmaktan münezzeh olan Allah''a terkip, teslis, ihtiyaç ve doğurma nispeti verdikleri ve O'nun için bir benzer tasavvur ettikleri bir dönemde Kur''an-ı Kerim, Allah Teala'yı bütün bu kuruntulardan tenzih etmiş ve bir olmakla överek akli, hayalî ve hissî terkiplerden münezzeh olduğunu, O'nun herkesten ve her şeyden ihtiyaçsız olduğunu, O'ndan başka herkes ve her şeyin muhtaç olduğunu, kutsal zatının ister aklî olsun ister hissî, doğurmadan tüm anlamıyla münezzeh olduğunu, varlıkların onun gücüyle var olduğunu ve onun maşiyyetiyle yaratıldıklarını, zat, sıfat ve fiillerinde onun eşi ve benzeri olmadığını vurgulamıştır.

Her ne kadar Kur''an-ı Kerim''de Allah''ı, O''nun yüce sıfatlarını ve güzel isimlerini tanıma hakkında binin üzerinde ayet varsa da, ancak onun bir satrı üzerinde düşünmek bile bu hidayetin yüceliğini aydınlatmaktadır: "De ki: O, Allah birdir. Allah Samed''dir. Kendisi doğurmamıştır ve doğurulmamıştır. Hiçbir şey O''nun dengi olmamıştır."

Peygamberimizin Ehlibeyt''inin kelimeleri marifet hazinelerinin anahtarlarıdırlar; bu konuda iki hadisle yetiniyoruz:

1- İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Allah Teala yarattıklarında yoktur, yarattıkları da O'nda yoktur -yani, yaratanla yaratılanlar arasında tam bir ayrıcalık var, hiçbir ortak özellik ve benzerlik yoktur-. Ve -Allah dışında- kendisine "şey" denilen her şey yaratılmıştır. Allah her şeyin yaratıcısıdır ve hiçbir şey O''nun gibi olmayan Allah münezzehtir."

İmam Muhammed Bâkır''dan (a.s) şöyle rivayet edilmektedir:"Hayalinizde en dakik anlamlarıyla tasavvur her şey sizin gibi imal edilmiş ve yaratılmıştır ve size döner."۶

Yüzlerce milyon Yahudi ve Hıristiyanların inanç kaynağı olan ahd-i atik ve ahd-i cedide (Yahudi ve Hıristiyanların kutsal kitabı) müracaat edildiğinde Kur''an'ın ilahî öğretilere hidayetinin yüceliği daha fazla aydınlık kazanmaktadır. Bu mukaddimede onlardan birkaç örnek verelim:

A- Sıfr-ı Tekvin (Yaratılış), İkinci Bölüm şöyledir: "Tanrı yapmakta olduğu işi yedinci gün bitirdi. O gün işi bırakıp dinlendi. Yedinci günü kutsadı. Onu kutsal bir gün olarak ayırdı. Çünkü Tanrı o gün yaptığı, yarattığı bütün işi bitirip dinlendi… Ve ona, "Bahçede istediğin ağacın meyvesini yiyebilirsin" diye buyurdu. "Ama iyiyle kötüyü bilme ağacından yeme. Çünkü ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün."

B- Sıfr-ı Tekvin (Yaratılış) Üçüncü Bölüm: "RAB Tanrı'nın yarattığı yabanıl hayvanların en kurnazı yılandı. Yılan kadına, "Tanrı gerçekten, ''Bahçedeki ağaçların hiçbirinin meyvesini yemeyin'' dedi mi?" diye sordu. Kadın, "Bahçedeki ağaçların meyvelerinden yiyebiliriz" diye yanıtladı. "Ama Tanrı, ''Bahçenin ortasındaki ağacın meyvesini yemeyin, ona dokunmayın; yoksa ölürsünüz'' dedi." Yılan, "Kesinlikle ölmezsiniz" dedi. "Çünkü Tanrı biliyor ki, o ağacın meyvesini yediğinizde gözleriniz açılacak, iyiyle kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız." Kadın ağacın güzel, meyvesinin yemek için uygun ve bilgelik kazanmak için çekici olduğunu gördü. Meyveyi koparıp yedi. Yanındaki kocasına verdi. Kocası da yedi. İkisinin de gözleri açıldı. Çıplak olduklarını anladılar.

Bu yüzden incir yaprakları dikip kendilerine önlük yaptılar. Derken, günün serinliğinde bahçede yürüyen RAB Tanrı'nın sesini duydular. O'ndan kaçıp ağaçların arasına gizlendiler. RAB Tanrı Adem'e, "Nerdesin?" diye seslendi. Adem, "Bahçede sesini duyunca korktum. Çünkü çıplaktım, bu yüzden gizlendim" dedi. RAB Tanrı, "Çıplak olduğunu sana kim söyledi?" diye sordu, "Sana meyvesini yeme dediğim ağaçtan mı yedin?...""

Bu bölümün 22. ayetinde şöyle geçmiştir: "Sonra şöyle dedi: "Adem, iyiyle kötüyü bilmekle bizlerden biri gibi oldu. Şimdi yaşam ağacına uzanıp meyve almasına, yiyip ölümsüz olmasına izin verilmemeli.""

Altıncı bölümün 6 ve 7. ayetinde ise şöyle geçer: "İnsanı yarattığına pişman oldu. Yüreği sızladı. "Yarattığım insanları, hayvanları, sürüngenleri, kuşları yeryüzünden silip atacağım" dedi, "Çünkü onları yarattığıma pişman oldum.

Şimdi bu ayetlerin bazı yönlerine değinelim:

a- Allah Teala insanı yarattı ve ona iyi ile kötüyü tanıması için akıl verdi ve onu ilim ve tanıma için yarattığına göre iyi ve kötüyü tanımaktan nasıl onu meneder?!

Ama Kur''an'ın hidayeti şöyledir: "De ki: "Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" "Allah katında canlıların en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir."

İlim, marifet, düşünme ve akıl etme ile ilgili Kur''an ayetleri bu özet kitabımızda anlatamayacağımız kadar fazladır.

b- "İyiyle kötüyü bilme ağacından yeme. Çünkü ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün" diyor. Ama Adem ile eşi o ağaçtan yedikleri halde ölmüyorlar veya ondan yemleri durumunda ölmeyeceklerini biliyorlar; bu durumda da "ölürsünüz" sözü yalandır. Veya bilmiyor; o halde cahildir. Bu durumda yalancı ve cahil birisine nasıl Tanrı söylenebilir?!

Daha şaşırtıcısı şu ki, yılan Adem ile eşini iyi ve kötüyü bilme ağacından yemeye yönlendirip onlar için Tanrı'nın yalanını ortaya koyuyor, uydurma Tanrının hilesini onlara gösteriyor!

Ancak Allah''ın ilmi konusunda Kur''an''ın hidayetinin örneği şudur: "Onların önlerinde ve arkalarında olanı bilir. O''nun ilminden, ancak kendisinin dilediği kadarından başka bir şey kavrayamazlar." "Göklerde ve yerde zerre ağırlığınca bir şey, O''ndan gizli kalmaz."۱۰ "Tanrınız ancak kendisinden başka tanrı olmayan Allah''tır. O''nun bilgisi her şeyi kuşatmıştır." "De ki: "Onu, göklerdeki ve yerdeki gizleri bilen indirdi. O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir." "Gerçekten Allah, onların gizlediklerini de bilir, açığa vurduklarını da." "O, öyle Allah''tır ki O'ndan başka tanrı yoktur. Görülmeyeni ve görüleni bilir. O çok esirgeyen, çok acıyandır."۱۴

c- Ademi ağaçların arasında kaybeden ve, Neredesin? Diyen, nihayet ademin sesiyle onu bulan, bahçedeki ağaçlar onu görmesine engel olan sınırlı bir varlık nasıl alemlerin Rabbi, gizli ve açıkları bilen, zaman ve mekanı yaratıp, gökleri ve yeri kuşatan olabilir?!

Kur''an''ın hidayet örneği şöyledir: "Gayb''ın (görünmez bilginin) anahtarları, O''nun yanındadır, onları O'ndan başkası bilmez. (O) karada ve denizde olan her şeyi bilir. Düşen bir yaprak, ki mutlaka onu bilir, yerin karanlıkları içinde gömülen dâne, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki, apaçık bir Kitapta olmasın."

d- Tevhide yönlendirme ve "O''na benzer hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir" olan Allah''ı tenzih etme yerine şirk ve benzetmeye yönlendiriyor ve diyor ki: "Rabb dedi ki: Adem iyiyle kötüyü bilmekle bizlerden biri gibi oldu…"

e- Allah''ın Adem''i yaratmaktan pişman olduğunu söyleyerek O''nun, yaptığı işin ilerisinden cahil olduğunu dile getiriyor. Allah Teala''ya O'nun zatının ve yaratıcılığının sınırlanmasını, O'nun ilim nuru ve cehalet karanlığından bileşimine gerektiren cehalet isnadı etmek insanı Allah''a yönlendiren beşerin kılavuzu olan ilahî bir kitapla nasıl bağdaşıyor?!

Oysa Kur''an'ın hidayeti şöyledir: "Yaratan bilmez mi? O latiftir (bilgisi her şeyin içine geçen, her şeyi) haber alandır."۱۷ "Bir zamanlar Rabbin meleklere: "Ben yeryüzünde bir halife yapacağım," demişti. (Melekler): "Orada bozgunculuk yapan, kan döken birisini mi halife yapacaksın? Oysa biz seni överek tesbih ediyor ve seni takdis ediyoruz?" dediler. (Rabbin): Ben sizin bilmediklerinizi bilirim," dedi."۱۸

f- Allah Teala''ya, cisim, cehalet ve acizliğin gereği olan hüzün ve üzüntü nispeti vermiştir. Oysa Kur''an''ın hidayeti şöyledir: "Göklerde ve yerde bulunan her şey Allah''ı tesbih etmiştir. O, azizdir hakimdir. Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Yaşatır, öldürür, O her şeyi yapabilir. O, ilktir (kendisinden önce hiçbir varlık yoktur,) sondur (kendisinden sonra hiçbir varlık yoktur. Her şey yok olurken O kalacaktır,) zâhirdir (delilleriyle varlığı gün gibi açıktır,) bâtındır (zâtının hakikati gizlidir, akıllar O''nun özünü idrak edemez,) O, her şeyi bilendir."

Hıristiyanların Bazı Özel İnançları

1- Yuhanna'nın 1. mektubunun, beşinci bölümünde şöyle geçer: "İsa''nın Mesih olduğuna inanan herkes Tanrı''dan doğmuştur. Baba''yı seven, O''ndan doğmuş olanı da sever… İsa''nın Tanrı Oğlu olduğuna iman edenden başka dünyayı yenen kim vardır? Su ve kanla gelen, İsa Mesih''tir. O yalnız suyla değil, su ve kanla gelmiştir. Kendisine tanıklık eden Ruh'tur. Çünkü Ruh gerçektir. Şöyle ki, tanıklık edenler üçtür: Ruh, su ve kan. Bunların üçü de uyum içindedir."

2- Yuhanna'nın İncil'i, birinci bölüm, ilk ayetten itibaren şöyledir: "Başlangıçta Söz vardı. Söz Tanrı'yla birlikteydi ve Söz Tanrı'ydı. Başlangıçta O, Tanrı'yla birlikteydi. Her şey O''nun aracılığıyla var oldu, var olan hiçbir şey O''nsuz olmadı. Yaşam O''ndaydı ve yaşam insanların ışığıydı. Işık karanlıkta parlar ve karanlık onu alt edememiştir. Tanrı''nın gönderdiği Yahya adlı bir adam ortaya çıktı. O, tanıklık için, ışığa tanıklık etsin ve herkes onun aracılığıyla iman etsin diye geldi. Kendisi o ışık değildi, ama ışığa tanıklık etmeye geldi. Dünyaya gelen, her insanı aydınlatan gerçek ışık vardı.

 O, dünyadaydı, dünya O''nun aracılığıyla var oldu, ama dünya O''nu tanımadı. Kendi yurduna geldi, ama kendi halkı O''nu kabul etmedi. Ancak, kendisini kabul edip adına iman edenlerin hepsine Tanrı''nın çocukları olma hakkını verdi. Onlar ne kandan, ne bedenin isteğinden, ne de insanın isteğinden doğdular; tersine, Tanrı''dan doğdular. Söz insan olup aramızda yaşadı. Biz de O'nun yüceliğini, Baba'dan gelen, lütuf ve gerçekle dolu olan biricik Oğul''un yüceliğini gördük."

3- Yuhanna İncil''inde, altıncı bölümde, 51. ayetten itibaren şöyle geçer: "Gökten inmiş olan diri ekmek ben''im. Bu ekmekten yiyen sonsuza dek yaşayacak. Dünyanın yaşamı uğruna vereceğim ekmek de benim bedenimdir.» Bunun üzerine Yahudiler, «Bu adam yememiz için bedenini bize nasıl verebilir?» diyerek birbirleriyle çekişmeye başladılar. İsa onlara şöyle dedi: «Size doğrusunu söyleyeyim, İnsanoğlu'nun bedenini yiyip kanını içmedikçe, sizde yaşam olmaz. Bedenimi yiyenin, kanımı içenin sonsuz yaşamı vardır ve ben onu son günde dirilteceğim.

Çünkü bedenim gerçek yiyecek, kanım gerçek içecektir. Bedenimi yiyip kanımı içen bende yaşar, ben de onda. Yaşayan Baba beni gönderdiği ve ben Baba'nın aracılığıyla yaşadığım gibi, bedenimi yiyen de benim aracılığımla yaşayacak."

4- Yuhanna'nın İncil''inde, ikinci bölümün 3. ayetinden itibaren şöyle geçmektedir: "Şarap tükenince İsa'nın annesi O''na, «Şarapları kalmadı» dedi. İsa, «Anne, benden ne istiyorsun? Benim saatim daha gelmedi» dedi. Annesi hizmet edenlere, «Size ne derse onu yapın» dedi. Yahudilerin geleneksel temizliği için oraya konmuş, her biri seksenle yüz yirmi litre alan altı taş küp vardı. İsa hizmet edenlere, «Küpleri suyla doldurun» dedi. Küpleri ağızlarına kadar doldurdular. Sonra hizmet edenlere, «Şimdi bundan alın, şölen başkanına götürün» dedi. Onlar da götürdüler. Şölen başkanı, şaraba dönüşmüş suyu tattı. Bunun nereden geldiğini bilemedi, oysa suyu küpten alan hizmetkârlar biliyorlardı. Şölen başkanı güveyi çağırıp ona dedi ki, «Herkes önce iyi şarabı, çok içildikten sonra da kötüsünü sunar. Ama sen iyi şarabı şimdiye dek saklamışsın.» İsa bu ilk mucizesini Celile''nin Kana köyünde yaptı ve yüceliğini gösterdi. Öğrencileri de O''na iman ettiler."

Bu ayetlerin bazı yönlerine işaret edelim:

A- Hıristiyanların ittifak ettikleri temel inançlarından biri teslis (üçleme) inancıdır. Diğer taraftan, Yuhanna''nın İnci''inde 17. bölümün 3. ayetinde şöyle geçiyor: "Sonsuz yaşam, tek gerçek Tanrı olan seni ve gönderdiğin İsa Mesih''i tanımalarıdır."

Onların arasındaki kesin ilkelerden biri "Ekanim-i Selâs"e۲۰ inanmaktır. Çünkü Yuhanna'nın İncili''nde tanrı gerçek birlikle tavsif edildiğinden, tevhidle teslisi bir araya toplayarak Yuhanna'nın birinci mektubunda "Her üçü de birdir" şeklinde geçtiği gibi, bunların "gerçek anlamda birbirinden ayrı ve farklı olduğu gibi gerçek anlamda birdirler de" demekten başka bir çare göremediler.

Bu inanç birkaç sebeple batıl ve yanlıştır; bunlardan bazıları şöyledir:

1- Sayıların mertebeleri -bir ve üç gibi- birbirlerine zıttırlar ve zıtların bir araya toplanması ise imkânsızdır. Üç bir olduğu halde birin üç olması nasıl mümkündür?!

2- Teslis inancı beş tanrıya inanmayı gerektirir ve -tevhid konusunda geçtiği gibi- bu rakam böylece sonsuza kadar artar. Dolayısıyla Hıristiyanların sonsuz tanrıya inanmaktan başka bir çaresi yoktur.

3- Teslis bileşimi gerektirmektedir; bileşim ise cüz ve parçalara ihtiyaç duymayı ve parçaları birleştiriciyi gerektirmektedir.

4- Teslis inancı, sayıların yaratıcısını, yaratılmakla sıfatlandırmayı gerektirmektedir; çünkü sayı ile sayılan her ikisi de yaratılmıştır ve Allah Teala ise sayılır olmaktan, hatta vahdet-i adadiyye''den (sayısal vahdet) bile münezzehtir: "Allah, üçün üçüncüsüdür diyenler elbette kâfir olmuşlardır. Oysa yalnız bir tek tanrı vardır, başka tanrı yoktur. Bu dediklerinden vazgeçmezlerse elbette onlardan inkâr edenlere acı bir azâb dokunacaktır."۲۱

Onlar İsa'yı apaçık bir şekilde Allah''ı oğlu bilmişlerdir. Fakat Kur''an-ı Kerim şöyle buyuruyor: "Meryem oğlu Mesih, bir elçiden başka bir şey değildir. Ondan önce de elçiler gelip geçmiştir. Annesi de dosdoğruydu. İkisi de yemek yerlerdi. (Yaşamak için yemeğe muhtaç olan nasıl tanrı olabilir?) Bak, onlara nasıl âyetleri açıklıyoruz, sonra bak nasıl (haktan) çevriliyorlar!?" Ve "İkisi de yemek yerlerdi" cümlesi, cezb ve defedilen yemeğe muhtaç olan bir varlığın ibadet edilmeye layık olmadığına işaret etmektedir.

B- İsa'nın "Söz" olduğuna ve Söz''ün tanrı olduğuna ve tanrı olan o Söz''ün dünyaya gelerek cisimleştiğine ve ekmek olduğuna, takipçilerinin eti ve kanıyla birleştiğine ve onun ilk mucizesinin suyu şarap etmesi olduğuna ve akılları tamamlamak için gelen kimsenin mucizesi mest ettiğine ve aklı başından aldığına inanmak hangi akıl ve mantıkla bağdaşıyor?!

C- Bir taraftan İsa'yı Tanrı bilmişler, diğer taraftan Semuil''in ikinci kitabında, 11. bölümde Davud peygambere eşi olan kadınla zina isnadında bulunarak demişlerdir ki: Davud o kadınla zina yaptı ve kadın ondan hamile oldu. Sonra onun kocasını savaşa gönderdi ve ordunun komutanına da o kadının kocasını savaşın ilk hattında zorlu bir savaşa göndermesini ve vurulup öldürülmesi için de arkasından çekilmelerini yazdı. Böylece onun karısını kendi evine getirdi. İsa''nın soyunu, Metta'nın İncil''inde, birinci bölümde bu evliliğe dayandırmışlar, Davud peygamber ve Zebur kitabının sahibini böyle bir cinayetle suçlamışlardır.

Kur''an''ın hidayeti Allah Teala'yı bu kuruntulardan tenzih etmiş, Meryem oğlu Hz. İsa''ya inanmayı onu zinadan dünyaya geldiğini söyleyenlerin tefritinden ve onu Allah''ın oğlu bilenlerin ifratından kutsayarak şöyle buyurmuştur: "Kitapta Meryem''i de an. Bir zaman o âilesinden ayrılıp doğu yönünde bir yere çekilmişti." Nihayet buyuruyor ki: "Çocuk: "Ben şüphesiz Allah''ın kuluyum. Bana kitap verdi ve beni peygamber yaptı" Davud''un kutsallığı konusunda da buyuruyor ki: "Ey Dâvûd, biz seni yeryüzünde (senden öncekilerin yerine) hükümdar yaptık."۲۵ Ve peygamberimiz Hz. Muhammed'e (s.a.a) ise şöyle buyuruyor: "Onların dediklerine sabret de güçlü kulumuz Dâvûd''u an; çünkü o (bize) çok başvururdu."

Bunlar Allah''ı tanıma konusunda Kur''an'ın hidayetinden örneklerdir.

Kur''an-ı Kerim''in insan saadetindeki öğretilerinin örneği ise şöyledir:

Zorbalık, para, ırk, kabile, deri rengi ayrıcalığını reddederek fazilet ölçüsünü insanî mükemmellikler bilerek şöyle buyurmuştur: "Ey insanlar, biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah yanında en üstün olanınız, (günâhlardan) en çok korunanınızdır. Allah bilendir, haber alandır."

Sarhoş edici şeyleri içmeyi fasit düşünceleri ve kumar ve faizin yayılmasıyla hasta iktisadı şu ayetlerle ıslah ve tedavi etmiştir: "Ey inananlar, şarap, kumar, dikili taşlar, şans okları şeytân işi birer pisliktir. Bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz."۲۸ "Oysa Allah, alış-verişi helâl, ribâyı harâm kılmıştır." "Mallarınızı, aranızda bâtıl (sebepler) ile yemeyin."

İnsanın canını şu ayetlerle korumuştur: "Haksız yere Allah''ın yasakladığı cana kıymayın!"۳۱ "Kim de onu(n hayatını kurtarmak sûretiyle) yaşatırsa, bütün insanları yaşatmış gibi olur."

Üst tabakanın elleri altındakilere zulüm ve haksızlık kapısını kapatmış ve insanların yüzüne adalet ve ihsan kapısını açarak şöyle buyurmuştur: "Kim size saldırırsa, onun size saldırdığı kadar siz de ona saldırın."۳۳ "Allah sana nasıl iyilik ettiyse sen de öyle iyilik et, yeryüzünde bozgunculuk (etmeyi) isteme." "Allah adâleti, ihsanı, akrabâya vermeyi emreder."

Kadınlara hayvan muamelesi yaptıkları bir dönemde şöyle buyurmuştur: "Onlarla iyi geçinin."۳۶"Kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır."

Her türlü ihaneti engelleyerek şöyle buyurdu: "Allah, size emânetleri ehline vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adâletle hükmetmenizi emreder."

Ahdi yerine getirmeyi imanın nişanelerinden sayarak şöyle buyuruyor: "Ve o (mü'min)ler emânetlerine ve ahidlerine özen gösterirler." "Ahdi de yerine getirin, çünkü ahd''den sorulacaktır."۴۰

Ümmeti ise , "Hikmeti dilediğine verir. Hikmet verilen kimseye çok hayır verilmiştir" buyruğuyla cehalet ve akılsızlık zilletinden öyle bir kurtardı ki, dünyada ilim ve hikmet meşalelerini taşıyanlardan oldular.

Takipçilerine her türlü iyiliği emretti ve onları her türlü kötülükten sakındırdı; onlara tertemiz şeyleri helal edip habis ve çirkin şeyleri haram etti ve onları fıtratlarına aykırı olarak kendilerini düçar ettikleri her türlü kutsallık bağından kurtardı: "Onlar ki yanlarındaki Tevrât ve İncil''de yazılı buldukları o Elçi''ye, o ümmi Peygamber''e uyarlar. O (Peygamber) ki, kendilerine iyiliği emreder, kendilerini kötülükten meneder; onlara güzel şeyleri helâl, çirkin şeyleri harâm kılar, üzerlerindeki ağırlıkları, sırtlarındaki zincirleri kaldırıp atar. O''na inanan, destekleyerek O''na saygı gösteren, O''na yardım eden ve O''nunla beraber indirilen nura uyanlar, işte felâha erenler onlardır."

Doğru inançları tanıma, ahlaki güzellikler ve salih amelleri kpsamına alacak şekilde iyilik dairesini genileterek ve batıl inançlar, çirkin ahlak ve bozuk amelleri içene alacak biçimde kötülük ve çirkinlik dairesini genişleterek iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmayı bütün mümin erkek ve kadınların vazifesi bilerek şöyle buyurmuştur: "İnanan erkekler ve inanan kadınlar, birbirlerinin velisidirler. İyiliği emrederler, kötülükten men''ederler, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah''a ve Elçisine itâ''at ederler. İşte onlara Alah rahmet edecektir. Allah dâimâ üstündür, hüküm ve hikmet sâhibidir." Ve diğer taraftan da şöyle buyurmuştur: "Ey inananlar niçin yapmayacağınız şeyi söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyi söylemek, Allah katında en sevilmeyen bir şeydir." Ve bu iki ayetle bütün insanlara her şeyde hikmet, iffet, şecaat ve adalete ulaşma ve bütün insanî faziletlerle medine-i fazile oluşturma yolunu göstermiştir.

Bunlar Kur''an-ı Kerim''in hidayet güneşinin ışınından bazı numunelerdi. Bu ilahî kitabın bütün ilahi öğretilere hidayeti ve insanı dünya ve ahiret saadetine ulaşmaya yönlendirmesi için inanç, ahlak, ibadetler, muamelat ve siyaset konusunda Kur'an-ı Kerim ayetlerinin sırlarını incelemeye ihtiyaç vardır; bunun için de daha geniş ve ayrıntılı kitapların yazılması gerekir.

3- Kur''an''ın Gaybi Haberlerî:

Allah tarafından, kıyamet gününe kadar insanların hidayet etmek için peygamberliğe gönderildiğini iddia eden bir kimse için en zor şey gelecekten haber vermektir; bu konumdaki bir kişi, milyarda bir de aksinin çıkabileceğini ihtimal verse, getirdiği dinin temelinin dağılmasına neden olabileceği için ihtimal verdiği şeyin önemi açısından ihtiyatı gözeterek susması gerekir. Ve eğer onun yakin ve tam bir güvenle gelecekte bir şeyin vuku bulacağını haber verdiğini ve söylediği şeyin de gerçekleştiğini görürsek, verdiği haber, onun zaman ve zamanla ilgili şeyleri kapsayan bir ilme sahip olduğunu gösterir.

Kur''an-ı Kerim''in bazı gaybî haberleri şöyledir:

a- Rumların mağlup olduktan sonra galip geleceklerinin haberinin verilmesi: "Elif lâm mim. Rum(lar), yenildi. (Bölgeye) En yakın bir yerde. Onlar (bu) yenilgilerinden sonra yeneceklerdir." Bu haber, tarih kitaplarında da geçtiği üzere hiç kimsenin İran''ın yenileceği ve Rum''un zafer kazanacağını aklından bile geçirmediği bir dönemde verilmiştir.

b- Allah Resulü''nün (s.a.a) Mekke''ye döneceğinin haber verilmesi: "Kur''ân''ı sana (indiren ve) gerekli kılan (Allah), elbette seni varılacak yere döndürecektir."

c- Münafıkların Allah Resulü''ne (s.a.a) suikast etmek için hazırlanıp komplo kurmaları ve onun korunacağının haber verilmesi: "Ey Elçi, Rabbinden sana indirileni duyur; eğer bunu yapmazsan, O''nun mesajını duyurmamış olursun. Allah seni insanlardan korur."

d- Mekke''nin fethedileceğinin ve Müslümanların Mescid-i Haram''a gireceklerinin ve onların ruhî ve cismî özelliklerinin haber verilmesi: "Allah dilerse, başlarınızı (kökten) traş ederek ve(ya) saçlarınızı kısaltarak, korkmadan, güven içinde Mescid-i Harâm''a gireceksiniz."

e- Tebuk savaşından döndükten sonra münafıklar hakkında şu ayet nazil oldu: "''Asla benimle çıkmayacaksınız, benimle beraber düşmanla savaşmayacaksınız'' de."Ve ayetin buyurduğu gibi de oldu.

f- Müşriklerin çokluklarıyla övündükleri ve kesin bir zafere ulaşacaklarına emin oldukları Bedir savaşında şu ayet nazil oldu: "Yoksa "Biz muzaffer (yenilmez) bir topluluğuz" mu diyorlar? O topluluk bozulacak ve geriye dönüp kaçacaklardır."

g- Hayber''in fethinden ve Müslümanların ganimetleri ele geçirmeden önce, İran ve diğer ülkelerin hazinelerini ele geçirmek onların akılından bile geçmediği bir dönemde şu ayet nazil oldu: "Andolsun o ağacın altında (Hudeybiye''de) sana bey''at ederlerken Allah, müminlerden razı olmuştur. Kalplerinde olanı bilmiş onlara güven indirmiş ve onları pek yakın bir fetih ile mükâfatlandırmıştır.

Ve onları alacakları bir çok ganimetlerle de ödüllendirdi. Allah, çok güçlüdür, hikmet sahibidir. Allah, size birçok ganimetler va''d buyurdu, onları alacaksınız. Şimdilik bunu size peşin verdi ve sizden o insanların ellerini çekti ki inananlara bir delil olsun ve sizi doğru bir caddeye çıkarsın. Henüz elinizin ermediği, fakat Allah''ın (bilgisi ile) kuşattığı bir diğerini daha (vaad buyurdu). Allah, her şeye gücü yetendir."

 h- Allah Resulü''nün (s.a.a) oğlu vefat edince Asim b. Vail, "Muhammed''in soyu kesiktir; yerine geçecek bir oğlu yoktur. Ölünce hatırlanmayacaktır artık" söyleyince şu sure nazil oldu: "Biz sana Kevser''i verdik. Öyleyse Rabbin için namaz kıl ve nahret (kurban kes veya ellerini boğazına kadar kaldırıp tekbir al). Asıl sonu kesik olan, sana buğzedendir."۵۲ Bu sure, Allah Resulü''ne (s.a.a) "soyu kesiktir" diyenin soyunun kesileceğini ve onun soyunun devam edeceğini bildirmiştir.

4- Yaratılışın Sırlarından Haberdar Olmak:

Beşerin bilgisi gök cisimlerini basit bildikleri ve onların hareket edebileceklerini düşünemediği bir dönemde yörüngede yıldızların hareket halinde olduğunu haber vermiştir: "Ne güneş aya erişebilir, ne de gece, gündüzün önüne geçebilir. Hepsi bir felekte (yörüngede) yüzmektedirler."

Zevciyet kanununun eşyaları da kapsadığının bilinmediği bir dönemde buyurmuştur ki: "Her şeyden iki çift (erkek-dişi) yarattık ki düşünüp öğüt alasınız."۵۵

Diğer kürelerde bir canlının olması ihtimali verilmediği bir zamanda şöyle buyurmuştur: "Gökleri, yeri ve bunların içine yaydığı canlıları yaratması da O''nun âyetlerinden (birliğinin ve kudretinin işâretlerinden)dir."

Ve yine rüzgar vesilesiyle dişi bitkilerin erkek nutfelerle aşılanmasını haber veriyor: "Rüzgârları, aşılayıcı olarak gönderdik"

Gök cisimlerinin basit ve onların yaratılışlarının yeryüzündeki cisimlerden farklı bilindiği, alemin daha önce bitişik olduğu ve sonra ayrıldığı konusundan kimsenin haberleri olmadığı bir dönemde buyurmuştur ki: "O nankörler görmediler mi ki göklerle yer bitişik idi, biz onları ayırdık."

Ve insanoğlunun, alemin genişletildiğinden haberi olmadığı bir dönemde buyuruyor ki: : "Göğü sağlam yaptık, biz genişleticiyiz (kudretimiz geniştir, göğü öyle genişleten biziz)."

Bilim adamlarının, gökyüzündeki cisimlerin yarılıp birbirine kavuşmasının imkansız olduğunu sandıkları ve insanın onların üzerinde etki bırakabileceği kimsenin aklından bile geçirmediği bir dönemde şu ayet nazil oldu: "Ey cinler ve insanlar topluluğu, göklerin ve yerin bucaklarından geçip gitmeğe gücünüz yeterse geçin gidin. Ancak kudretle geçebilirsiniz."

Bir bölümüne değindiğimiz alemdeki sırlarla ilgili ayetlerin varlığı, bu kitabın Yüce Yaratıcı tarafından nazil olduğunu göstermektedir.

5- Kur''an''ın Çekiciliği:

Kur''an'ın diliyle aşina olan insaf sahibi her insan Kur''an''ın ruhu ve çekiciliği olduğunu itiraf eder; bir söz her ne kadar mana, beyan ve güzellik inceliklerini içeren tüm belagat ölçülerine sahip olsa gene de Kur'an'a oranı, yapma gülün gerçek ve doğal güle ve insanın heykelinin ' kendisine oranı gibidir.

6- Kur''an''da İhtilafın Olmayışı:

Şüphesiz fikrî tekâmül nedeniyle, insanın söz ve davranışlarının tümü aynı seviyede değildir ve bir dalda uzman olan her bilim adamının, kendisini o işe konsantre etse bile bilimsel eserleri hayatının çeşitli merhalelerinde farklıdır; böyle bir kişinin düşüncesinin değişmesiyle eserleri de değişir.

Kur''an yaratılış ve kıyameti tanıma, âlem ve ruhların delilleri, insanın yaratan ve yaratılanla ilişkileri, kişisel ve toplumsal vazifeler, geçmiş ümmetlerin kıssaları gibi konuları içeren, Mekke''de müşriklerin verdiği sıkıntılarla, Medine''de ise kafirlerle savaşma ve münafıkların hile ve düzenleri ile, kafayı karıştıran onca sebeplere rağmen ders okumamış ve hoca görmemiş bir kişinin dilinden aktarılan bir kitaptır.

Bütün bu etkenleri göz önünde bulundurarak, doğal olarak böyle bir kişinin dilinden aktarılan böyle bir kitapta birçok ihtilafların olması gerekir. Bunu göz önünde bulundurarak, bu kitapta ihtilaf olmayışı, onun cehalet ve gafletten kutsanmış vahiy makamından ibaret olan insan düşüncesinin üstünde bir ufuktan nazil olduğunu göstermektedir: "Kur'ân''ı düşünmüyorlar mı? Eğer Allah''tan başkası tarafından (indirilmiş) olsaydı, onda birbirini tutmaz çok şey bulurlardı."۶۱

7- Kur'an''ın Aynî ve Amelî Eğitimi:

Bir kimse dünyadaki bütün doktorlarının baştabibi olduğunu iddia ederse, bunu ispatlamanın iki yolu vardır:

Biri; benzeri tıp kitaplarında bulunmayan, tıp alanında, hastalıkların nedenlerini ve tedavilerini yazdığı bir kitap sunması.

Diğeri; hastalık vücudunun tüm uzuvlarını saran, ölümün eşiğinde olan ve doktorların tedavi edemediği bir hastayı iyileştirip sağlığına kavuşturması.

Peygamberler insanların düşünce, ruh ve hasalıklarının doktorlarıdırlar ve İslam Peygamberi Hz. Muhammed de (s.a.a) bunların başıdır.

Onun bilimsel delili, insanın fikrî, ahlakî ve amelî hastalıklarının sebeplerini ve tedavilerini beyan etmede benzeri olmayan bir Kur''an'dır; onun küçük bir bölümü örnek olarak Kur'an'ın hidayeti konusunda zikredilmiştir. Onun amelî delili ise, Peygamber''in insanlığın en kötü hastalıklara tutulan bir tolumda zuhur etmesidir; bu toplum fikrî açıdan öyle bir hadde gelmişti ki, her kabilenin kendine ait bir putu vardı, hatta aileler kendilerine hurma ve helvadan putlar yapıyor, sabahleyin ona secde ediyor ve acıkınca da tanrılarını yiyorlardı!

Onların düşüncelerinin afetini, marifet ve iman merhemi ile öyle bir tedavi etti ki, alemin yaratıcısını şöyle övdüler: "Allah, ki O''ndan başka tanrı yoktur, dâimâ diri ve yaratıklarını koruyup yöneticidir. Kendisini ne bir uyuklama, ne de uyku tutmaz. Göklerde ve yerde olanların hepsi O'nundur. O''nun izni olmadan kendisinin katında kim şefâat edebilir? Onların önlerinde ve arkalarında olanı bilir. O''nun ilminden, ancak kendisinin dilediği kadarından başka bir şey kavrayamazlar. O''nun Kürsüsü, gökleri ve yeri kaplamıştır (O yüce padişah, göklere, yere, bütün kâinâta hükmetmektedir). Onları koru(yup gözet)mek, kendisine ağır gelmez. O yücedir, büyüktür."Ve onun karşısında secdeye kapanarak, "Münezzehtir en ulu olan rabbim ve ben ona hamd etmekteyim" dediler.

Onlar duygusal açıdan hayvanlardan daha aşağılıklardı; baba tam bir katı kalplilikle kendi eliyle kendi kızını diri diri toprağa gömüyordu;۶۳ o kavimde insan duygusunu öyle bir diriltti ki, Müslümanlar, Mısır''ın fethinde, çadırların birisinde bir kuşun yuva yaptığını gördüler; oradan göçüp gidecekleri zaman, kuş ve yavrusunun yuvasının yıkılmaması için çadırı orada bırakıp gittiler; böylece o bölgede kurulan şehre "Festat" adını verdiler.۶۴

Zenginlerin fakirlere karşı üstünlük tasarlamasını öyle bir şekilde yok etti ki, zenginlerden biri Hazret''in huzurunda oturmuştu; tam o sırada bir fakir gelerek o zenginin yanında oturdu. Bunun üzerine zengin adam elbisesini topladı. Allah Resulü''nün (s.a.a) buna tanık olduğunu görünce, "Ey Allah'ın Resulü! Servetimin yarısını bu adama bağışladım" dedi. Ama adam, "Senin derdine müptela olmak istemediğim için kabul etmiyorum" dedi.۶۵

Zengini o şekilde cömert yapan ve fakire bu kadar geniş bir bakış açısı veren, onun kibrini tevazua, zilletini izzete dönüştüren nasıl bir eğitimdir bu?!

Güçlünün zayıfa karşı azgınlığını öyle bir şekilde yok etti ki, Emir'ül Müminin Hz. Ali''nin (a.s) döneminde İran padişahı ve Rum imparatorluğunun askeri gücü Müslümanların halifesinin elinde idi; o sırada Hz. Ali''nin (a.s) ordusunun başkumandanı Malik Eşter'di.

 Malik Eşter bir gün sıradan insanlar gibi çarşıdan sade ve tantanasız bir halde geçerken birisi onunla alay etti. Adama, "Alay ettiğin bu adamın kim olduğunu biliyor musun?" dediler. Adam, "Hayır" dedi. Malik''i ona tanıttıkları zaman, Malik sahip olduğu o mutlak güçle kim bilir başıma neler getirecek diye endişelenerek onu aramaya başladı. Malik''in camiye gittiğini söylediler. Bunun üzerine o davranışından dolayı özür dilemek için camiye koştu. Fakat Malik, "Ben senin bu davranışından dolayı camiye geldim ve Allah''tan seni affetmesini dilemek için iki rekat namaz kıldım" dedi.

Bu eğitim etkisi ile güç ve kudretin verdiği gurur onun Hay ve Kayyım olan Allah Teala'nın karşısında zelil bir şekilde alnını toprağa sürmesine engel olmuyor ve yaptığı çirkin amelden dolayı endişelenen hakaret eden adamı hayırların en iyisi olan bağışlanma dilemeye ulaştırıyor.

Kavimlerin arasındaki mesafeleri öyle bir şekilde yok ediyor ki, acemlere karşı Arap kavmiyetçiliğinin o kadar kökleşmesine rağmen, "Nefsini, sabah akşam, rızâsını isteyerek Rablerine yalvaranlarla beraber tut (onlarla beraber bulunmağa candan sabret). Gözlerin, Dünya hayatının süsünü isteyerek onlardan başka yana sapmasın. Kalbini bizi anmaktan alıkoyduğumuz keyfine uyan ve işi, hep aşırılık olan kişiye itâat etme"۶۷ buyruğu gereğince Selman-ı Farsi''yi kendi yanında oturttu۶۸ ve sonunda o Medain''in valiliğine atandı.

 İnsanlar arasındaki ırk mesafesini öyle bir şekilde yok etti ki, zenci bir köleyi kendine müezzin etti ve ona, "Ne emir verirsen kabul ediyoruz, fakat bu siyah karganın sesine tahammül edemeyiz" dedikleri zaman onlara şu cevabı verdi:۷۰ "Ey insanlar, biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah yanında en üstün olanınız, (günâhlardan) en çok korunanınızdır. Allah bilendir, haber alandır."۷۱

Kökü ilim ve marifet, gövdesi yaratıcı ve kıyamete inanç, dalı övülmüş melekeler ve güzel ahlak, goncası takva ve çekinme, meyvesi ise sağlam ve uyumlu konuşma ve güzel davranış olan büyük bir ağaç dikti:"Görmedin mi Allah nasıl bir benzetme yaptı: Güzel söz, kökü (yerde) sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaç gibidir. (O ağaç), Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Allah, öğüt almaları için insanlara böyle benzetmeler yapar."

Bu eğitim ve öğretimle insanlık ağacının meyve vermesini sağladı ve o ağaçtan insanlığa Ali b. Ebutalib gibi mükemmel bir meyve sundu; öyle bir insan ki onun ilmî ve amelî faziletlerinin ansiklopedisinden şu yeter ki, Allah Resulü (s.a.a) hayatta olduğu müddetçe, adebi, onun karşısında ilim ve irfanını ortaya koymasına engel oluyordu ve güneşin ışını altındaki ay gibiydi; Allah Resulü''nden (s.a.a) sonra da o boğucu ortamda etrafına nur vermekten mahrum oldu ve yaklaşık beş yıl süren Cemel, Sıffin ve Nehrivan gibi yıkıcı savaşların fitnesine tutularak karşılaştığı az bir fırsatta konuştuğu zaman, Mutezilî İbn Ebi''l-Hadid''in dediği gibi sözü Yaratan'ın sözünden aşağı ve yaratılanların sözünün üstündeydi. Allah''ı tanımak, kendini yetiştirmek ve toplumun düzenini yoluna koymak için Nehcu''l-Belağa''nın birinci hutbesine, Muttakin hutbesine ve Malik Eşter'e ahitnamesine müracaat etmek yeter; denizden bir damla olan bu buyrukları onun ne kadar hikmetlerle dolu büyük bir ilim ve amel okyanusu olduğunu göstermektedir; bunlar o okyanustan sadece birkaç örnektir.

Savaş meydanında yürüdü ise, tarih, zırhının arka tarafı olmayan, bir gecede beş yüz yirmi üç tekbir getiren ve getirdiği her tekbirde bir düşmanı yere seren, ve aynı gece iki safın arasında gece namazına duran, her taraftan yağmur gibi yağan oklar karşısında yere döküldüğü halde en küçük bir korku ve endişeye kapılmadan, diğer zamanlarda olduğu gibi kulluk vazifelerini yapmaktan geri kalmayan ve Amr b. Abduved gibi adlı şanlı bir kahramanı yere seren, hakkında Sünnisi ve Şiisi ile bütün Müslümanlar Allah Resulü''nden (s.a.a) "Hendek savaşında Ali b. Ebutalib'in Amr ile savaşı kıyamet gününe kadar ümmetimin tümünün amelinden üstündür"۷۶ diye rivayet eden, Hayber savaşında Yahudi Merhab''ı bir kılıç darbesi ile ikiye bölen ve ondan sonra yetmiş atlıya saldırarak kılıçtan geçiren, böylece Müslümanlarla Yahudileri hayrete düşüren, bu yiğitliği korku ve haşyet ile bir araya toplayan ve namaz vakti çehresinin rengi değişen, bedenine titreme düşen, kendisine neden öyle olduğu sorulduğunda "Göklere, yere ve dağlara sunulduğu zaman taşımaktan sakındıkları ve insanın üstlendiği emaneti eda etmenin zamanı geldi" diye cevap veren,۷۸gündüzleri savaş meydanında heybeti yiğitleri titreten, ama geceleri ibadet mihrabında yılan sokmuş bir kişi gibi kıvranan ve yaşlı gözlerle, "Ey dünya! Ey dünya! Beni mi aldatmak istiyorsun?! Bana mı yöneldin?! Heyhat! Heyhat! Git benden başkasını aldat; benim sana ihtiyacım yok. Ben seni üç talak ile boşadım… Azığın azlığından ve yolun uzunluğundan dolayı eyvahlar olsun" söyleyen۷۹ onun gibi bir kahraman görmemiştir.

Bir sail ondan bir şey talep edince bin vermesini emretmiş, emrettiği kişi, "Altın mı vereyim gümüş mü?" diye sorduğu zaman, "Benim gözümde ikisi de bir taştır; saile hangisi daha faydalı ise ondan ver" buyurmuştur.

Hangi ümmet ve hangi millette savaş meydanında bir müşrikle savaş halindeyken böyle cömert bir yiğit görülmüştür? Müşrik, "Ey Ebutalib'in oğlu! Kılıcını bana ver" dediği zaman kılıcını ona doğru atmış, müşrik, "Hayret! Ey Ebutalib''in oğlu! Böyle bir anda kılıcını bana mı veriyorsun?!" diyince, "Sen bana el açıp istedin; saili boş çevirmek cömertliğe yakışmaz" cevabını vermesi üzerine sail kendisini yere atıp, "Bu din adamlarının davranışıdır" diyerek ayaklarını öpüp Müslüman olmuştur.

İbn Zübeyr gelerek, "Babamın hesabında, onun, senin babandan seksen bin dirhem alacaklı olduğunu gördüm" demesi üzerine o malı ona vermiş, daha sonra İbn Zübeyr gelerek, "Ben hata ettim! Senin baban benim babamdan seksen bin dirhem alacaklıdır" diyince, "O mal babana helal olsun ve senin de benden aldığın senin olsun!" buyurmuştur.

Hükümetinin sınırı Mısır''dan Horasan''a kadar uzandığı halde, bir kadının sırtındaki su kırbasını görünce onu o kadından alarak gideceği yere kadar taşıyan, onun durumunu soran ve o kadın ve yetim yavruları ile neden o zamana kadar ilgilenilmedi diye sabaha kadar içi içini yiyen ve sabah olunca o yetimlere kendisi yiyecek taşıyan, onlara yemek pişiren, ağızlarına lokma koyan ve kadın Emir'ül Müminin Ali'yi (a.s) tanıyınca, "Ey Allah''ın cariyesi! Ben senden utanıyorum" diye mahcubiyetini dile getiren böyle bir makam sahibine hangi zaman şahit olmuştur?!

Hilafeti döneminde hizmetçisi ile birlikte kumaşçılar çarşısından geçerken iki keten gömlek satın alan ve onların arasından en iyisini, genç olan hizmetçisinin ziynet taleplik garizesini temin etmek için ona giydiren -bir halife nerede görmüştür?-

Altın ve mücevherlerin hazinesi elinde olduğu halde, "Allah''a andolsun, cübbeme o kadar yama attım ki artık yamamaktan utandım" söylemiştir.

Huzuruna bir miktar ganimet getirdiler. O ganimetlerin içerisinde bir ekmek parçası vardı. Kufe''nin de yedi mahallesi vardı. O ganimetleri o ekmek parçası ile birlikte yediye böldükten sonra her mahallede ganimetleri dağıtmakla görevli olan kişileri çağırıp her birine ganimetin bir bölümü ile birlikte o ekmekten bir parça verdi۸۶ ve ganimetleri bölüştürdükten sonra iki rekat namaz kıldı ve peşinden, "Beni ona soktuğu gibi ondan çıkaran Allah''a hamd olsun" dedi!

Hilafeti döneminde kılıcını çarşıda satışa koyarak, "Ali''nin canı elinde olan Allah''a andolsun ki, eğer bir gömlek satın alacak kadar param olsaydı bu kılıcımı satmazdım" demiştir.

Bir musibete uğradığı gün bin rekat namaz kılıp, altmış miskine sadaka veriyor ve üç gün oruç tutuyordu.۸۹

El kabartısı ve alın teri ile bin köle azat etmiştir۹۰, ama dünyadan göçtüğü zaman sekiz yüz dirhem borçlu idi.۹۱

İftarını açmak için kızının evine misafir olduğu gece, o geniş ülkenin hükümdarının kızının sofrasında arpa ekmeği, tuz ve bir kase sütten başka yiyecek yoktu. Arpa ekmeği ve tuz ile iftarını açarak, sakın sofrası eli altındakileri sofrasından daha renkli olmasın diye süte elini sürmedi.۹۲

Saltanatı Mısır'dan Horasan''a kadar uzandığı halde kendisi ve komutanlarına karşı, Osman b. Huneyf''e yazmış olduğu mektupta yansıyan hükümet programını uygulayan bir kimseyi tarih nerede görmüştür? Bu mektubun anlamı yaklaşık olarak şöyledir:

"Ey Huneyfoğlu, duyduk ki Basralılardan bir bölüm, seni düğüne çağırmış; sen de hemen gitmişsin. Renk-renk yemekler, büyük büyük kâseler hoşuna gitmiş. Oysa ben sanmazdım ki yoksulları çağrılmayan, zenginleri dâvet edilen bir topluluğun dâvetine icâbet edesin. Dişlediğin yemeğe bir bak, haram helâl olduğunda şüphen olursa at o yemeği ağzından; helâl olduğunu iyice bilirsen birazcık ye.

Bil ki her kişinin uyduğu, yolundan gittiği, bilgisinden ışıklandığı bir imâmı vardır. Gene bil ki sizin imâmınız, dünyasında köhne bir elbiseyle iki parça ekmeği kendisine yeter bulmaktadır. Bilirim, sizin buna gücünüz yetmez; yetmez ama çekinip

 gayret ederek, temiz olmaya, doğru yola gitmeye gayret göstererek yardım edin bu yolda bana; gücünüz yettiği kadar yolumda olun. Andolsun Allah''a ki ben dünyanızdan ne bir gümüş, ne bir altın toplayıp biriktirdim, ne şu çok ganimetlerden bir mal yığdım, ne de üstümdeki yıpranmış elbiseden başka bir elbise aldım.

Evet, gökyüzünün gölgelendirdiği şu dünyadan kendim için bir karış bile kendim için elde etmedim...

Dilesem ben de yağlar, ballar bulurum; buğday ekmeğinin hâlisini yerim; ipek elbise giyinirim; fakat nefsimin dileğinin bana üst olması, beni lezzetli yemekler yemeye çekmesi mümkün mü hiç? Ben nasıl doya-doya yemek yiyebilirim ki Hicaz''da, yahut Yemâme''de belki yoksullar vardır; günler geçmiştir ki tokluk nedir, görmemişlerdir. Gecemi karnı tok olarak nasıl gündüz edebilirim ki çevremde aç karınlar, yanmış, susuzluktan bunalmış ciğerler vardır."

Kufe''deki olduğu halde Hicaz veya Yemen''de aç birisinin olabileceği ihtimali, elini lezzetli bir yemeğe uzatmasına engel olan, üzerinde eski bir keten gömlek bulunan, kendisi için ikinci bir elbise ve bir karış yer hazırlamayan, geçimi eli altındaki en fakir kişilerden daha iyi olmasın diye dünyanın yiyecek, giyecek ve emlakinden nasibi sadece bu olan böyle bir kişinin varlığının aynasında görmek gerekir İslam hükümetini.

Onun saltanatı ve hükümetinde öyle bir adalet hüküm sürüyor ki, zırhını bir Yahudi''nin elinde görünce, "Bu benimdir" buyuruyor; zımmî şartlarında yaşayan o Yahudî büyük bir küstahlıkla, "Zırh benimdir; benim elimde bulunuyor. Seninle aramızda Müslümanların kadısı hükmetsin" diyor.

Yahudi'nin ihanet edip zırhını çaldığını bildiği halde onunla birlikte kadının yanına gidiyor. Kadı kendisine saygı göstermek için ayağa kalktığı zaman, onu gösterdiği bu ayrıcalıktan dolayı kınayarak, "Müslüman olsaydı senin karşında onunla birlikte otururdum" diyor.

Ve sonunda Yahudi bu mutlak adalet karşısında itiraf ederek Müslüman oluyor. Bunun üzerine İmam (a.s) zırhını merkebi ile birlikte o adama bağışlıyor. Müslüman olan Yahudi, Sıffin savaşında şehadet makamına ulaşıncaya kadar Hz. Ali''den (a.s) ayrılmıyor.

Ve İslam''ın zimmetinde olan Yahudi bir kadının ayağından halhalı çekip çıkardıklarını öğrenince bu kanunsuzluğa tahammül edemeyerek şöyle buyurdu: "Bu olay nedeniyle bir Müslüman üzüntüden ölürse kınanmaz; hatta benim yanımda bu ölüme layıktır.

Yoldan geçerken yaşlı bir adamın el açarak dilendiğini görünce neden dilendiğini araştırdı. O adamın Hıristiyan olduğunu söyleyerek İmam'ın (a.s) gönlünü almaya çalıştıkları zaman şaşırarak, "Gençliğinde ondan iş çektiniz; şimdi yaşlanınca dilenmesi için onu nasıl yalnız bıraktınız?!" buyurdu ve sonra beytülmalden ona infakta bulunmalarını emretti.

Yaratıkların hakkı konusunda ise, yedi iklimi onların göğünün altındaki bütün şeylerle birlikte ona verselerdi ve karıncanın emek verdiği bir arpa kabuğunu ondan almasını isteselerdi, bunu yapmazdı;۹۷ Yaratan''ın hakkını gözetme konusunda da O''na ne cennet sevgisinden ve ne de cehennem korkusunda ibadet etmezdi; sadece O''nu ibadete layık gördüğü için O''na kulluk ederdi.

Allah Resulü''nün (s.a.a) de, "Ben Allah''tan edep almışım, Ali de benden"۹۹ buyurduğu gibi, tarihin eşini görmediği savaş meydanının sertliğini kalp inceliği ile karıştıran, bir yetimin solgun yüzüyle karşılaşması gözlerinden yaşlar akıtan ve yürek yakıcı iniltisini yükselten, onu, dünyanın bütün sınırlı ve ahretin sınırsız faydalarının bağından kurtarıp özgürlük ve hürriyete kavuşturan ve sadece alemlerin Rabbi Allah''a kulluk bağını, o da kendi yararı için değil, sadece onun ehil olması nedeniyle boynuna geçiren, insan ve alemin yaratılışının amacının zirvesi olan özgürlük ile kulluğu birleştiren, kendi rıza ve gazabını Yaratan''ın rıza ve gazabında fani eden ve buna, Leyletu''l-Mebit''te Allah Resulü''nün (s.a.a) yatağında yatması۱۰۰ ve Hendek savaşında insanların ve cinlerin ibadetinden daha üstün olan darbesi۱۰۱ tanık olan böyle bir insanın terbiye ve eğitimi ile beşeriyeti insanlığın zirvesine ulaştırır.

Evet, ancak Arap yarım adasının bitki yetişmez bölgesinde birkaç yıl içerisinde o kadar sıkıntılara rağmen böyle bir ümmet oluşturan ve insanlık ağacından böyle değerli bir meyve yetiştirip dünyaya sunan bir bahçıvan, "Ben insanlık bostanının en büyük bahçıvanıyım" söyleyebilir.

Acaba akıl ve insaf, burada değinemeyeceğimiz mucizeleri göz ardı ederek, sadece, özetini kaydettiğimiz bu bilimsel ve amelî örnekle, taassup, hava ve hevesten arınmış bir insanın, böyle bir dinin insanlığı kemal derecelerinin zirvesine ulaştıracağına inanmasını gerektirmez mi?! Veya insanın akıl ve fıtratının bilimsel ve ameli bakımdan dinden beklediği şeyin bu dinde olduğuna iman etmesini icap etmez mi?!

Kişisel ve toplumsal eğitim ve öğretim bakımından insan için bundan daha iyi ve daha üstün bir eğitim ve öğretim var mıdır?!

İşte bu, İslam peygamberinin hatemiyeti ve getirdiği dinin ebediliğine inanmaktır: "Muhammed, sizin erkeklerinizden birinin babası değil, fakat Allah''ın Elçisi ve peygamberlerin hâtemidir. Allah her şeyi bilendir."

Resulullah''ın (s.a.a) Hayatından Bir Işıltı

Son olarak Hazretin risaletine en güzel tanık olan hayat güneşine kısa bir bakış atalım:

Davetini açığa çıkardığı zaman mal, makam vaadi ve tehditler zirveye ulaştı. Kureyş Ebutalib''in yanına gelerek dediler ki: "Kardeşinin oğlu bizim ilahlarımıza çirkin şeyler söyledi, gençlerimizi bozdu ve toplumumuzu dağıttı. Mal istiyorsa onun için mal toplayalım da Kureyş''in en zengin kişisi olsun; hangi kadını istiyorsa onunla evlendirelim." Nihayet ona saltanat ve padişahlık vaadinde bulundular. Ama Hazret onlara, "Güneşi benim sağ elime ve ayı da sol elime koysanız yine de istemem" cevabını verdi.

Mal ve makam vaatlerinin bir etkisi olmadığını görünce tehdit ve eziyet yoluna başvurdular. Örneğin, Mescid-i Haram''da namaza durduğu zaman namazını bozmak için iki kişi sağında ve iki kişi de solunda durup alkış çalıyorlardı, yoldan geçerken üzerine toprak döküyorlar ve secdeye gittiğinde de koyun işkembesini üzerine boşaltıyorlardı.

Ebu Talib''in vefatından sonra Allah'ın dinini yaymak için Sakif kabilesinin ileri gelenlerinden yardım almak amacı ile tek başına Mekke''den Taif''e doğru hareket etti. Fakat onlar Hazretin peşinden yürüyüp ona eziyet etmeleri için geri zekâlı insanları ve köleleri tahrik ettiler. Hazret bunun üzerine bir bostana sığınarak bir üzüm ağacının gölgesinde oturdu. Öyle yürek yakıcı bir durumda idi ki, müşrik olan düşmanı haline acıyarak Adas adındaki Hıristiyan kölesine üzüm toplayarak ona götürmesini söyledi. Köle üzüm tabağını Hazretin yanına götürdüğü zaman Hazret elini uzatarak, "Bismillah" dedi. Köle, "Bu şehrin insanları böyle bir şey söylemezler" dedi. Hazret, "Sen hangi şehirden ve hangi dindensin" diye sorunca, "Ben Neyneva Hıristiyanlarındanım" dedi. Hazret, "Yunus b. Meta''nın şehrindensin" dedi. Köle, "Sen Yunus''u nereden tanıyorsun?" diye sordu. Hazret, "O benim kardeşimdi; peygamberdi; ben de peygamberim" buyurunca Adas Hazretin el ve ayağını öptü.

Allah Resulü''nün (s.a.a) yarenlerine de ağır işkencelerle eziyet ediyorlardı; onlardan bazılarını yakıcı güneş altında tutuyor, göğsünün üzerine ağır bir taş bırakıyorlardı ve o da o halde "Allah birdir, Allah birdir" diyordu.

Yaşlı bir kadın olan Ammar Yasir''in annesini Allah''ın dininden vazgeçmesi için çeşitli şekillerde işkence ettiler, her şeye rağmen kabul etmeyince öldürdüler.

Onlardan gördüğü bu kadar eziyetler üzerine haklarında beddua etmesini istedikleri zaman, "Ben ancak alemlere rahmet olarak gönderildim"۱۰۹ buyurdu. O kadar eziyetlere rağmen onlara karşı lütufta bulunarak şöyle dua ediyordu: "Allah'ım! Kavmim cahildir; onları hidayet et."

Onlar için azap yerine rahmet istiyordu; hem de hidayet nimeti gibi daha üstünü tasavvur edilmeyen bir rahmet! Ve "Kavmim" diye kendisine intisap ederek onları Allah''ın azabından korumak istiyordu. Allah''ın huzurunda onları şikayet edeceğine onlara şefaat ediyor ve bilmiyorlar, cahildirler diye mazeret getiriyordu.

Geçimine gelince; yemeği arpa ekmeği idi; ondan da doyacak kadar yemiyordu.

Hendek savaşında kızı Hz. Fatıma (s.a) onun için bir parça ekmek getirmişti; bu ekmek üç günden sonra Hazretin yediği ilk ekmek parçası idi.

Fakir olduğu için böyle yaşamıyordu; çünkü o dönemde bağışları yüz deveye ulaşıyordu.

Dünyadan göçtüğü zaman ne bir dinarı, ne bir dirhemi, ne kölesi, ne cariyesi, ne koyunu, ne devesi vardı. Zırhını ailesinin geçiminin sağlamak için Medine Yahudilerinden birinden borç aldığı 15 kg. arpa karşısında onun yanında rehin bırakmıştı.

Burada iki nokta üzerinde biraz düşünmek gerekiyor:

1- Allah Resulü''nün (s.a.a) konumunu ve emanetçi oluşunu göz önünde bulundurarak şüphesiz kimsenin ondan garanti istemezdi. Ancak borcun yazılmaması durumunda, diğerinin mal güvencesi olan rehin kuralı, İslam dininin en önde gelen şahsiyeti tarafından bir Yahudi hakkında bile gözetilmesi vurgulanmaktadır.

2- En lezzetli yemekleri yeme imkânına sahip olmasına rağmen, yemeği hükümetindeki en zayıf insanların yemeğinden iyi olmaması için hayatının sonuna kadar doyasıya arpa ekmeği yemedi.

Allah Resulü''nün (s.a.a) fedakarlığının bir örneği şudur: Sünnî ve Şiî kitapları faziletleriyle dolan, hakkındaki Mubahele ayeti ve Tathir ayeti۱۱۶ gibi ayetler, Allah Resulü''nden (s.a.a) rivayet edilen Kesa hadisi۱۱۷gibi hadisler ve "Alemdeki kadınların efendisi"۱۱۸ unvanı, mümkün olabilecek kemale ulaştığını gösteren bir kız; o mükemmel insan. Öyle bir kız ki, kıyamet gününe kadar Allah Resulü''nün (s.a.a) soyu onunla devam edecek, hidayet yıldızları ve ümmetin imamları ondan dünyaya gelmiştir. Babasının yanında öyle bir saygıya sahiptir ki, öyle bir babanın huzuruna girdiği zaman, babası onu kendi yerine oturtup elini öpüyordu.

Öyle bir kız ki, öyle bir babaya uyarak ayakları şişinceye kadar ibadet mihrabında duruyordu.

 Böyle bir ibadete sahip olmasına rağmen Emir''ul Mümin''in Ali''nin evini öyle bir şekilde idare ediyordu ki, Allah Resulü (s.a.a) yanına gittiğinde bir taraftan yavrusuna süt verirken bir taraftan da el değirmenini çevirdiğini görünce yaşlı gözlerle o yürek yakıcı manzaraya bakıp, "Dünyanın acısına karşı ahretin tatlılığını kazanmak için acele et" buyurdu.۱۲۱ Bunun üzerine babasına şu cevabı verdi: "Ey Allah''ın Resulü! Nimetlerinden dolayı Allah''a hamd olsun, nimetlerinden dolayı Allah''a şükürler olsun." Böyle bir kız, böyle bir durumda, el değirmeninden incinen elleriyle kendisi için bir hizmetçi istemek amacıyla babasına geliyor, ama hacetini dile getirmeden geri dönüyor. Kızının evini altın ve gümüşle doldurabilecek, ona hizmet etmesi için köle ve cariyeler görevlendirebilecek bir baba, ona otuz dört defa "Allah-u Ekber", otuz üç defa "Elhamdulillah" ve otuz üç defa da "Subhanellah" demesini öğretiyor.

Allah Resulü''nün (s.a.a) bu şartlar altında, böyle bir kıza oranla yoksullara kaşı fedakârlığı böyle idi. Babasının, dünyanın acılarına karşı sabırlı olmasını emretmesine üzerine Hz. Fatıma'nın (s.a) verdiği cevabı da maddî ve manevî nimetlerden dolayı hamd ve şükürdür. Takdire razı olma karşısında fani olduğunu ve Allah''ın lütuflarında gark olduğunu öyle bir şekilde sergiliyor ki, acılığı tatlılık ve musibeti ise bir nimet görüyor ve sabretmek yerine ona karşı hamd ve şükretmeyi kendine borç biliyor.

Allah Resulü''nün (s.a.a) davranış ve ahlakının bir örneği de şöyledir: Toprağın üzerinde oturuyor, kölelerle birlikte yemek yiyor ve çocuklara selam veriyordu.

Önünden geçen göçebe bir kadın, toprağın üzerinde oturup yemek yediğini görünce ona, "Ey Muhammed! Senin yemeğin ve oturuşun köle yemeği ve oturuşu gibidir" demesi üzerine buyurdu ki: "Benden daha fazla köle olan kim var?"

Elbisesini kendi elleriyle yamıyor, koyununu kendisi sağıyor,۱۲۷ hür insanları davetini kabul ettiği gibi kölelerin de davetini kabul ediyordu.

Medine''nin en uç noktasında da bir hasta olsa idi ziyaretine gidiyordu.

Fakirlerle düşüp kalkar ve miskinlerle aynı sofrada otururdu.

Köleler gibi yemek yiyor ve köleler gibi oturuyordu.۱۳۱

Birisi elini tutsaydı, tutan kişi elini bırakmadıkça elini bırakmazdı.

Bir meclise girdiği zaman, meclisini sonunda oturur, gözünü kimsenin yüzüne dikmezdi.۱۳۴

Ömrü boyunca kimseye Allah rızası dışında öfkelenmiş değildir.

Kendisi ile konuşan bir kadının vücuduna titreme düşünce ona şöyle buyurdu: "Rahat ol; ben padişah değilim. Ben kurumuş et parçası yiyen bir kadının oğluyum."۱۳۶

Enes b. Malik demiştir ki: Dokuz yıl Allah Resulü''nün (s.a.a) hizmetçisi oldum. Bu süre içerisinde hiçbir zaman bana, "Neden böyle bir şey yaptın?" söylemedi. Hiçbir zaman bana kusur bulmadı.

Bir gün mescidde oturduğum bir sırada Ensardan bir kız çocuğu Hazretin elbisesinin bir tarafından tutunca onun hacetini yerine getirmek için ayağa kalktı. Ama ne o bir şey söyledi ve ne de Hazret ne istediğini sordu. Bu hareket dört defa tekrarlandı. Dördüncü defasında Allah Resulü''nün (s.a.a) elbisesinden bir iplik alarak gitti. O kıza neden böyle yaptığını sordukları zaman dedi ki: Ailemde bir hasta var. Allah Resulü''nün (s.a.a) elbisesinden şifa için bir iplik almamı istediler. Ben, Allah Resulü''nün (s.a.a) beni gördüğünü anlayınca utandım ve onu almak için Allah Resulü''nden izin almak da istemiyordum. Nihayet dördüncü defasında Hazretin elbisesinden o ipliği aldım.

Bu olay, Allah Resulü''nün (s.a.a) insanın saygınlığına ne kadar değer verdiğini ortaya koymaktadır; çünkü tam bir uyanıklıkla o kızcağızın hacetini ve onu istemekten çekindiğini fark edip kızcağızın hacetini alması için dört defa yerinden doğruluyor ve kızın ruhunun incinmemesi ve zillet içerisinde istememesi için ondan ne istediğini sormuyor.

Bu kadar titizlik ve incelikle bir kızın izzet ve saygınlığını gözeten bir kimsenin gözünde kim bilir insanın makam ve saygınlığı ne kadar yücedir?

Yahudiler zimmet şartı altında yaşadıkları ve Hazretin güç ve kuvvetin zirvesinde olduğu bir dönemde Yahudî bir adamın birkaç dinar alacağı vardı ondan. Yahudi adam alacağını isteyince Hazret, "Sana verebilecek bir şeyim yoktur" buyurdu.

Yahudi adam, "Alacağımı vermedikçe ben de senden ayrılmam" dedi. Bunun üzerine Hazret, "Ben de seninle birlikte otururum" buyurdu ve Yahudî adam ile birlikte oturdu. Öğle, ikindi, akşam, yatsı ve sabah namazını orada kıldı. Ashap o Yahudi adamı tehdit ettikleri zaman, "Ona neden böyle davranıyorsunuz?" buyurdu. Ashap, "Ey Allah'ın Resulü! Yahudi adam seni esir etmiştir" dediler.

Bunun üzerine Allah Resulü (s.a.a), "Allah beni zulmetmek için göndermedi" buyurdu.

Dedi ki: "Allah'ım! Beni zulmetmek için göndermedin." Sabah olunca Yahudi adam, "Şehadet ederim ki Allah''tan başka ilah yoktur ve şehadet ederim ki Muhammed O''nun kulu ve elçisidir. Malımın bir bölümünü Allah yolunda veriyorum. Allah''a andolsun sana böyle davranmamın tek sebebi senin Tevrat'taki sıfatını görmek içindi."۱۳۹

Akabe b. Alkame diyor ki: Ali''nin (a.s) yanına gittim. Önünde kuru bir ekmek parçası olduğunu görünce, "Ey Emir''ül Müminin! Senin yemeğin bu mudur?" diye sordum.

Bunun üzerine buyurdu ki: "Allah Resulü''nün (s.a.a) ekmeği bundan daha kuru ve elbisesi bundan daha sertti. Ben onun gibi davranmazsam ona ulaşamamaktan korkuyorum."

İmam Ali b. Hüseyin Zeynulabidin''den (a.s), Emir''ül Mümin Hz. Ali''nin (a.s) ibadetiyle kendi ibadetinin karşılaştırılmasını istediklerinde şöyle buyururdu: "Dedemin ibadeti yanında benim ibadetimin, Allah Resulü''nün (s.a.a) ibadeti yanında dedemin ibadeti gibidir."

Ömrünün sonunda da kendi katilini affederek Allah Teala''nın rahmani rahmetinin zuhuru olan ilahî ahlakla ahlaklandığını ortaya koymuştur: "(Ey Muhammed) Biz seni ancak âlemlere rahmet için gönderdik."۱۴۲ Böyle bir kişi şunu söyleyebilir: "Ben ahlaki güzellikleri tamamlamak için gönderildim."۱۴۳

Onun ahlakî güzelliklerini anlatıp bitirmek mümkün müdür ki hiç; halbuki Allah Teala şöyle buyuruyor: "Ve sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin."

Onun peygamberliğine iman etmek için insaf sahibi bir kişinin onun yaşamını, ahlak ve erdemlerini incelemesi yeter: "Ey peygamber, Biz seni hakka bir şahit, hem bir müjdeci, hem bir uyarıcı ve izniyle, Allah''a davetçi ve aydınlatıcı bir lamba olarak gönderdik."

bu, geçmiş peygamberlerin haber verdikleri ilahi kitapların müjdelerinin zuhurudur. Her ne kadar yapılan tahrifler onlardan geriye fazla bir şey bırakmadıysa da geri kalan şeyler üzerinde düşünmek, görüş sahiplerine hakikatleri göstermektedir. Biz burada onlardan iki örnekle yetiniyoruz:

1) Tevrat''ta, sifr-i tesniyenin 33. bölümde şöyle geçmiştir: "Allah adamı Musa''nın vefat etmeden önce İsrailoğullarına verdiği bereket budur; demiştir ki: Rab Sina''dan geldi ve onlara Sair''den doğdu; Faran dağlarında parladı ve mukaddeslerin on binleri içinden geldi. Onlar için sağında ateşli ferman vardı."

"Sina" Hz. Musa b. İmran''a vahyin indiği yerdir. "Sair" Hz. İsa b. Meryem''in peygamberliğe gönderildiği yerdir. Rabbin parladığı "Faran" dağı, Tevrat''ın tanıklığı ile "Mekke" dağıdır.

Çünkü "Tekvin" kitabında, 21. bölümde, Hacer ve İsmail''i anlatan ayetlerde şöyle geçmektedir: "Ve Allah çocukla (İsmail) beraberdi, büyüdü çölde yaşadı, okçu oldu. Faran çölünde yaşarken annesi (Hacer) onu Mısırlı bir kadınla evlendirdi."

"Faran" Mekke''dir; İsmail ile çocukları orada yaşıyorlardı. Hira dağından ateşli bir dinle ve "Ey peygamber, kâfirlerle ve münafıklarla cihâd et"۱۴۶ emriyle gelen peygamber Hz. Muhammed''den (s.a.a) başka kimdir?

Habakkuk (Heykuk) kitabının -üçüncü babının üçüncü ayetinde- "Allah Teyman''dan, Kuddüs Fârân dağından geldi. Onun izzeti gökleri kapladı, methi dahi yerleri kaplamıştır; ışığı nur gibiydi ve elinden nur yayıldı."

Hazretin Mekke dağından zuhuruyla yeryüzünün dört bir yanında, "subhanellah, ve''l-hamdulillah ve la ilahe illellah, vellahu ekber" nidası çınladı ve dünya Müslümanlarının rüku ve secdesinde "subhane rabbiye''l-azim-i ve-bihamdih" ve "subhane rabbiye''l-a''la ve bihamdih" tesbihi yayıldı.

2- Yuhanna''nın İncil''inde 14. bölümde şöyle geçmektedir: "Ben de Baba''dan dileyeceğim ve O, sonsuza dek sizinle birlikte olsun diye size başka bir teselli veren, Gerçeğin Ruhunu verecek."

15. bölümde ise şöyle geçmiştir: "Baba''dan size göndereceğim teselli veren, yani Baba''dan çıkan Gerçeğin Ruhu geldiği zaman, O bana tanıklık edecek."

Orijinal nüshada, İsa''nın tanrıdan göndermesini ve kendisine tanıklık etmesini dilediği ruhun ismi "parklita"dır ve bu da "biriklitüs". Bunun tercümesi de "beğenilmiş", "Ahmed" ve "Muhammed" ile uyumludur; fakat incili yazanlar onu "teselli veren" anlamında "paraklitus" diye dönüştürmüşlerdir.

Bu geçek Bernaba İncilinde şu şekilde açığa çıkmıştır: 112. bölüm: "(13) Dolayısıyla; ey Bernaba! Bil ki, bunun için bana kendimi korumam farzdır ve yakında benim öğrencilerimden biri, beni otuz nakit parçaya satacaktır. (14) Ve dolayısıyla, kesin olarak biliyorum ki, beni satacak olan kimse benim adıma öldürülecektir. (15) Çünkü Allah beni yerden kaldıracak ve herkesin onu ben sanması için o hainin görünümünü değiştirecek. (16) Buna rağmen, çok kötü bir şekilde öldüğü zaman ben uzun bir zaman dünyada kalacağım. (17) Fakat Allah''ın peygamberi Muhammed (Muhammed Resulullah) gelince bu kusur benden kalkacaktır."

Bu incilin bazı bölümlerinde "Allah''ın peygamberi Muhammed" diye müjde verilmiştir. Örneğin 39. bölümde şöyle geçmektedir: "(14) Sonra Adem ayaklarının üzerinde kalkınca gökyüzünde güneş gibi parlayan bir yazı gördü. Orada aynen şöyle yazılmıştı: "La ilahe illellah" ve "Muhammed Resulullah". (15) O sırada Adem ağzını açarak, ey Rabbim! Sana şükrediyorum; çünkü sen lütfettin ve sonra beni yarattın. (16) Ve ancak "Muhammed Resulullah" kelimelerinin anlamının ne olduğunu bana bildirmen için senin huzurunda ağlıyorum. (17) Sonra tanrı cevap verdi: Aferin sana ey kulum Adem! (18) Ve gerçekten söylüyorum sana: Sen yarattığım ilk insansın."

Ve 41. bölümde şöyle geçiyor: "(33) Adem dikkat edince kapının üzerinde şöyle yazılmış olduğunu gördü: La ilahe illellah, Muhammed Resulullah."

96. bölümde ise şöyle geçiyor: "(11) O zaman tanrı dünyaya merhamet edecek ve her şeyi kendisi için yarattığı elçisini gönderecek. (12) O güneyden güçlü bir şekilde gelip putları ve putperestleri yok edecek. (13) Şeytanın insanoğluna sultasını koparacak. (15) Ve onun sözlerine iman eden kimse mübarek olacaktır."

97. bölümde şöyle geçiyor: "(1) Ben onun ayakkabısının bağını çözmeye layık olmadığım halde, tanrının onu görme yönündeki nimet ve rahmetine ulaştım."

Tevrat ve İncil''in müjdelerini ispatlamak için Resul-i Ekrem''in (s.a.a) Yahudileri, Hıristiyanları, Ahbar, Kıssisin (İncil okuyucuları) ve onların sultanlarını İslam''a davet etti ve Yahudilerin, "Uzeyr Allah''ın oğludur"şeklindeki sözlerine ve Hıristiyanların, "Allah üçün üçüncüsüdür"۱۴۸ yönündeki inançlarına karşı çıktı ve apaçık bir şekilde, "Ben Tevrat ve İncil''de müjdelenen kimseyim" dedi: "Onlar ki yanlarındaki Tevrât ve İncil''de yazılı buldukları o Elçi''ye, o ümmi Peygamber''e uyarlar."۱۴۹ "Meryem oğlu Îsâ da: "Ey İsrâil oğulları, ben size Allah''ın elçisiyim, benden önce gelen Tevrât''ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek, Ahmed adında bir elçiyi müjdeleyici olarak gönderildim" demişti."

Eğer iddia ettiği gibi olmasaydı, maddî ve manevî saltanatlarını tehlikede gören ve bir zaaf noktası arayan o sultanlara karşı bu kadar kesin bir şekilde ilan eder miydi?

Hz. Muhammed''in (s.a.a) karşısında her şeye başvuran ve hatta savaş ve mübahaleden aciz kalarak haraç vermeye razı olan Ahbar, Kıssisin, Yahudi ve Hıristiyan alimleri bu iddia karşısında nasıl zavallı oldular ve bu iddiayı inkâr ederek Efendimizin (s.a.a) söylediklerini çürütemediler!

O apaçık ve net iddia ve ulemanın, Yahudi ve Hıristiyan emirlerinin bu suskunluğu Efendimizin zuhur ettiği asırda o müjdelerin gerçekleştiğinin kesin delilleridir.

Gerçi ondan sonra makam, koltuk, mal ve mülk sevgisi nedeniyle tahrif etmekten başka bir çare göremediler; bunun bir örneğine Fahru''l-İslam, "Enisu''l-A''lam" adlı eserinde kendi hayatını anlatırken değinmiştir; özeti şöyledir: Ben Urumiyye kilisesinde dünyaya geldim ve öğrenim yılımın son günlerinde Katolik fırkasının ileri gelenlerinden birinin hizmetine girdim; onun dersine yaklaşık dört yüz-beş yüz kışı katılıyordu. Öğretmenin olmadığı bir gün öğrenciler arasında tartışma çıktı. Öğretmenimizin huzuruna çıktığım zaman "tartışma konusu neydi? diye sordu. Ben, "Farkilit kelimesinin anlamı üzerindeydi" dedim. Onların görüşlerini aldıktan sonra, "Gerçek bunun dışındadır" buyurdu. Sonra hazinesinin bulunduğunu sandığım bir sandığın anahtarın bana vererek bana, "O sandığın içindeki ve Allah Resulü''nün vefatından önce, biri Süryanice ve diğer ise Yunanca yazılmış olan iki kitabı buraya getir" buyurdu.

Daha sonra bu kelimeyi "Ahmet" ve "Muhammed" anlamında yazdıklarını bana gösterdi. Sonra bana dedi ki: "Hıristiyan alimleri Hz. Muhammed''in (s.a.a) zuhurundan önce bu kelimenin anlamı üzerinde ihtilafları yoktu ve Efendimizin zuhurundan sonra tahrif ettiler.

Hıristiyanların dini hakkında onun görüşünü sorduğumuz zaman şöyle dedi: "-Onların dini- neshedilmiştir ve kurtuluş yolu sadece Muhammed''i (s.a.a) izlemektedir."

Ondan, "Neden bunu açıkça söylemiyorsunuz?" diye sordum.

Bunun üzerine, "Açıklayacak olursam beni öldürürler…" diye mazeret getirdi.

Sonra birlikte ağladık ve ben hocamdan aldığım bir azıkla İslam ülkelerine hicret ettim.

Böylece o, Hıristiyanlığın batıl olduğunu ve İslam dininin hak din olduğunu ispatlayan Ahd-i kadim ve Ahd-i cedidteki araştırmalarını içeren Enisu''l-A'lam kitabını yazdı.

�{K: `& �c ) Dolayısıyla; ey Bernaba! Bil ki, bunun için bana kendimi korumam farzdır ve yakında benim öğrencilerimden biri, beni otuz nakit parçaya satacaktır. (14) Ve dolayısıyla, kesin olarak biliyorum ki, beni satacak olan kimse benim adıma öldürülecektir. (15) Çünkü Allah beni yerden kaldıracak ve herkesin onu ben sanması için o hainin görünümünü değiştirecek. (16) Buna rağmen, çok kötü bir şekilde öldüğü zaman ben uzun bir zaman dünyada kalacağım. (17) Fakat Allah''ın peygamberi Muhammed (Muhammed Resulullah) gelince bu kusur benden kalkacaktır."

 

Bu incilin bazı bölümlerinde "Allah''ın peygamberi Muhammed" diye müjde verilmiştir. Örneğin 39. bölümde şöyle geçmektedir: "(14) Sonra Adem ayaklarının üzerinde kalkınca gökyüzünde güneş gibi parlayan bir yazı gördü. Orada aynen şöyle yazılmıştı: "La ilahe illellah" ve "Muhammed Resulullah". (15) O sırada Adem ağzını açarak, ey Rabbim! Sana şükrediyorum; çünkü sen lütfettin ve sonra beni yarattın. (16) Ve ancak "Muhammed Resulullah" kelimelerinin anlamının ne olduğunu bana bildirmen için senin huzurunda ağlıyorum. (17) Sonra tanrı cevap verdi: Aferin sana ey kulum Adem! (18) Ve gerçekten söylüyorum sana: Sen yarattığım ilk insansın."

Ve 41. bölümde şöyle geçiyor: "(33) Adem dikkat edince kapının üzerinde şöyle yazılmış olduğunu gördü: La ilahe illellah, Muhammed Resulullah."

96. bölümde ise şöyle geçiyor: "(11) O zaman tanrı dünyaya merhamet edecek ve her şeyi kendisi için yarattığı elçisini gönderecek. (12) O güneyden güçlü bir şekilde gelip putları ve putperestleri yok edecek. (13) Şeytanın insanoğluna sultasını koparacak. (15) Ve onun sözlerine iman eden kimse mübarek olacaktır."

97. bölümde şöyle geçiyor: "(1) Ben onun ayakkabısının bağını çözmeye layık olmadığım halde, tanrının onu görme yönündeki nimet ve rahmetine ulaştım."

Tevrat ve İncil''in müjdelerini ispatlamak için Resul-i Ekrem''in (s.a.a) Yahudileri, Hıristiyanları, Ahbar, Kıssisin (İncil okuyucuları) ve onların sultanlarını İslam''a davet etti ve Yahudilerin, "Uzeyr Allah''ın oğludur"şeklindeki sözlerine ve Hıristiyanların, "Allah üçün üçüncüsüdür"۱۴۸ yönündeki inançlarına karşı çıktı ve apaçık bir şekilde, "Ben Tevrat ve İncil''de müjdelenen kimseyim" dedi: "Onlar ki yanlarındaki Tevrât ve İncil''de yazılı buldukları o Elçi''ye, o ümmi Peygamber''e uyarlar."۱۴۹ "Meryem oğlu Îsâ da: "Ey İsrâil oğulları, ben size Allah''ın elçisiyim, benden önce gelen Tevrât''ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek, Ahmed adında bir elçiyi müjdeleyici olarak gönderildim" demişti."

Eğer iddia ettiği gibi olmasaydı, maddî ve manevî saltanatlarını tehlikede gören ve bir zaaf noktası arayan o sultanlara karşı bu kadar kesin bir şekilde ilan eder miydi?

Hz. Muhammed''in (s.a.a) karşısında her şeye başvuran ve hatta savaş ve mübahaleden aciz kalarak haraç vermeye razı olan Ahbar, Kıssisin, Yahudi ve Hıristiyan alimleri bu iddia karşısında nasıl zavallı oldular ve bu iddiayı inkâr ederek Efendimizin (s.a.a) söylediklerini çürütemediler!

O apaçık ve net iddia ve ulemanın, Yahudi ve Hıristiyan emirlerinin bu suskunluğu Efendimizin zuhur ettiği asırda o müjdelerin gerçekleştiğinin kesin delilleridir.

Gerçi ondan sonra makam, koltuk, mal ve mülk sevgisi nedeniyle tahrif etmekten başka bir çare göremediler; bunun bir örneğine Fahru''l-İslam, "Enisu''l-A''lam" adlı eserinde kendi hayatını anlatırken değinmiştir; özeti şöyledir: Ben Urumiyye kilisesinde dünyaya geldim ve öğrenim yılımın son günlerinde Katolik fırkasının ileri gelenlerinden birinin hizmetine girdim; onun dersine yaklaşık dört yüz-beş yüz kışı katılıyordu. Öğretmenin olmadığı bir gün öğrenciler arasında tartışma çıktı. Öğretmenimizin huzuruna çıktığım zaman "tartışma konusu neydi?" diye sordu. Ben, "Farkilit kelimesinin anlamı üzerindeydi" dedim. Onların görüşlerini aldıktan sonra, "Gerçek bunun dışındadır" buyurdu. Sonra hazinesinin bulunduğunu sandığım bir sandığın anahtarın bana vererek bana, "O sandığın içindeki ve Allah Resulü''nün vefatından önce, biri Süryanice ve diğer ise Yunanca yazılmış olan iki kitabı buraya getir" buyurdu.

Daha sonra bu kelimeyi "Ahmet" ve "Muhammed" anlamında yazdıklarını bana gösterdi. Sonra bana dedi ki: "Hıristiyan alimleri Hz. Muhammed''in (s.a.a) zuhurundan önce bu kelimenin anlamı üzerinde ihtilafları yoktu ve Efendimizin zuhurundan sonra tahrif ettiler.

Hıristiyanların dini hakkında onun görüşünü sorduğumuz zaman şöyle dedi: "-Onların dini- neshedilmiştir ve kurtuluş yolu sadece Muhammed''i (s.a.a) izlemektedir."

Ondan, "Neden bunu açıkça söylemiyorsunuz?" diye sordum.

Bunun üzerine, "Açıklayacak olursam beni öldürürler…" diye mazeret getirdi.

Sonra birlikte ağladık ve ben hocamdan aldığım bir azıkla İslam ülkelerine hicret ettim.۱۵۱

Böylece o, Hıristiyanlığın batıl olduğunu ve İslam dininin hak din olduğunu ispatlayan Ahd-i kadim ve Ahd-i cedidteki araştırmalarını içeren Enisu''l-A''lam kitabını yazdı.Son peygamber, bütün zamanların peygamberi ve peygamberlerin sonuncusu olduğu için onun mucizesi de kalıcı bir mucize olmalıdır.

Diğer taraftan Peygamber efendimizin gönderildiği (s.a.a) ortam fesahat ve belagat konusunda insanların yarıştığı bir ortamdı; o dönemde toplumun ileri gelenlerinin makam ve mevkileri, şiir ve nesirdeki fesahat ve belagat seviyelerine göre belirleniyordu.

Bu iki özellik Kur'an-ı Kerim''in sözcük ve mana bakımından efendimizin peygamberliğinin delili olmasını gerektirmiştir. Onlardan bazıları şöyledir:

1- Kur''an''ın Benzerini Getirmekten Aciz Olma:

Allah Resulü (s.a.a) farklı milletlerin değişik inançlarla yaşadığı bir zaman ve mekanda zuhur etmiştir. Bir grubu maddeci olup yaratılıcıyı inkar ediyorlardı; diğer bir grubu da tabiat ve madde ötesine inanıyorlardı. Bunların ise bir grubu putlara ve bir grubu da gök cisimlerine tapıyorlardı, putlara ve gök cisimlerine tapmayanlar ise Mecusilik, Yahudilik ve Hıristiyanlığa yönelmişlerdi.

Diğer taraftan İran şahinşahlığı ve Rum Herkül'ü zayıf milletleri sömürüyor veya onlara karşı savaş ve saldırı düzenliyordu.

Böyle bir dönemde İslam Peygamberi gayba ve tevhide inanma sancağını açarak insanları Allah'a kulluk edip zulüm ve küfür zincirlerini kırmaya davet etti. Allah Resulü İran padişahı ve Rum imparatorluğundan Gassan ve Hire sultanlarına kadar bütün zorba padişahları Allah''a kulluk etmeye, İslam dinini kabul etmeye, Allah'ın dini karşısında, hak ve adalete teslim olmaya davet etti.

Mecusilerin ikiliğiyle, Hıristiyanların baba, oğul ve kutsal ruh inancıyla ve Yahudilerin Allah ve peygamberlere yakışmaz isnatlarda bulunmalarıyla ve Arap Yarımadasının varlığının derinliklerinde kök salan adet ve alışkanlıklarıyla savaştı, tek başına bütün milletlere ve bütün ümmetlere kaşı koydu ve diğer mucizeler dışında peygamberlik delilinin Kur''an-ı Kerim olduğunu açıkladı ve bu kitapla meydan okuyarak padişah ve sultanların güçlerini, Yahudilerin Ahbarlarını, Hıristiyanların Kıssislerini ve bütün putperestleri karşılaşmaya davet etti: "Eğer kulumuz (Muhammed)e indirdiğimizden şüphe içinde iseniz, haydi onun gibi bir sûre getirin. Allah''tan başka bütün şâhid (yardımcı)larınızı da çağırın; eğer doğru iseniz (bunu yapın)."

Halkın genelinin kendi inançlarına karşı taassup içerisinde olduklarını ve din adamlarının kendi izleyicilerini korumaya çalıştıklarını ve sultanların raiyetlerin uyanmasından endişelendiklerini göz önünde bulundurarak, Kur''an''a karşı koyacak bir güçleri olsaydı bundan kesinlikle çekinmeyecekleri açıktır.

Fesahat ve belagatin önde gelen bilim adamları, şairleri ve hatipleri Ukkaz pazarını kendileri için yarışma meydanına dönüştürmüşlerdi; yarışmayı kazanan şiiri Ka''be''ye asıyorlardı. Eğer Kur''an''a karşı koyacak güçleri olsaydı, acaba dünya ve dinlerini kazanma veya kaybetme mevzusu söz konusu olan bu yarışmada neler yapmazlardı ki?!

Sonunda onun sözünü sihir diye yorumlamaktan başka bir çare bulamadılar: "Bu açık bir büyüden başka bir şey değil!"

Ebu Cehil, Arap fasihlerinin mercii ve sığınağı olan Velid b. Mugiyre''nin yanına giderek ondan Kur''an hakkında görüşünü söylemesini istedi. Dedi ki: "Onun hakkında ne diyeyim ki? Andolsun! Hiç biriniz şiir konusunda benden daha bilgili değilsiniz ve yine recez, kaside ve cinlerin şiirlerini benden daha iyi bileniniz yoktur. Andolsun! Onun söyledikleri bunlardan birine benzemiyor. Yemin ederim ki onun sözlerinde bir tatlılık var; onun sözleri her sözü ezer; o üstündür ve hiçbir şey ona üstün olamaz.

Bunun üzerin Ebu Cehil, "Andolsun! Senin kavmin onu yerecek bir söz söylemeyinceye kadar senden razı olmaz" dedi. Velid ise, "Beni bırak da bu konuda biraz düşüneyim" dedi. Bir süre düşündükten sonra dedi ki: "Bu, diğerlerinden haberi olan bir büyüdür."

Bunun kendisi de Kur''an-ı Kerim''in mucize oluşu konusunda teslim olmanın bir delilidir; çünkü büyü de beşerin gücünün dışında değildir. Arap Yarımadası ve komşu ülkelerde işlerinde uzman olan becerikli büyücü ve kahinler vardı; tarihin tanık olduğuna göre bunlar sihir, büyü ve kehanet konusunda gerçekten uzmanlardı; buna rağmen Peygamber Efendimizin (s.a.a) onlara Kur''an ile meydan okuduğu ve onların tümünün bu kitapla boy ölçüşmekten aciz oldukları tarih sayfalarını dolduran bir gerçektir. Onlar Kur''an'la boy ölçüşmek yerine Allah Resulü''nü (s.a.a) mal ve makamla susturmaya çalıştılar; bu da etkisiz olunca canına kıymaya karar verdiler.

2- Kur''an''ın Hidayeti:

Bir grubun tabiat ötesine inanmadığı ve insanı hayrete düşüren varlık aleminde şuursuz ve idraksiz tabiatın tasarruf ettiğini sandığı, tabiat ötesine inananların çeşitli putlar şeklindeki mabutlara taptıkları, ilahî bir dine sahip olanlar da tahrif olmuş kitaplarına dayanarak yaratıcının yaratılmışların, sıfatlarına sahip olduğunu sandıkları bir dönemde ve tarihin fikrî, ahlakî ve amelî açıdan aşırı derecede sapmalarına tanık olduğu bir ortamda ders okumamış ve öğretmen yüzü görmemiş birisi ayağa kalkarak dalalet uçurumları karşısında insanı hidayete götüren ana yolu göstermiş ve insanları bütün eksikliklerden münezzeh olan, bütün kemaller ve cemaller kendisinden olan, bütün hamd ve senalar kendisine mahsus olan ve kendisinden başka hiçbir varlık tapınmaya layık olmayan, bir sınırla sınırlanmaktan, bir sıfatla sıfatlanmaktan yüce olan Allah Teala''ya tapmaya davet etmiştir: "Subhanellah, ve''l-hamdulillah ve la ilahe illellah vellahu ekber."

Sayılan şeyleri ve sayıyı yaratan, eş ve çocuk sahibi olmaktan münezzeh olan Allah''a terkip, teslis, ihtiyaç ve doğurma nispeti verdikleri ve O'nun için bir benzer tasavvur ettikleri bir dönemde Kur''an-ı Kerim, Allah Teala'yı bütün bu kuruntulardan tenzih etmiş ve bir olmakla överek akli, hayalî ve hissî terkiplerden münezzeh olduğunu, O'nun herkesten ve her şeyden ihtiyaçsız olduğunu, O'ndan başka herkes ve her şeyin muhtaç olduğunu, kutsal zatının ister aklî olsun ister hissî, doğurmadan tüm anlamıyla münezzeh olduğunu, varlıkların onun gücüyle var olduğunu ve onun maşiyyetiyle yaratıldıklarını, zat, sıfat ve fiillerinde onun eşi ve benzeri olmadığını vurgulamıştır.

Her ne kadar Kur''an-ı Kerim''de Allah''ı, O''nun yüce sıfatlarını ve güzel isimlerini tanıma hakkında binin üzerinde ayet varsa da, ancak onun bir satrı üzerinde düşünmek bile bu hidayetin yüceliğini aydınlatmaktadır: "De ki: O, Allah birdir. Allah Samed''dir. Kendisi doğurmamıştır ve doğurulmamıştır. Hiçbir şey O''nun dengi olmamıştır."

Peygamberimizin Ehlibeyt''inin kelimeleri marifet hazinelerinin anahtarlarıdırlar; bu konuda iki hadisle yetiniyoruz:

1- İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Allah Teala yarattıklarında yoktur, yarattıkları da O'nda yoktur -yani, yaratanla yaratılanlar arasında tam bir ayrıcalık var, hiçbir ortak özellik ve benzerlik yoktur-. Ve -Allah dışında- kendisine "şey" denilen her şey yaratılmıştır. Allah her şeyin yaratıcısıdır ve hiçbir şey O''nun gibi olmayan Allah münezzehtir."

İmam Muhammed Bâkır''dan (a.s) şöyle rivayet edilmektedir:"Hayalinizde en dakik anlamlarıyla tasavvur her şey sizin gibi imal edilmiş ve yaratılmıştır ve size döner."۶

Yüzlerce milyon Yahudi ve Hıristiyanların inanç kaynağı olan ahd-i atik ve ahd-i cedide (Yahudi ve Hıristiyanların kutsal kitabı) müracaat edildiğinde Kur''an'ın ilahî öğretilere hidayetinin yüceliği daha fazla aydınlık kazanmaktadır. Bu mukaddimede onlardan birkaç örnek verelim:

A- Sıfr-ı Tekvin (Yaratılış), İkinci Bölüm şöyledir: "Tanrı yapmakta olduğu işi yedinci gün bitirdi. O gün işi bırakıp dinlendi. Yedinci günü kutsadı. Onu kutsal bir gün olarak ayırdı. Çünkü Tanrı o gün yaptığı, yarattığı bütün işi bitirip dinlendi… Ve ona, "Bahçede istediğin ağacın meyvesini yiyebilirsin" diye buyurdu. "Ama iyiyle kötüyü bilme ağacından yeme. Çünkü ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün."

B- Sıfr-ı Tekvin (Yaratılış) Üçüncü Bölüm: "RAB Tanrı'nın yarattığı yabanıl hayvanların en kurnazı yılandı. Yılan kadına, "Tanrı gerçekten, ''Bahçedeki ağaçların hiçbirinin meyvesini yemeyin'' dedi mi?" diye sordu. Kadın, "Bahçedeki ağaçların meyvelerinden yiyebiliriz" diye yanıtladı. "Ama Tanrı, ''Bahçenin ortasındaki ağacın meyvesini yemeyin, ona dokunmayın; yoksa ölürsünüz'' dedi." Yılan, "Kesinlikle ölmezsiniz" dedi. "Çünkü Tanrı biliyor ki, o ağacın meyvesini yediğinizde gözleriniz açılacak, iyiyle kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız." Kadın ağacın güzel, meyvesinin yemek için uygun ve bilgelik kazanmak için çekici olduğunu gördü. Meyveyi koparıp yedi. Yanındaki kocasına verdi. Kocası da yedi. İkisinin de gözleri açıldı. Çıplak olduklarını anladılar.

Bu yüzden incir yaprakları dikip kendilerine önlük yaptılar. Derken, günün serinliğinde bahçede yürüyen RAB Tanrı'nın sesini duydular. O'ndan kaçıp ağaçların arasına gizlendiler. RAB Tanrı Adem'e, "Nerdesin?" diye seslendi. Adem, "Bahçede sesini duyunca korktum. Çünkü çıplaktım, bu yüzden gizlendim" dedi. RAB Tanrı, "Çıplak olduğunu sana kim söyledi?" diye sordu, "Sana meyvesini yeme dediğim ağaçtan mı yedin?...""

Bu bölümün 22. ayetinde şöyle geçmiştir: "Sonra şöyle dedi: "Adem, iyiyle kötüyü bilmekle bizlerden biri gibi oldu. Şimdi yaşam ağacına uzanıp meyve almasına, yiyip ölümsüz olmasına izin verilmemeli.""

Altıncı bölümün 6 ve 7. ayetinde ise şöyle geçer: "İnsanı yarattığına pişman oldu. Yüreği sızladı. "Yarattığım insanları, hayvanları, sürüngenleri, kuşları yeryüzünden silip atacağım" dedi, "Çünkü onları yarattığıma pişman oldum.

Şimdi bu ayetlerin bazı yönlerine değinelim:

a- Allah Teala insanı yarattı ve ona iyi ile kötüyü tanıması için akıl verdi ve onu ilim ve tanıma için yarattığına göre iyi ve kötüyü tanımaktan nasıl onu meneder?!

Ama Kur''an'ın hidayeti şöyledir: "De ki: "Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" "Allah katında canlıların en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir."

İlim, marifet, düşünme ve akıl etme ile ilgili Kur''an ayetleri bu özet kitabımızda anlatamayacağımız kadar fazladır.

b- "İyiyle kötüyü bilme ağacından yeme. Çünkü ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün" diyor. Ama Adem ile eşi o ağaçtan yedikleri halde ölmüyorlar veya ondan yemleri durumunda ölmeyeceklerini biliyorlar; bu durumda da "ölürsünüz" sözü yalandır. Veya bilmiyor; o halde cahildir. Bu durumda yalancı ve cahil birisine nasıl Tanrı söylenebilir?!

Daha şaşırtıcısı şu ki, yılan Adem ile eşini iyi ve kötüyü bilme ağacından yemeye yönlendirip onlar için Tanrı'nın yalanını ortaya koyuyor, uydurma Tanrının hilesini onlara gösteriyor!

Ancak Allah''ın ilmi konusunda Kur''an''ın hidayetinin örneği şudur: "Onların önlerinde ve arkalarında olanı bilir. O''nun ilminden, ancak kendisinin dilediği kadarından başka bir şey kavrayamazlar." "Göklerde ve yerde zerre ağırlığınca bir şey, O''ndan gizli kalmaz."۱۰ "Tanrınız ancak kendisinden başka tanrı olmayan Allah''tır. O''nun bilgisi her şeyi kuşatmıştır." "De ki: "Onu, göklerdeki ve yerdeki gizleri bilen indirdi. O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir." "Gerçekten Allah, onların gizlediklerini de bilir, açığa vurduklarını da." "O, öyle Allah''tır ki O'ndan başka tanrı yoktur. Görülmeyeni ve görüleni bilir. O çok esirgeyen, çok acıyandır."۱۴

c- Ademi ağaçların arasında kaybeden ve, Neredesin? Diyen, nihayet ademin sesiyle onu bulan, bahçedeki ağaçlar onu görmesine engel olan sınırlı bir varlık nasıl alemlerin Rabbi, gizli ve açıkları bilen, zaman ve mekanı yaratıp, gökleri ve yeri kuşatan olabilir?!

Kur''an''ın hidayet örneği şöyledir: "Gayb''ın (görünmez bilginin) anahtarları, O''nun yanındadır, onları O'ndan başkası bilmez. (O) karada ve denizde olan her şeyi bilir. Düşen bir yaprak, ki mutlaka onu bilir, yerin karanlıkları içinde gömülen dâne, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki, apaçık bir Kitapta olmasın."

d- Tevhide yönlendirme ve "O''na benzer hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir" olan Allah''ı tenzih etme yerine şirk ve benzetmeye yönlendiriyor ve diyor ki: "Rabb dedi ki: Adem iyiyle kötüyü bilmekle bizlerden biri gibi oldu…"

e- Allah''ın Adem''i yaratmaktan pişman olduğunu söyleyerek O''nun, yaptığı işin ilerisinden cahil olduğunu dile getiriyor. Allah Teala''ya O'nun zatının ve yaratıcılığının sınırlanmasını, O'nun ilim nuru ve cehalet karanlığından bileşimine gerektiren cehalet isnadı etmek insanı Allah''a yönlendiren beşerin kılavuzu olan ilahî bir kitapla nasıl bağdaşıyor?!

Oysa Kur''an'ın hidayeti şöyledir: "Yaratan bilmez mi? O latiftir (bilgisi her şeyin içine geçen, her şeyi) haber alandır."۱۷ "Bir zamanlar Rabbin meleklere: "Ben yeryüzünde bir halife yapacağım," demişti. (Melekler): "Orada bozgunculuk yapan, kan döken birisini mi halife yapacaksın? Oysa biz seni överek tesbih ediyor ve seni takdis ediyoruz?" dediler. (Rabbin): Ben sizin bilmediklerinizi bilirim," dedi."۱۸

f- Allah Teala''ya, cisim, cehalet ve acizliğin gereği olan hüzün ve üzüntü nispeti vermiştir. Oysa Kur''an''ın hidayeti şöyledir: "Göklerde ve yerde bulunan her şey Allah''ı tesbih etmiştir. O, azizdir hakimdir. Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Yaşatır, öldürür, O her şeyi yapabilir. O, ilktir (kendisinden önce hiçbir varlık yoktur,) sondur (kendisinden sonra hiçbir varlık yoktur. Her şey yok olurken O kalacaktır,) zâhirdir (delilleriyle varlığı gün gibi açıktır,) bâtındır (zâtının hakikati gizlidir, akıllar O''nun özünü idrak edemez,) O, her şeyi bilendir."

Hıristiyanların Bazı Özel İnançları

1- Yuhanna'nın 1. mektubunun, beşinci bölümünde şöyle geçer: "İsa''nın Mesih olduğuna inanan herkes Tanrı''dan doğmuştur. Baba''yı seven, O''ndan doğmuş olanı da sever… İsa''nın Tanrı Oğlu olduğuna iman edenden başka dünyayı yenen kim vardır? Su ve kanla gelen, İsa Mesih''tir. O yalnız suyla değil, su ve kanla gelmiştir. Kendisine tanıklık eden Ruh'tur. Çünkü Ruh gerçektir. Şöyle ki, tanıklık edenler üçtür: Ruh, su ve kan. Bunların üçü de uyum içindedir."

2- Yuhanna'nın İncil'i, birinci bölüm, ilk ayetten itibaren şöyledir: "Başlangıçta Söz vardı. Söz Tanrı'yla birlikteydi ve Söz Tanrı'ydı. Başlangıçta O, Tanrı'yla birlikteydi. Her şey O''nun aracılığıyla var oldu, var olan hiçbir şey O''nsuz olmadı. Yaşam O''ndaydı ve yaşam insanların ışığıydı. Işık karanlıkta parlar ve karanlık onu alt edememiştir. Tanrı''nın gönderdiği Yahya adlı bir adam ortaya çıktı. O, tanıklık için, ışığa tanıklık etsin ve herkes onun aracılığıyla iman etsin diye geldi. Kendisi o ışık değildi, ama ışığa tanıklık etmeye geldi. Dünyaya gelen, her insanı aydınlatan gerçek ışık vardı.

 O, dünyadaydı, dünya O''nun aracılığıyla var oldu, ama dünya O''nu tanımadı. Kendi yurduna geldi, ama kendi halkı O''nu kabul etmedi. Ancak, kendisini kabul edip adına iman edenlerin hepsine Tanrı''nın çocukları olma hakkını verdi. Onlar ne kandan, ne bedenin isteğinden, ne de insanın isteğinden doğdular; tersine, Tanrı''dan doğdular. Söz insan olup aramızda yaşadı. Biz de O'nun yüceliğini, Baba'dan gelen, lütuf ve gerçekle dolu olan biricik Oğul''un yüceliğini gördük."

3- Yuhanna İncil''inde, altıncı bölümde, 51. ayetten itibaren şöyle geçer: "Gökten inmiş olan diri ekmek ben''im. Bu ekmekten yiyen sonsuza dek yaşayacak. Dünyanın yaşamı uğruna vereceğim ekmek de benim bedenimdir.» Bunun üzerine Yahudiler, «Bu adam yememiz için bedenini bize nasıl verebilir?» diyerek birbirleriyle çekişmeye başladılar. İsa onlara şöyle dedi: «Size doğrusunu söyleyeyim, İnsanoğlu'nun bedenini yiyip kanını içmedikçe, sizde yaşam olmaz. Bedenimi yiyenin, kanımı içenin sonsuz yaşamı vardır ve ben onu son günde dirilteceğim.

Çünkü bedenim gerçek yiyecek, kanım gerçek içecektir. Bedenimi yiyip kanımı içen bende yaşar, ben de onda. Yaşayan Baba beni gönderdiği ve ben Baba'nın aracılığıyla yaşadığım gibi, bedenimi yiyen de benim aracılığımla yaşayacak."

4- Yuhanna'nın İncil''inde, ikinci bölümün 3. ayetinden itibaren şöyle geçmektedir: "Şarap tükenince İsa'nın annesi O''na, «Şarapları kalmadı» dedi. İsa, «Anne, benden ne istiyorsun? Benim saatim daha gelmedi» dedi. Annesi hizmet edenlere, «Size ne derse onu yapın» dedi. Yahudilerin geleneksel temizliği için oraya konmuş, her biri seksenle yüz yirmi litre alan altı taş küp vardı. İsa hizmet edenlere, «Küpleri suyla doldurun» dedi. Küpleri ağızlarına kadar doldurdular. Sonra hizmet edenlere, «Şimdi bundan alın, şölen başkanına götürün» dedi. Onlar da götürdüler. Şölen başkanı, şaraba dönüşmüş suyu tattı. Bunun nereden geldiğini bilemedi, oysa suyu küpten alan hizmetkârlar biliyorlardı. Şölen başkanı güveyi çağırıp ona dedi ki, «Herkes önce iyi şarabı, çok içildikten sonra da kötüsünü sunar. Ama sen iyi şarabı şimdiye dek saklamışsın.» İsa bu ilk mucizesini Celile''nin Kana köyünde yaptı ve yüceliğini gösterdi. Öğrencileri de O''na iman ettiler."

Bu ayetlerin bazı yönlerine işaret edelim:

A- Hıristiyanların ittifak ettikleri temel inançlarından biri teslis (üçleme) inancıdır. Diğer taraftan, Yuhanna''nın İnci''inde 17. bölümün 3. ayetinde şöyle geçiyor: "Sonsuz yaşam, tek gerçek Tanrı olan seni ve gönderdiğin İsa Mesih''i tanımalarıdır."

Onların arasındaki kesin ilkelerden biri "Ekanim-i Selâs"e۲۰ inanmaktır. Çünkü Yuhanna'nın İncili''nde tanrı gerçek birlikle tavsif edildiğinden, tevhidle teslisi bir araya toplayarak Yuhanna'nın birinci mektubunda "Her üçü de birdir" şeklinde geçtiği gibi, bunların "gerçek anlamda birbirinden ayrı ve farklı olduğu gibi gerçek anlamda birdirler de" demekten başka bir çare göremediler.

Bu inanç birkaç sebeple batıl ve yanlıştır; bunlardan bazıları şöyledir:

1- Sayıların mertebeleri -bir ve üç gibi- birbirlerine zıttırlar ve zıtların bir araya toplanması ise imkânsızdır. Üç bir olduğu halde birin üç olması nasıl mümkündür?!

2- Teslis inancı beş tanrıya inanmayı gerektirir ve -tevhid konusunda geçtiği gibi- bu rakam böylece sonsuza kadar artar. Dolayısıyla Hıristiyanların sonsuz tanrıya inanmaktan başka bir çaresi yoktur.

3- Teslis bileşimi gerektirmektedir; bileşim ise cüz ve parçalara ihtiyaç duymayı ve parçaları birleştiriciyi gerektirmektedir.

4- Teslis inancı, sayıların yaratıcısını, yaratılmakla sıfatlandırmayı gerektirmektedir; çünkü sayı ile sayılan her ikisi de yaratılmıştır ve Allah Teala ise sayılır olmaktan, hatta vahdet-i adadiyye''den (sayısal vahdet) bile münezzehtir: "Allah, üçün üçüncüsüdür diyenler elbette kâfir olmuşlardır. Oysa yalnız bir tek tanrı vardır, başka tanrı yoktur. Bu dediklerinden vazgeçmezlerse elbette onlardan inkâr edenlere acı bir azâb dokunacaktır."۲۱

Onlar İsa'yı apaçık bir şekilde Allah''ı oğlu bilmişlerdir. Fakat Kur''an-ı Kerim şöyle buyuruyor: "Meryem oğlu Mesih, bir elçiden başka bir şey değildir. Ondan önce de elçiler gelip geçmiştir. Annesi de dosdoğruydu. İkisi de yemek yerlerdi. (Yaşamak için yemeğe muhtaç olan nasıl tanrı olabilir?) Bak, onlara nasıl âyetleri açıklıyoruz, sonra bak nasıl (haktan) çevriliyorlar!?" Ve "İkisi de yemek yerlerdi" cümlesi, cezb ve defedilen yemeğe muhtaç olan bir varlığın ibadet edilmeye layık olmadığına işaret etmektedir.

B- İsa'nın "Söz" olduğuna ve Söz''ün tanrı olduğuna ve tanrı olan o Söz''ün dünyaya gelerek cisimleştiğine ve ekmek olduğuna, takipçilerinin eti ve kanıyla birleştiğine ve onun ilk mucizesinin suyu şarap etmesi olduğuna ve akılları tamamlamak için gelen kimsenin mucizesi mest ettiğine ve aklı başından aldığına inanmak hangi akıl ve mantıkla bağdaşıyor?!

C- Bir taraftan İsa'yı Tanrı bilmişler, diğer taraftan Semuil''in ikinci kitabında, 11. bölümde Davud peygambere eşi olan kadınla zina isnadında bulunarak demişlerdir ki: Davud o kadınla zina yaptı ve kadın ondan hamile oldu. Sonra onun kocasını savaşa gönderdi ve ordunun komutanına da o kadının kocasını savaşın ilk hattında zorlu bir savaşa göndermesini ve vurulup öldürülmesi için de arkasından çekilmelerini yazdı. Böylece onun karısını kendi evine getirdi. İsa''nın soyunu, Metta'nın İncil''inde, birinci bölümde bu evliliğe dayandırmışlar, Davud peygamber ve Zebur kitabının sahibini böyle bir cinayetle suçlamışlardır.

Kur''an''ın hidayeti Allah Teala'yı bu kuruntulardan tenzih etmiş, Meryem oğlu Hz. İsa''ya inanmayı onu zinadan dünyaya geldiğini söyleyenlerin tefritinden ve onu Allah''ın oğlu bilenlerin ifratından kutsayarak şöyle buyurmuştur: "Kitapta Meryem''i de an. Bir zaman o âilesinden ayrılıp doğu yönünde bir yere çekilmişti." Nihayet buyuruyor ki: "Çocuk: "Ben şüphesiz Allah''ın kuluyum. Bana kitap verdi ve beni peygamber yaptı" Davud''un kutsallığı konusunda da buyuruyor ki: "Ey Dâvûd, biz seni yeryüzünde (senden öncekilerin yerine) hükümdar yaptık."۲۵ Ve peygamberimiz Hz. Muhammed'e (s.a.a) ise şöyle buyuruyor: "Onların dediklerine sabret de güçlü kulumuz Dâvûd''u an; çünkü o (bize) çok başvururdu."

Bunlar Allah''ı tanıma konusunda Kur''an'ın hidayetinden örneklerdir.

Kur''an-ı Kerim''in insan saadetindeki öğretilerinin örneği ise şöyledir:

Zorbalık, para, ırk, kabile, deri rengi ayrıcalığını reddederek fazilet ölçüsünü insanî mükemmellikler bilerek şöyle buyurmuştur: "Ey insanlar, biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah yanında en üstün olanınız, (günâhlardan) en çok korunanınızdır. Allah bilendir, haber alandır."

Sarhoş edici şeyleri içmeyi fasit düşünceleri ve kumar ve faizin yayılmasıyla hasta iktisadı şu ayetlerle ıslah ve tedavi etmiştir: "Ey inananlar, şarap, kumar, dikili taşlar, şans okları şeytân işi birer pisliktir. Bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz."۲۸ "Oysa Allah, alış-verişi helâl, ribâyı harâm kılmıştır." "Mallarınızı, aranızda bâtıl (sebepler) ile yemeyin."

İnsanın canını şu ayetlerle korumuştur: "Haksız yere Allah''ın yasakladığı cana kıymayın!"۳۱ "Kim de onu(n hayatını kurtarmak sûretiyle) yaşatırsa, bütün insanları yaşatmış gibi olur."

Üst tabakanın elleri altındakilere zulüm ve haksızlık kapısını kapatmış ve insanların yüzüne adalet ve ihsan kapısını açarak şöyle buyurmuştur: "Kim size saldırırsa, onun size saldırdığı kadar siz de ona saldırın."۳۳ "Allah sana nasıl iyilik ettiyse sen de öyle iyilik et, yeryüzünde bozgunculuk (etmeyi) isteme." "Allah adâleti, ihsanı, akrabâya vermeyi emreder."

Kadınlara hayvan muamelesi yaptıkları bir dönemde şöyle buyurmuştur: "Onlarla iyi geçinin."۳۶"Kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır."

Her türlü ihaneti engelleyerek şöyle buyurdu: "Allah, size emânetleri ehline vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adâletle hükmetmenizi emreder."

Ahdi yerine getirmeyi imanın nişanelerinden sayarak şöyle buyuruyor: "Ve o (mü'min)ler emânetlerine ve ahidlerine özen gösterirler." "Ahdi de yerine getirin, çünkü ahd''den sorulacaktır."۴۰

Ümmeti ise , "Hikmeti dilediğine verir. Hikmet verilen kimseye çok hayır verilmiştir" buyruğuyla cehalet ve akılsızlık zilletinden öyle bir kurtardı ki, dünyada ilim ve hikmet meşalelerini taşıyanlardan oldular.

Takipçilerine her türlü iyiliği emretti ve onları her türlü kötülükten sakındırdı; onlara tertemiz şeyleri helal edip habis ve çirkin şeyleri haram etti ve onları fıtratlarına aykırı olarak kendilerini düçar ettikleri her türlü kutsallık bağından kurtardı: "Onlar ki yanlarındaki Tevrât ve İncil''de yazılı buldukları o Elçi''ye, o ümmi Peygamber''e uyarlar. O (Peygamber) ki, kendilerine iyiliği emreder, kendilerini kötülükten meneder; onlara güzel şeyleri helâl, çirkin şeyleri harâm kılar, üzerlerindeki ağırlıkları, sırtlarındaki zincirleri kaldırıp atar. O''na inanan, destekleyerek O''na saygı gösteren, O''na yardım eden ve O''nunla beraber indirilen nura uyanlar, işte felâha erenler onlardır."

Doğru inançları tanıma, ahlaki güzellikler ve salih amelleri kpsamına alacak şekilde iyilik dairesini genileterek ve batıl inançlar, çirkin ahlak ve bozuk amelleri içene alacak biçimde kötülük ve çirkinlik dairesini genişleterek iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmayı bütün mümin erkek ve kadınların vazifesi bilerek şöyle buyurmuştur: "İnanan erkekler ve inanan kadınlar, birbirlerinin velisidirler. İyiliği emrederler, kötülükten men''ederler, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah''a ve Elçisine itâ''at ederler. İşte onlara Alah rahmet edecektir. Allah dâimâ üstündür, hüküm ve hikmet sâhibidir." Ve diğer taraftan da şöyle buyurmuştur: "Ey inananlar niçin yapmayacağınız şeyi söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyi söylemek, Allah katında en sevilmeyen bir şeydir." Ve bu iki ayetle bütün insanlara her şeyde hikmet, iffet, şecaat ve adalete ulaşma ve bütün insanî faziletlerle medine-i fazile oluşturma yolunu göstermiştir.

Bunlar Kur''an-ı Kerim''in hidayet güneşinin ışınından bazı numunelerdi. Bu ilahî kitabın bütün ilahi öğretilere hidayeti ve insanı dünya ve ahiret saadetine ulaşmaya yönlendirmesi için inanç, ahlak, ibadetler, muamelat ve siyaset konusunda Kur'an-ı Kerim ayetlerinin sırlarını incelemeye ihtiyaç vardır; bunun için de daha geniş ve ayrıntılı kitapların yazılması gerekir.

3- Kur''an''ın Gaybi Haberlerî:

Allah tarafından, kıyamet gününe kadar insanların hidayet etmek için peygamberliğe gönderildiğini iddia eden bir kimse için en zor şey gelecekten haber vermektir; bu konumdaki bir kişi, milyarda bir de aksinin çıkabileceğini ihtimal verse, getirdiği dinin temelinin dağılmasına neden olabileceği için ihtimal verdiği şeyin önemi açısından ihtiyatı gözeterek susması gerekir. Ve eğer onun yakin ve tam bir güvenle gelecekte bir şeyin vuku bulacağını haber verdiğini ve söylediği şeyin de gerçekleştiğini görürsek, verdiği haber, onun zaman ve zamanla ilgili şeyleri kapsayan bir ilme sahip olduğunu gösterir.

Kur''an-ı Kerim''in bazı gaybî haberleri şöyledir:

a- Rumların mağlup olduktan sonra galip geleceklerinin haberinin verilmesi: "Elif lâm mim. Rum(lar), yenildi. (Bölgeye) En yakın bir yerde. Onlar (bu) yenilgilerinden sonra yeneceklerdir." Bu haber, tarih kitaplarında da geçtiği üzere hiç kimsenin İran''ın yenileceği ve Rum''un zafer kazanacağını aklından bile geçirmediği bir dönemde verilmiştir.

b- Allah Resulü''nün (s.a.a) Mekke''ye döneceğinin haber verilmesi: "Kur''ân''ı sana (indiren ve) gerekli kılan (Allah), elbette seni varılacak yere döndürecektir."

c- Münafıkların Allah Resulü''ne (s.a.a) suikast etmek için hazırlanıp komplo kurmaları ve onun korunacağının haber verilmesi: "Ey Elçi, Rabbinden sana indirileni duyur; eğer bunu yapmazsan, O''nun mesajını duyurmamış olursun. Allah seni insanlardan korur."

d- Mekke''nin fethedileceğinin ve Müslümanların Mescid-i Haram''a gireceklerinin ve onların ruhî ve cismî özelliklerinin haber verilmesi: "Allah dilerse, başlarınızı (kökten) traş ederek ve(ya) saçlarınızı kısaltarak, korkmadan, güven içinde Mescid-i Harâm''a gireceksiniz."

e- Tebuk savaşından döndükten sonra münafıklar hakkında şu ayet nazil oldu: "''Asla benimle çıkmayacaksınız, benimle beraber düşmanla savaşmayacaksınız'' de."Ve ayetin buyurduğu gibi de oldu.

f- Müşriklerin çokluklarıyla övündükleri ve kesin bir zafere ulaşacaklarına emin oldukları Bedir savaşında şu ayet nazil oldu: "Yoksa "Biz muzaffer (yenilmez) bir topluluğuz" mu diyorlar? O topluluk bozulacak ve geriye dönüp kaçacaklardır."

g- Hayber''in fethinden ve Müslümanların ganimetleri ele geçirmeden önce, İran ve diğer ülkelerin hazinelerini ele geçirmek onların akılından bile geçmediği bir dönemde şu ayet nazil oldu: "Andolsun o ağacın altında (Hudeybiye''de) sana bey''at ederlerken Allah, müminlerden razı olmuştur. Kalplerinde olanı bilmiş onlara güven indirmiş ve onları pek yakın bir fetih ile mükâfatlandırmıştır.

Ve onları alacakları bir çok ganimetlerle de ödüllendirdi. Allah, çok güçlüdür, hikmet sahibidir. Allah, size birçok ganimetler va''d buyurdu, onları alacaksınız. Şimdilik bunu size peşin verdi ve sizden o insanların ellerini çekti ki inananlara bir delil olsun ve sizi doğru bir caddeye çıkarsın. Henüz elinizin ermediği, fakat Allah''ın (bilgisi ile) kuşattığı bir diğerini daha (vaad buyurdu). Allah, her şeye gücü yetendir."

 h- Allah Resulü''nün (s.a.a) oğlu vefat edince Asim b. Vail, "Muhammed''in soyu kesiktir; yerine geçecek bir oğlu yoktur. Ölünce hatırlanmayacaktır artık" söyleyince şu sure nazil oldu: "Biz sana Kevser''i verdik. Öyleyse Rabbin için namaz kıl ve nahret (kurban kes veya ellerini boğazına kadar kaldırıp tekbir al). Asıl sonu kesik olan, sana buğzedendir."۵۲ Bu sure, Allah Resulü''ne (s.a.a) "soyu kesiktir" diyenin soyunun kesileceğini ve onun soyunun devam edeceğini bildirmiştir.

4- Yaratılışın Sırlarından Haberdar Olmak:

Beşerin bilgisi gök cisimlerini basit bildikleri ve onların hareket edebileceklerini düşünemediği bir dönemde yörüngede yıldızların hareket halinde olduğunu haber vermiştir: "Ne güneş aya erişebilir, ne de gece, gündüzün önüne geçebilir. Hepsi bir felekte (yörüngede) yüzmektedirler."

Zevciyet kanununun eşyaları da kapsadığının bilinmediği bir dönemde buyurmuştur ki: "Her şeyden iki çift (erkek-dişi) yarattık ki düşünüp öğüt alasınız."۵۵

Diğer kürelerde bir canlının olması ihtimali verilmediği bir zamanda şöyle buyurmuştur: "Gökleri, yeri ve bunların içine yaydığı canlıları yaratması da O''nun âyetlerinden (birliğinin ve kudretinin işâretlerinden)dir."

Ve yine rüzgar vesilesiyle dişi bitkilerin erkek nutfelerle aşılanmasını haber veriyor: "Rüzgârları, aşılayıcı olarak gönderdik"

Gök cisimlerinin basit ve onların yaratılışlarının yeryüzündeki cisimlerden farklı bilindiği, alemin daha önce bitişik olduğu ve sonra ayrıldığı konusundan kimsenin haberleri olmadığı bir dönemde buyurmuştur ki: "O nankörler görmediler mi ki göklerle yer bitişik idi, biz onları ayırdık."

Ve insanoğlunun, alemin genişletildiğinden haberi olmadığı bir dönemde buyuruyor ki: : "Göğü sağlam yaptık, biz genişleticiyiz (kudretimiz geniştir, göğü öyle genişleten biziz)."

Bilim adamlarının, gökyüzündeki cisimlerin yarılıp birbirine kavuşmasının imkansız olduğunu sandıkları ve insanın onların üzerinde etki bırakabileceği kimsenin aklından bile geçirmediği bir dönemde şu ayet nazil oldu: "Ey cinler ve insanlar topluluğu, göklerin ve yerin bucaklarından geçip gitmeğe gücünüz yeterse geçin gidin. Ancak kudretle geçebilirsiniz."

Bir bölümüne değindiğimiz alemdeki sırlarla ilgili ayetlerin varlığı, bu kitabın Yüce Yaratıcı tarafından nazil olduğunu göstermektedir.

5- Kur''an''ın Çekiciliği:

Kur''an'ın diliyle aşina olan insaf sahibi her insan Kur''an''ın ruhu ve çekiciliği olduğunu itiraf eder; bir söz her ne kadar mana, beyan ve güzellik inceliklerini içeren tüm belagat ölçülerine sahip olsa gene de Kur'an'a oranı, yapma gülün gerçek ve doğal güle ve insanın heykelinin ' kendisine oranı gibidir.

6- Kur''an''da İhtilafın Olmayışı:

Şüphesiz fikrî tekâmül nedeniyle, insanın söz ve davranışlarının tümü aynı seviyede değildir ve bir dalda uzman olan her bilim adamının, kendisini o işe konsantre etse bile bilimsel eserleri hayatının çeşitli merhalelerinde farklıdır; böyle bir kişinin düşüncesinin değişmesiyle eserleri de değişir.

Kur''an yaratılış ve kıyameti tanıma, âlem ve ruhların delilleri, insanın yaratan ve yaratılanla ilişkileri, kişisel ve toplumsal vazifeler, geçmiş ümmetlerin kıssaları gibi konuları içeren, Mekke''de müşriklerin verdiği sıkıntılarla, Medine''de ise kafirlerle savaşma ve münafıkların hile ve düzenleri ile, kafayı karıştıran onca sebeplere rağmen ders okumamış ve hoca görmemiş bir kişinin dilinden aktarılan bir kitaptır.

Bütün bu etkenleri göz önünde bulundurarak, doğal olarak böyle bir kişinin dilinden aktarılan böyle bir kitapta birçok ihtilafların olması gerekir. Bunu göz önünde bulundurarak, bu kitapta ihtilaf olmayışı, onun cehalet ve gafletten kutsanmış vahiy makamından ibaret olan insan düşüncesinin üstünde bir ufuktan nazil olduğunu göstermektedir: "Kur'ân''ı düşünmüyorlar mı? Eğer Allah''tan başkası tarafından (indirilmiş) olsaydı, onda birbirini tutmaz çok şey bulurlardı."۶۱

7- Kur'an''ın Aynî ve Amelî Eğitimi:

Bir kimse dünyadaki bütün doktorlarının baştabibi olduğunu iddia ederse, bunu ispatlamanın iki yolu vardır:

Biri; benzeri tıp kitaplarında bulunmayan, tıp alanında, hastalıkların nedenlerini ve tedavilerini yazdığı bir kitap sunması.

Diğeri; hastalık vücudunun tüm uzuvlarını saran, ölümün eşiğinde olan ve doktorların tedavi edemediği bir hastayı iyileştirip sağlığına kavuşturması.

Peygamberler insanların düşünce, ruh ve hasalıklarının doktorlarıdırlar ve İslam Peygamberi Hz. Muhammed de (s.a.a) bunların başıdır.

Onun bilimsel delili, insanın fikrî, ahlakî ve amelî hastalıklarının sebeplerini ve tedavilerini beyan etmede benzeri olmayan bir Kur''an'dır; onun küçük bir bölümü örnek olarak Kur'an'ın hidayeti konusunda zikredilmiştir. Onun amelî delili ise, Peygamber''in insanlığın en kötü hastalıklara tutulan bir tolumda zuhur etmesidir; bu toplum fikrî açıdan öyle bir hadde gelmişti ki, her kabilenin kendine ait bir putu vardı, hatta aileler kendilerine hurma ve helvadan putlar yapıyor, sabahleyin ona secde ediyor ve acıkınca da tanrılarını yiyorlardı!

Onların düşüncelerinin afetini, marifet ve iman merhemi ile öyle bir tedavi etti ki, alemin yaratıcısını şöyle övdüler: "Allah, ki O''ndan başka tanrı yoktur, dâimâ diri ve yaratıklarını koruyup yöneticidir. Kendisini ne bir uyuklama, ne de uyku tutmaz. Göklerde ve yerde olanların hepsi O'nundur. O''nun izni olmadan kendisinin katında kim şefâat edebilir? Onların önlerinde ve arkalarında olanı bilir. O''nun ilminden, ancak kendisinin dilediği kadarından başka bir şey kavrayamazlar. O''nun Kürsüsü, gökleri ve yeri kaplamıştır (O yüce padişah, göklere, yere, bütün kâinâta hükmetmektedir). Onları koru(yup gözet)mek, kendisine ağır gelmez. O yücedir, büyüktür."Ve onun karşısında secdeye kapanarak, "Münezzehtir en ulu olan rabbim ve ben ona hamd etmekteyim" dediler.

Onlar duygusal açıdan hayvanlardan daha aşağılıklardı; baba tam bir katı kalplilikle kendi eliyle kendi kızını diri diri toprağa gömüyordu;۶۳ o kavimde insan duygusunu öyle bir diriltti ki, Müslümanlar, Mısır''ın fethinde, çadırların birisinde bir kuşun yuva yaptığını gördüler; oradan göçüp gidecekleri zaman, kuş ve yavrusunun yuvasının yıkılmaması için çadırı orada bırakıp gittiler; böylece o bölgede kurulan şehre "Festat" adını verdiler.۶۴

Zenginlerin fakirlere karşı üstünlük tasarlamasını öyle bir şekilde yok etti ki, zenginlerden biri Hazret''in huzurunda oturmuştu; tam o sırada bir fakir gelerek o zenginin yanında oturdu. Bunun üzerine zengin adam elbisesini topladı. Allah Resulü''nün (s.a.a) buna tanık olduğunu görünce, "Ey Allah'ın Resulü! Servetimin yarısını bu adama bağışladım" dedi. Ama adam, "Senin derdine müptela olmak istemediğim için kabul etmiyorum" dedi.۶۵

Zengini o şekilde cömert yapan ve fakire bu kadar geniş bir bakış açısı veren, onun kibrini tevazua, zilletini izzete dönüştüren nasıl bir eğitimdir bu?!

Güçlünün zayıfa karşı azgınlığını öyle bir şekilde yok etti ki, Emir'ül Müminin Hz. Ali''nin (a.s) döneminde İran padişahı ve Rum imparatorluğunun askeri gücü Müslümanların halifesinin elinde idi; o sırada Hz. Ali''nin (a.s) ordusunun başkumandanı Malik Eşter'di.

 Malik Eşter bir gün sıradan insanlar gibi çarşıdan sade ve tantanasız bir halde geçerken birisi onunla alay etti. Adama, "Alay ettiğin bu adamın kim olduğunu biliyor musun?" dediler. Adam, "Hayır" dedi. Malik''i ona tanıttıkları zaman, Malik sahip olduğu o mutlak güçle kim bilir başıma neler getirecek diye endişelenerek onu aramaya başladı. Malik''in camiye gittiğini söylediler. Bunun üzerine o davranışından dolayı özür dilemek için camiye koştu. Fakat Malik, "Ben senin bu davranışından dolayı camiye geldim ve Allah''tan seni affetmesini dilemek için iki rekat namaz kıldım" dedi.

Bu eğitim etkisi ile güç ve kudretin verdiği gurur onun Hay ve Kayyım olan Allah Teala'nın karşısında zelil bir şekilde alnını toprağa sürmesine engel olmuyor ve yaptığı çirkin amelden dolayı endişelenen hakaret eden adamı hayırların en iyisi olan bağışlanma dilemeye ulaştırıyor.

Kavimlerin arasındaki mesafeleri öyle bir şekilde yok ediyor ki, acemlere karşı Arap kavmiyetçiliğinin o kadar kökleşmesine rağmen, "Nefsini, sabah akşam, rızâsını isteyerek Rablerine yalvaranlarla beraber tut (onlarla beraber bulunmağa candan sabret). Gözlerin, Dünya hayatının süsünü isteyerek onlardan başka yana sapmasın. Kalbini bizi anmaktan alıkoyduğumuz keyfine uyan ve işi, hep aşırılık olan kişiye itâat etme"۶۷ buyruğu gereğince Selman-ı Farsi''yi kendi yanında oturttu۶۸ ve sonunda o Medain''in valiliğine atandı.

 İnsanlar arasındaki ırk mesafesini öyle bir şekilde yok etti ki, zenci bir köleyi kendine müezzin etti ve ona, "Ne emir verirsen kabul ediyoruz, fakat bu siyah karganın sesine tahammül edemeyiz" dedikleri zaman onlara şu cevabı verdi:۷۰ "Ey insanlar, biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah yanında en üstün olanınız, (günâhlardan) en çok korunanınızdır. Allah bilendir, haber alandır."۷۱

Kökü ilim ve marifet, gövdesi yaratıcı ve kıyamete inanç, dalı övülmüş melekeler ve güzel ahlak, goncası takva ve çekinme, meyvesi ise sağlam ve uyumlu konuşma ve güzel davranış olan büyük bir ağaç dikti:"Görmedin mi Allah nasıl bir benzetme yaptı: Güzel söz, kökü (yerde) sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaç gibidir. (O ağaç), Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Allah, öğüt almaları için insanlara böyle benzetmeler yapar."

Bu eğitim ve öğretimle insanlık ağacının meyve vermesini sağladı ve o ağaçtan insanlığa Ali b. Ebutalib gibi mükemmel bir meyve sundu; öyle bir insan ki onun ilmî ve amelî faziletlerinin ansiklopedisinden şu yeter ki, Allah Resulü (s.a.a) hayatta olduğu müddetçe, adebi, onun karşısında ilim ve irfanını ortaya koymasına engel oluyordu ve güneşin ışını altındaki ay gibiydi; Allah Resulü''nden (s.a.a) sonra da o boğucu ortamda etrafına nur vermekten mahrum oldu ve yaklaşık beş yıl süren Cemel, Sıffin ve Nehrivan gibi yıkıcı savaşların fitnesine tutularak karşılaştığı az bir fırsatta konuştuğu zaman, Mutezilî İbn Ebi''l-Hadid''in dediği gibi sözü Yaratan'ın sözünden aşağı ve yaratılanların sözünün üstündeydi. Allah''ı tanımak, kendini yetiştirmek ve toplumun düzenini yoluna koymak için Nehcu''l-Belağa''nın birinci hutbesine, Muttakin hutbesine ve Malik Eşter'e ahitnamesine müracaat etmek yeter; denizden bir damla olan bu buyrukları onun ne kadar hikmetlerle dolu büyük bir ilim ve amel okyanusu olduğunu göstermektedir; bunlar o okyanustan sadece birkaç örnektir.

Savaş meydanında yürüdü ise, tarih, zırhının arka tarafı olmayan, bir gecede beş yüz yirmi üç tekbir getiren ve getirdiği her tekbirde bir düşmanı yere seren, ve aynı gece iki safın arasında gece namazına duran, her taraftan yağmur gibi yağan oklar karşısında yere döküldüğü halde en küçük bir korku ve endişeye kapılmadan, diğer zamanlarda olduğu gibi kulluk vazifelerini yapmaktan geri kalmayan ve Amr b. Abduved gibi adlı şanlı bir kahramanı yere seren, hakkında Sünnisi ve Şiisi ile bütün Müslümanlar Allah Resulü''nden (s.a.a) "Hendek savaşında Ali b. Ebutalib'in Amr ile savaşı kıyamet gününe kadar ümmetimin tümünün amelinden üstündür"۷۶ diye rivayet eden, Hayber savaşında Yahudi Merhab''ı bir kılıç darbesi ile ikiye bölen ve ondan sonra yetmiş atlıya saldırarak kılıçtan geçiren, böylece Müslümanlarla Yahudileri hayrete düşüren, bu yiğitliği korku ve haşyet ile bir araya toplayan ve namaz vakti çehresinin rengi değişen, bedenine titreme düşen, kendisine neden öyle olduğu sorulduğunda "Göklere, yere ve dağlara sunulduğu zaman taşımaktan sakındıkları ve insanın üstlendiği emaneti eda etmenin zamanı geldi" diye cevap veren,۷۸gündüzleri savaş meydanında heybeti yiğitleri titreten, ama geceleri ibadet mihrabında yılan sokmuş bir kişi gibi kıvranan ve yaşlı gözlerle, "Ey dünya! Ey dünya! Beni mi aldatmak istiyorsun?! Bana mı yöneldin?! Heyhat! Heyhat! Git benden başkasını aldat; benim sana ihtiyacım yok. Ben seni üç talak ile boşadım… Azığın azlığından ve yolun uzunluğundan dolayı eyvahlar olsun" söyleyen۷۹ onun gibi bir kahraman görmemiştir.

Bir sail ondan bir şey talep edince bin vermesini emretmiş, emrettiği kişi, "Altın mı vereyim gümüş mü?" diye sorduğu zaman, "Benim gözümde ikisi de bir taştır; saile hangisi daha faydalı ise ondan ver" buyurmuştur.

Hangi ümmet ve hangi millette savaş meydanında bir müşrikle savaş halindeyken böyle cömert bir yiğit görülmüştür? Müşrik, "Ey Ebutalib'in oğlu! Kılıcını bana ver" dediği zaman kılıcını ona doğru atmış, müşrik, "Hayret! Ey Ebutalib''in oğlu! Böyle bir anda kılıcını bana mı veriyorsun?!" diyince, "Sen bana el açıp istedin; saili boş çevirmek cömertliğe yakışmaz" cevabını vermesi üzerine sail kendisini yere atıp, "Bu din adamlarının davranışıdır" diyerek ayaklarını öpüp Müslüman olmuştur.

İbn Zübeyr gelerek, "Babamın hesabında, onun, senin babandan seksen bin dirhem alacaklı olduğunu gördüm" demesi üzerine o malı ona vermiş, daha sonra İbn Zübeyr gelerek, "Ben hata ettim! Senin baban benim babamdan seksen bin dirhem alacaklıdır" diyince, "O mal babana helal olsun ve senin de benden aldığın senin olsun!" buyurmuştur.

Hükümetinin sınırı Mısır''dan Horasan''a kadar uzandığı halde, bir kadının sırtındaki su kırbasını görünce onu o kadından alarak gideceği yere kadar taşıyan, onun durumunu soran ve o kadın ve yetim yavruları ile neden o zamana kadar ilgilenilmedi diye sabaha kadar içi içini yiyen ve sabah olunca o yetimlere kendisi yiyecek taşıyan, onlara yemek pişiren, ağızlarına lokma koyan ve kadın Emir'ül Müminin Ali'yi (a.s) tanıyınca, "Ey Allah''ın cariyesi! Ben senden utanıyorum" diye mahcubiyetini dile getiren böyle bir makam sahibine hangi zaman şahit olmuştur?!

Hilafeti döneminde hizmetçisi ile birlikte kumaşçılar çarşısından geçerken iki keten gömlek satın alan ve onların arasından en iyisini, genç olan hizmetçisinin ziynet taleplik garizesini temin etmek için ona giydiren -bir halife nerede görmüştür?-

Altın ve mücevherlerin hazinesi elinde olduğu halde, "Allah''a andolsun, cübbeme o kadar yama attım ki artık yamamaktan utandım" söylemiştir.

Huzuruna bir miktar ganimet getirdiler. O ganimetlerin içerisinde bir ekmek parçası vardı. Kufe''nin de yedi mahallesi vardı. O ganimetleri o ekmek parçası ile birlikte yediye böldükten sonra her mahallede ganimetleri dağıtmakla görevli olan kişileri çağırıp her birine ganimetin bir bölümü ile birlikte o ekmekten bir parça verdi۸۶ ve ganimetleri bölüştürdükten sonra iki rekat namaz kıldı ve peşinden, "Beni ona soktuğu gibi ondan çıkaran Allah''a hamd olsun" dedi!

Hilafeti döneminde kılıcını çarşıda satışa koyarak, "Ali''nin canı elinde olan Allah''a andolsun ki, eğer bir gömlek satın alacak kadar param olsaydı bu kılıcımı satmazdım" demiştir.

Bir musibete uğradığı gün bin rekat namaz kılıp, altmış miskine sadaka veriyor ve üç gün oruç tutuyordu.۸۹

El kabartısı ve alın teri ile bin köle azat etmiştir۹۰, ama dünyadan göçtüğü zaman sekiz yüz dirhem borçlu idi.۹۱

İftarını açmak için kızının evine misafir olduğu gece, o geniş ülkenin hükümdarının kızının sofrasında arpa ekmeği, tuz ve bir kase sütten başka yiyecek yoktu. Arpa ekmeği ve tuz ile iftarını açarak, sakın sofrası eli altındakileri sofrasından daha renkli olmasın diye süte elini sürmedi.۹۲

Saltanatı Mısır'dan Horasan''a kadar uzandığı halde kendisi ve komutanlarına karşı, Osman b. Huneyf''e yazmış olduğu mektupta yansıyan hükümet programını uygulayan bir kimseyi tarih nerede görmüştür? Bu mektubun anlamı yaklaşık olarak şöyledir:

"Ey Huneyfoğlu, duyduk ki Basralılardan bir bölüm, seni düğüne çağırmış; sen de hemen gitmişsin. Renk-renk yemekler, büyük büyük kâseler hoşuna gitmiş. Oysa ben sanmazdım ki yoksulları çağrılmayan, zenginleri dâvet edilen bir topluluğun dâvetine icâbet edesin. Dişlediğin yemeğe bir bak, haram helâl olduğunda şüphen olursa at o yemeği ağzından; helâl olduğunu iyice bilirsen birazcık ye.

Bil ki her kişinin uyduğu, yolundan gittiği, bilgisinden ışıklandığı bir imâmı vardır. Gene bil ki sizin imâmınız, dünyasında köhne bir elbiseyle iki parça ekmeği kendisine yeter bulmaktadır. Bilirim, sizin buna gücünüz yetmez; yetmez ama çekinip

 gayret ederek, temiz olmaya, doğru yola gitmeye gayret göstererek yardım edin bu yolda bana; gücünüz yettiği kadar yolumda olun. Andolsun Allah''a ki ben dünyanızdan ne bir gümüş, ne bir altın toplayıp biriktirdim, ne şu çok ganimetlerden bir mal yığdım, ne de üstümdeki yıpranmış elbiseden başka bir elbise aldım.

Evet, gökyüzünün gölgelendirdiği şu dünyadan kendim için bir karış bile kendim için elde etmedim...

Dilesem ben de yağlar, ballar bulurum; buğday ekmeğinin hâlisini yerim; ipek elbise giyinirim; fakat nefsimin dileğinin bana üst olması, beni lezzetli yemekler yemeye çekmesi mümkün mü hiç? Ben nasıl doya-doya yemek yiyebilirim ki Hicaz''da, yahut Yemâme''de belki yoksullar vardır; günler geçmiştir ki tokluk nedir, görmemişlerdir. Gecemi karnı tok olarak nasıl gündüz edebilirim ki çevremde aç karınlar, yanmış, susuzluktan bunalmış ciğerler vardır."

Kufe''deki olduğu halde Hicaz veya Yemen''de aç birisinin olabileceği ihtimali, elini lezzetli bir yemeğe uzatmasına engel olan, üzerinde eski bir keten gömlek bulunan, kendisi için ikinci bir elbise ve bir karış yer hazırlamayan, geçimi eli altındaki en fakir kişilerden daha iyi olmasın diye dünyanın yiyecek, giyecek ve emlakinden nasibi sadece bu olan böyle bir kişinin varlığının aynasında görmek gerekir İslam hükümetini.

Onun saltanatı ve hükümetinde öyle bir adalet hüküm sürüyor ki, zırhını bir Yahudi''nin elinde görünce, "Bu benimdir" buyuruyor; zımmî şartlarında yaşayan o Yahudî büyük bir küstahlıkla, "Zırh benimdir; benim elimde bulunuyor. Seninle aramızda Müslümanların kadısı hükmetsin" diyor.

Yahudi'nin ihanet edip zırhını çaldığını bildiği halde onunla birlikte kadının yanına gidiyor. Kadı kendisine saygı göstermek için ayağa kalktığı zaman, onu gösterdiği bu ayrıcalıktan dolayı kınayarak, "Müslüman olsaydı senin karşında onunla birlikte otururdum" diyor.

Ve sonunda Yahudi bu mutlak adalet karşısında itiraf ederek Müslüman oluyor. Bunun üzerine İmam (a.s) zırhını merkebi ile birlikte o adama bağışlıyor. Müslüman olan Yahudi, Sıffin savaşında şehadet makamına ulaşıncaya kadar Hz. Ali''den (a.s) ayrılmıyor.

Ve İslam''ın zimmetinde olan Yahudi bir kadının ayağından halhalı çekip çıkardıklarını öğrenince bu kanunsuzluğa tahammül edemeyerek şöyle buyurdu: "Bu olay nedeniyle bir Müslüman üzüntüden ölürse kınanmaz; hatta benim yanımda bu ölüme layıktır.

Yoldan geçerken yaşlı bir adamın el açarak dilendiğini görünce neden dilendiğini araştırdı. O adamın Hıristiyan olduğunu söyleyerek İmam'ın (a.s) gönlünü almaya çalıştıkları zaman şaşırarak, "Gençliğinde ondan iş çektiniz; şimdi yaşlanınca dilenmesi için onu nasıl yalnız bıraktınız?!" buyurdu ve sonra beytülmalden ona infakta bulunmalarını emretti.

Yaratıkların hakkı konusunda ise, yedi iklimi onların göğünün altındaki bütün şeylerle birlikte ona verselerdi ve karıncanın emek verdiği bir arpa kabuğunu ondan almasını isteselerdi, bunu yapmazdı;۹۷ Yaratan''ın hakkını gözetme konusunda da O''na ne cennet sevgisinden ve ne de cehennem korkusunda ibadet etmezdi; sadece O''nu ibadete layık gördüğü için O''na kulluk ederdi.

Allah Resulü''nün (s.a.a) de, "Ben Allah''tan edep almışım, Ali de benden"۹۹ buyurduğu gibi, tarihin eşini görmediği savaş meydanının sertliğini kalp inceliği ile karıştıran, bir yetimin solgun yüzüyle karşılaşması gözlerinden yaşlar akıtan ve yürek yakıcı iniltisini yükselten, onu, dünyanın bütün sınırlı ve ahretin sınırsız faydalarının bağından kurtarıp özgürlük ve hürriyete kavuşturan ve sadece alemlerin Rabbi Allah''a kulluk bağını, o da kendi yararı için değil, sadece onun ehil olması nedeniyle boynuna geçiren, insan ve alemin yaratılışının amacının zirvesi olan özgürlük ile kulluğu birleştiren, kendi rıza ve gazabını Yaratan''ın rıza ve gazabında fani eden ve buna, Leyletu''l-Mebit''te Allah Resulü''nün (s.a.a) yatağında yatması۱۰۰ ve Hendek savaşında insanların ve cinlerin ibadetinden daha üstün olan darbesi۱۰۱ tanık olan böyle bir insanın terbiye ve eğitimi ile beşeriyeti insanlığın zirvesine ulaştırır.

Evet, ancak Arap yarım adasının bitki yetişmez bölgesinde birkaç yıl içerisinde o kadar sıkıntılara rağmen böyle bir ümmet oluşturan ve insanlık ağacından böyle değerli bir meyve yetiştirip dünyaya sunan bir bahçıvan, "Ben insanlık bostanının en büyük bahçıvanıyım" söyleyebilir.

Acaba akıl ve insaf, burada değinemeyeceğimiz mucizeleri göz ardı ederek, sadece, özetini kaydettiğimiz bu bilimsel ve amelî örnekle, taassup, hava ve hevesten arınmış bir insanın, böyle bir dinin insanlığı kemal derecelerinin zirvesine ulaştıracağına inanmasını gerektirmez mi?! Veya insanın akıl ve fıtratının bilimsel ve ameli bakımdan dinden beklediği şeyin bu dinde olduğuna iman etmesini icap etmez mi?!

Kişisel ve toplumsal eğitim ve öğretim bakımından insan için bundan daha iyi ve daha üstün bir eğitim ve öğretim var mıdır?!

İşte bu, İslam peygamberinin hatemiyeti ve getirdiği dinin ebediliğine inanmaktır: "Muhammed, sizin erkeklerinizden birinin babası değil, fakat Allah''ın Elçisi ve peygamberlerin hâtemidir. Allah her şeyi bilendir."

Resulullah''ın (s.a.a) Hayatından Bir Işıltı

Son olarak Hazretin risaletine en güzel tanık olan hayat güneşine kısa bir bakış atalım:

Davetini açığa çıkardığı zaman mal, makam vaadi ve tehditler zirveye ulaştı. Kureyş Ebutalib''in yanına gelerek dediler ki: "Kardeşinin oğlu bizim ilahlarımıza çirkin şeyler söyledi, gençlerimizi bozdu ve toplumumuzu dağıttı. Mal istiyorsa onun için mal toplayalım da Kureyş''in en zengin kişisi olsun; hangi kadını istiyorsa onunla evlendirelim." Nihayet ona saltanat ve padişahlık vaadinde bulundular. Ama Hazret onlara, "Güneşi benim sağ elime ve ayı da sol elime koysanız yine de istemem" cevabını verdi.

Mal ve makam vaatlerinin bir etkisi olmadığını görünce tehdit ve eziyet yoluna başvurdular. Örneğin, Mescid-i Haram''da namaza durduğu zaman namazını bozmak için iki kişi sağında ve iki kişi de solunda durup alkış çalıyorlardı, yoldan geçerken üzerine toprak döküyorlar ve secdeye gittiğinde de koyun işkembesini üzerine boşaltıyorlardı.

Ebu Talib''in vefatından sonra Allah'ın dinini yaymak için Sakif kabilesinin ileri gelenlerinden yardım almak amacı ile tek başına Mekke''den Taif''e doğru hareket etti. Fakat onlar Hazretin peşinden yürüyüp ona eziyet etmeleri için geri zekâlı insanları ve köleleri tahrik ettiler. Hazret bunun üzerine bir bostana sığınarak bir üzüm ağacının gölgesinde oturdu. Öyle yürek yakıcı bir durumda idi ki, müşrik olan düşmanı haline acıyarak Adas adındaki Hıristiyan kölesine üzüm toplayarak ona götürmesini söyledi. Köle üzüm tabağını Hazretin yanına götürdüğü zaman Hazret elini uzatarak, "Bismillah" dedi. Köle, "Bu şehrin insanları böyle bir şey söylemezler" dedi. Hazret, "Sen hangi şehirden ve hangi dindensin" diye sorunca, "Ben Neyneva Hıristiyanlarındanım" dedi. Hazret, "Yunus b. Meta''nın şehrindensin" dedi. Köle, "Sen Yunus''u nereden tanıyorsun?" diye sordu. Hazret, "O benim kardeşimdi; peygamberdi; ben de peygamberim" buyurunca Adas Hazretin el ve ayağını öptü.

Allah Resulü''nün (s.a.a) yarenlerine de ağır işkencelerle eziyet ediyorlardı; onlardan bazılarını yakıcı güneş altında tutuyor, göğsünün üzerine ağır bir taş bırakıyorlardı ve o da o halde "Allah birdir, Allah birdir" diyordu.

Yaşlı bir kadın olan Ammar Yasir''in annesini Allah''ın dininden vazgeçmesi için çeşitli şekillerde işkence ettiler, her şeye rağmen kabul etmeyince öldürdüler.

Onlardan gördüğü bu kadar eziyetler üzerine haklarında beddua etmesini istedikleri zaman, "Ben ancak alemlere rahmet olarak gönderildim"۱۰۹ buyurdu. O kadar eziyetlere rağmen onlara karşı lütufta bulunarak şöyle dua ediyordu: "Allah'ım! Kavmim cahildir; onları hidayet et."

Onlar için azap yerine rahmet istiyordu; hem de hidayet nimeti gibi daha üstünü tasavvur edilmeyen bir rahmet! Ve "Kavmim" diye kendisine intisap ederek onları Allah''ın azabından korumak istiyordu. Allah''ın huzurunda onları şikayet edeceğine onlara şefaat ediyor ve bilmiyorlar, cahildirler diye mazeret getiriyordu.

Geçimine gelince; yemeği arpa ekmeği idi; ondan da doyacak kadar yemiyordu.

Hendek savaşında kızı Hz. Fatıma (s.a) onun için bir parça ekmek getirmişti; bu ekmek üç günden sonra Hazretin yediği ilk ekmek parçası idi.

Fakir olduğu için böyle yaşamıyordu; çünkü o dönemde bağışları yüz deveye ulaşıyordu.

Dünyadan göçtüğü zaman ne bir dinarı, ne bir dirhemi, ne kölesi, ne cariyesi, ne koyunu, ne devesi vardı. Zırhını ailesinin geçiminin sağlamak için Medine Yahudilerinden birinden borç aldığı 15 kg. arpa karşısında onun yanında rehin bırakmıştı.

Burada iki nokta üzerinde biraz düşünmek gerekiyor:

1- Allah Resulü''nün (s.a.a) konumunu ve emanetçi oluşunu göz önünde bulundurarak şüphesiz kimsenin ondan garanti istemezdi. Ancak borcun yazılmaması durumunda, diğerinin mal güvencesi olan rehin kuralı, İslam dininin en önde gelen şahsiyeti tarafından bir Yahudi hakkında bile gözetilmesi vurgulanmaktadır.

2- En lezzetli yemekleri yeme imkânına sahip olmasına rağmen, yemeği hükümetindeki en zayıf insanların yemeğinden iyi olmaması için hayatının sonuna kadar doyasıya arpa ekmeği yemedi.

Allah Resulü''nün (s.a.a) fedakarlığının bir örneği şudur: Sünnî ve Şiî kitapları faziletleriyle dolan, hakkındaki Mubahele ayeti ve Tathir ayeti۱۱۶ gibi ayetler, Allah Resulü''nden (s.a.a) rivayet edilen Kesa hadisi۱۱۷gibi hadisler ve "Alemdeki kadınların efendisi"۱۱۸ unvanı, mümkün olabilecek kemale ulaştığını gösteren bir kız; o mükemmel insan. Öyle bir kız ki, kıyamet gününe kadar Allah Resulü''nün (s.a.a) soyu onunla devam edecek, hidayet yıldızları ve ümmetin imamları ondan dünyaya gelmiştir. Babasının yanında öyle bir saygıya sahiptir ki, öyle bir babanın huzuruna girdiği zaman, babası onu kendi yerine oturtup elini öpüyordu.

Öyle bir kız ki, öyle bir babaya uyarak ayakları şişinceye kadar ibadet mihrabında duruyordu.

 Böyle bir ibadete sahip olmasına rağmen Emir''ul Mümin''in Ali''nin evini öyle bir şekilde idare ediyordu ki, Allah Resulü (s.a.a) yanına gittiğinde bir taraftan yavrusuna süt verirken bir taraftan da el değirmenini çevirdiğini görünce yaşlı gözlerle o yürek yakıcı manzaraya bakıp, "Dünyanın acısına karşı ahretin tatlılığını kazanmak için acele et" buyurdu.۱۲۱ Bunun üzerine babasına şu cevabı verdi: "Ey Allah''ın Resulü! Nimetlerinden dolayı Allah''a hamd olsun, nimetlerinden dolayı Allah''a şükürler olsun." Böyle bir kız, böyle bir durumda, el değirmeninden incinen elleriyle kendisi için bir hizmetçi istemek amacıyla babasına geliyor, ama hacetini dile getirmeden geri dönüyor. Kızının evini altın ve gümüşle doldurabilecek, ona hizmet etmesi için köle ve cariyeler görevlendirebilecek bir baba, ona otuz dört defa "Allah-u Ekber", otuz üç defa "Elhamdulillah" ve otuz üç defa da "Subhanellah" demesini öğretiyor.

Allah Resulü''nün (s.a.a) bu şartlar altında, böyle bir kıza oranla yoksullara kaşı fedakârlığı böyle idi. Babasının, dünyanın acılarına karşı sabırlı olmasını emretmesine üzerine Hz. Fatıma'nın (s.a) verdiği cevabı da maddî ve manevî nimetlerden dolayı hamd ve şükürdür. Takdire razı olma karşısında fani olduğunu ve Allah''ın lütuflarında gark olduğunu öyle bir şekilde sergiliyor ki, acılığı tatlılık ve musibeti ise bir nimet görüyor ve sabretmek yerine ona karşı hamd ve şükretmeyi kendine borç biliyor.

Allah Resulü''nün (s.a.a) davranış ve ahlakının bir örneği de şöyledir: Toprağın üzerinde oturuyor, kölelerle birlikte yemek yiyor ve çocuklara selam veriyordu.

Önünden geçen göçebe bir kadın, toprağın üzerinde oturup yemek yediğini görünce ona, "Ey Muhammed! Senin yemeğin ve oturuşun köle yemeği ve oturuşu gibidir" demesi üzerine buyurdu ki: "Benden daha fazla köle olan kim var?"

Elbisesini kendi elleriyle yamıyor, koyununu kendisi sağıyor,۱۲۷ hür insanları davetini kabul ettiği gibi kölelerin de davetini kabul ediyordu.

Medine''nin en uç noktasında da bir hasta olsa idi ziyaretine gidiyordu.

Fakirlerle düşüp kalkar ve miskinlerle aynı sofrada otururdu.

Köleler gibi yemek yiyor ve köleler gibi oturuyordu.۱۳۱

Birisi elini tutsaydı, tutan kişi elini bırakmadıkça elini bırakmazdı.

Bir meclise girdiği zaman, meclisini sonunda oturur, gözünü kimsenin yüzüne dikmezdi.۱۳۴

Ömrü boyunca kimseye Allah rızası dışında öfkelenmiş değildir.

Kendisi ile konuşan bir kadının vücuduna titreme düşünce ona şöyle buyurdu: "Rahat ol; ben padişah değilim. Ben kurumuş et parçası yiyen bir kadının oğluyum."۱۳۶

Enes b. Malik demiştir ki: Dokuz yıl Allah Resulü''nün (s.a.a) hizmetçisi oldum. Bu süre içerisinde hiçbir zaman bana, "Neden böyle bir şey yaptın?" söylemedi. Hiçbir zaman bana kusur bulmadı.

Bir gün mescidde oturduğum bir sırada Ensardan bir kız çocuğu Hazretin elbisesinin bir tarafından tutunca onun hacetini yerine getirmek için ayağa kalktı. Ama ne o bir şey söyledi ve ne de Hazret ne istediğini sordu. Bu hareket dört defa tekrarlandı. Dördüncü defasında Allah Resulü''nün (s.a.a) elbisesinden bir iplik alarak gitti. O kıza neden böyle yaptığını sordukları zaman dedi ki: Ailemde bir hasta var. Allah Resulü''nün (s.a.a) elbisesinden şifa için bir iplik almamı istediler. Ben, Allah Resulü''nün (s.a.a) beni gördüğünü anlayınca utandım ve onu almak için Allah Resulü''nden izin almak da istemiyordum. Nihayet dördüncü defasında Hazretin elbisesinden o ipliği aldım.

Bu olay, Allah Resulü''nün (s.a.a) insanın saygınlığına ne kadar değer verdiğini ortaya koymaktadır; çünkü tam bir uyanıklıkla o kızcağızın hacetini ve onu istemekten çekindiğini fark edip kızcağızın hacetini alması için dört defa yerinden doğruluyor ve kızın ruhunun incinmemesi ve zillet içerisinde istememesi için ondan ne istediğini sormuyor.

Bu kadar titizlik ve incelikle bir kızın izzet ve saygınlığını gözeten bir kimsenin gözünde kim bilir insanın makam ve saygınlığı ne kadar yücedir?

Yahudiler zimmet şartı altında yaşadıkları ve Hazretin güç ve kuvvetin zirvesinde olduğu bir dönemde Yahudî bir adamın birkaç dinar alacağı vardı ondan. Yahudi adam alacağını isteyince Hazret, "Sana verebilecek bir şeyim yoktur" buyurdu.

Yahudi adam, "Alacağımı vermedikçe ben de senden ayrılmam" dedi. Bunun üzerine Hazret, "Ben de seninle birlikte otururum" buyurdu ve Yahudî adam ile birlikte oturdu. Öğle, ikindi, akşam, yatsı ve sabah namazını orada kıldı. Ashap o Yahudi adamı tehdit ettikleri zaman, "Ona neden böyle davranıyorsunuz?" buyurdu. Ashap, "Ey Allah'ın Resulü! Yahudi adam seni esir etmiştir" dediler.

Bunun üzerine Allah Resulü (s.a.a), "Allah beni zulmetmek için göndermedi" buyurdu.

Dedi ki: "Allah'ım! Beni zulmetmek için göndermedin." Sabah olunca Yahudi adam, "Şehadet ederim ki Allah''tan başka ilah yoktur ve şehadet ederim ki Muhammed O''nun kulu ve elçisidir. Malımın bir bölümünü Allah yolunda veriyorum. Allah''a andolsun sana böyle davranmamın tek sebebi senin Tevrat'taki sıfatını görmek içindi."۱۳۹

Akabe b. Alkame diyor ki: Ali''nin (a.s) yanına gittim. Önünde kuru bir ekmek parçası olduğunu görünce, "Ey Emir''ül Müminin! Senin yemeğin bu mudur?" diye sordum.

Bunun üzerine buyurdu ki: "Allah Resulü''nün (s.a.a) ekmeği bundan daha kuru ve elbisesi bundan daha sertti. Ben onun gibi davranmazsam ona ulaşamamaktan korkuyorum."

İmam Ali b. Hüseyin Zeynulabidin''den (a.s), Emir''ül Mümin Hz. Ali''nin (a.s) ibadetiyle kendi ibadetinin karşılaştırılmasını istediklerinde şöyle buyururdu: "Dedemin ibadeti yanında benim ibadetimin, Allah Resulü''nün (s.a.a) ibadeti yanında dedemin ibadeti gibidir."

Ömrünün sonunda da kendi katilini affederek Allah Teala''nın rahmani rahmetinin zuhuru olan ilahî ahlakla ahlaklandığını ortaya koymuştur: "(Ey Muhammed) Biz seni ancak âlemlere rahmet için gönderdik."۱۴۲ Böyle bir kişi şunu söyleyebilir: "Ben ahlaki güzellikleri tamamlamak için gönderildim."۱۴۳

Onun ahlakî güzelliklerini anlatıp bitirmek mümkün müdür ki hiç; halbuki Allah Teala şöyle buyuruyor: "Ve sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin."

Onun peygamberliğine iman etmek için insaf sahibi bir kişinin onun yaşamını, ahlak ve erdemlerini incelemesi yeter: "Ey peygamber, Biz seni hakka bir şahit, hem bir müjdeci, hem bir uyarıcı ve izniyle, Allah''a davetçi ve aydınlatıcı bir lamba olarak gönderdik."

bu, geçmiş peygamberlerin haber verdikleri ilahi kitapların müjdelerinin zuhurudur. Her ne kadar yapılan tahrifler onlardan geriye fazla bir şey bırakmadıysa da geri kalan şeyler üzerinde düşünmek, görüş sahiplerine hakikatleri göstermektedir. Biz burada onlardan iki örnekle yetiniyoruz:

1) Tevrat''ta, sifr-i tesniyenin 33. bölümde şöyle geçmiştir: "Allah adamı Musa''nın vefat etmeden önce İsrailoğullarına verdiği bereket budur; demiştir ki: Rab Sina''dan geldi ve onlara Sair''den doğdu; Faran dağlarında parladı ve mukaddeslerin on binleri içinden geldi. Onlar için sağında ateşli ferman vardı."

"Sina" Hz. Musa b. İmran''a vahyin indiği yerdir. "Sair" Hz. İsa b. Meryem''in peygamberliğe gönderildiği yerdir. Rabbin parladığı "Faran" dağı, Tevrat''ın tanıklığı ile "Mekke" dağıdır.

Çünkü "Tekvin" kitabında, 21. bölümde, Hacer ve İsmail''i anlatan ayetlerde şöyle geçmektedir: "Ve Allah çocukla (İsmail) beraberdi, büyüdü çölde yaşadı, okçu oldu. Faran çölünde yaşarken annesi (Hacer) onu Mısırlı bir kadınla evlendirdi."

"Faran" Mekke''dir; İsmail ile çocukları orada yaşıyorlardı. Hira dağından ateşli bir dinle ve "Ey peygamber, kâfirlerle ve münafıklarla cihâd et"۱۴۶ emriyle gelen peygamber Hz. Muhammed''den (s.a.a) başka kimdir?

Habakkuk (Heykuk) kitabının -üçüncü babının üçüncü ayetinde- "Allah Teyman''dan, Kuddüs Fârân dağından geldi. Onun izzeti gökleri kapladı, methi dahi yerleri kaplamıştır; ışığı nur gibiydi ve elinden nur yayıldı."

Hazretin Mekke dağından zuhuruyla yeryüzünün dört bir yanında, "subhanellah, ve''l-hamdulillah ve la ilahe illellah, vellahu ekber" nidası çınladı ve dünya Müslümanlarının rüku ve secdesinde "subhane rabbiye''l-azim-i ve-bihamdih" ve "subhane rabbiye''l-a''la ve bihamdih" tesbihi yayıldı.

2- Yuhanna''nın İncil''inde 14. bölümde şöyle geçmektedir: "Ben de Baba''dan dileyeceğim ve O, sonsuza dek sizinle birlikte olsun diye size başka bir teselli veren, Gerçeğin Ruhunu verecek."

15. bölümde ise şöyle geçmiştir: "Baba''dan size göndereceğim teselli veren, yani Baba''dan çıkan Gerçeğin Ruhu geldiği zaman, O bana tanıklık edecek."

Orijinal nüshada, İsa''nın tanrıdan göndermesini ve kendisine tanıklık etmesini dilediği ruhun ismi "parklita"dır ve bu da "biriklitüs". Bunun tercümesi de "beğenilmiş", "Ahmed" ve "Muhammed" ile uyumludur; fakat incili yazanlar onu "teselli veren" anlamında "paraklitus" diye dönüştürmüşlerdir.

Bu geçek Bernaba İncilinde şu şekilde açığa çıkmıştır: 112. bölüm: "(13) Dolayısıyla; ey Bernaba! Bil ki, bunun için bana kendimi korumam farzdır ve yakında benim öğrencilerimden biri, beni otuz nakit parçaya satacaktır. (14) Ve dolayısıyla, kesin olarak biliyorum ki, beni satacak olan kimse benim adıma öldürülecektir. (15) Çünkü Allah beni yerden kaldıracak ve herkesin onu ben sanması için o hainin görünümünü değiştirecek. (16) Buna rağmen, çok kötü bir şekilde öldüğü zaman ben uzun bir zaman dünyada kalacağım. (17) Fakat Allah''ın peygamberi Muhammed (Muhammed Resulullah) gelince bu kusur benden kalkacaktır."

Bu incilin bazı bölümlerinde "Allah''ın peygamberi Muhammed" diye müjde verilmiştir. Örneğin 39. bölümde şöyle geçmektedir: "(14) Sonra Adem ayaklarının üzerinde kalkınca gökyüzünde güneş gibi parlayan bir yazı gördü. Orada aynen şöyle yazılmıştı: "La ilahe illellah" ve "Muhammed Resulullah". (15) O sırada Adem ağzını açarak, ey Rabbim! Sana şükrediyorum; çünkü sen lütfettin ve sonra beni yarattın. (16) Ve ancak "Muhammed Resulullah" kelimelerinin anlamının ne olduğunu bana bildirmen için senin huzurunda ağlıyorum. (17) Sonra tanrı cevap verdi: Aferin sana ey kulum Adem! (18) Ve gerçekten söylüyorum sana: Sen yarattığım ilk insansın."

Ve 41. bölümde şöyle geçiyor: "(33) Adem dikkat edince kapının üzerinde şöyle yazılmış olduğunu gördü: La ilahe illellah, Muhammed Resulullah."

96. bölümde ise şöyle geçiyor: "(11) O zaman tanrı dünyaya merhamet edecek ve her şeyi kendisi için yarattığı elçisini gönderecek. (12) O güneyden güçlü bir şekilde gelip putları ve putperestleri yok edecek. (13) Şeytanın insanoğluna sultasını koparacak. (15) Ve onun sözlerine iman eden kimse mübarek olacaktır."

97. bölümde şöyle geçiyor: "(1) Ben onun ayakkabısının bağını çözmeye layık olmadığım halde, tanrının onu görme yönündeki nimet ve rahmetine ulaştım."

Tevrat ve İncil''in müjdelerini ispatlamak için Resul-i Ekrem''in (s.a.a) Yahudileri, Hıristiyanları, Ahbar, Kıssisin (İncil okuyucuları) ve onların sultanlarını İslam''a davet etti ve Yahudilerin, "Uzeyr Allah''ın oğludur"şeklindeki sözlerine ve Hıristiyanların, "Allah üçün üçüncüsüdür"۱۴۸ yönündeki inançlarına karşı çıktı ve apaçık bir şekilde, "Ben Tevrat ve İncil''de müjdelenen kimseyim" dedi: "Onlar ki yanlarındaki Tevrât ve İncil''de yazılı buldukları o Elçi''ye, o ümmi Peygamber''e uyarlar."۱۴۹ "Meryem oğlu Îsâ da: "Ey İsrâil oğulları, ben size Allah''ın elçisiyim, benden önce gelen Tevrât''ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek, Ahmed adında bir elçiyi müjdeleyici olarak gönderildim" demişti."

Eğer iddia ettiği gibi olmasaydı, maddî ve manevî saltanatlarını tehlikede gören ve bir zaaf noktası arayan o sultanlara karşı bu kadar kesin bir şekilde ilan eder miydi?

Hz. Muhammed''in (s.a.a) karşısında her şeye başvuran ve hatta savaş ve mübahaleden aciz kalarak haraç vermeye razı olan Ahbar, Kıssisin, Yahudi ve Hıristiyan alimleri bu iddia karşısında nasıl zavallı oldular ve bu iddiayı inkâr ederek Efendimizin (s.a.a) söylediklerini çürütemediler!

O apaçık ve net iddia ve ulemanın, Yahudi ve Hıristiyan emirlerinin bu suskunluğu Efendimizin zuhur ettiği asırda o müjdelerin gerçekleştiğinin kesin delilleridir.

Gerçi ondan sonra makam, koltuk, mal ve mülk sevgisi nedeniyle tahrif etmekten başka bir çare göremediler; bunun bir örneğine Fahru''l-İslam, "Enisu''l-A''lam" adlı eserinde kendi hayatını anlatırken değinmiştir; özeti şöyledir: Ben Urumiyye kilisesinde dünyaya geldim ve öğrenim yılımın son günlerinde Katolik fırkasının ileri gelenlerinden birinin hizmetine girdim; onun dersine yaklaşık dört yüz-beş yüz kışı katılıyordu. Öğretmenin olmadığı bir gün öğrenciler arasında tartışma çıktı. Öğretmenimizin huzuruna çıktığım zaman "tartışma konusu neydi? diye sordu. Ben, "Farkilit kelimesinin anlamı üzerindeydi" dedim. Onların görüşlerini aldıktan sonra, "Gerçek bunun dışındadır" buyurdu. Sonra hazinesinin bulunduğunu sandığım bir sandığın anahtarın bana vererek bana, "O sandığın içindeki ve Allah Resulü''nün vefatından önce, biri Süryanice ve diğer ise Yunanca yazılmış olan iki kitabı buraya getir" buyurdu.

Daha sonra bu kelimeyi "Ahmet" ve "Muhammed" anlamında yazdıklarını bana gösterdi. Sonra bana dedi ki: "Hıristiyan alimleri Hz. Muhammed''in (s.a.a) zuhurundan önce bu kelimenin anlamı üzerinde ihtilafları yoktu ve Efendimizin zuhurundan sonra tahrif ettiler.

Hıristiyanların dini hakkında onun görüşünü sorduğumuz zaman şöyle dedi: "-Onların dini- neshedilmiştir ve kurtuluş yolu sadece Muhammed''i (s.a.a) izlemektedir."

Ondan, "Neden bunu açıkça söylemiyorsunuz?" diye sordum.

Bunun üzerine, "Açıklayacak olursam beni öldürürler…" diye mazeret getirdi.

Sonra birlikte ağladık ve ben hocamdan aldığım bir azıkla İslam ülkelerine hicret ettim.

Böylece o, Hıristiyanlığın batıl olduğunu ve İslam dininin hak din olduğunu ispatlayan Ahd-i kadim ve Ahd-i cedidteki araştırmalarını içeren Enisu''l-A'lam kitabını yazdı.

�{K: `& �c ) Dolayısıyla; ey Bernaba! Bil ki, bunun için bana kendimi korumam farzdır ve yakında benim öğrencilerimden biri, beni otuz nakit parçaya satacaktır. (14) Ve dolayısıyla, kesin olarak biliyorum ki, beni satacak olan kimse benim adıma öldürülecektir. (15) Çünkü Allah beni yerden kaldıracak ve herkesin onu ben sanması için o hainin görünümünü değiştirecek. (16) Buna rağmen, çok kötü bir şekilde öldüğü zaman ben uzun bir zaman dünyada kalacağım. (17) Fakat Allah''ın peygamberi Muhammed (Muhammed Resulullah) gelince bu kusur benden kalkacaktır."

 

Bu incilin bazı bölümlerinde "Allah''ın peygamberi Muhammed" diye müjde verilmiştir. Örneğin 39. bölümde şöyle geçmektedir: "(14) Sonra Adem ayaklarının üzerinde kalkınca gökyüzünde güneş gibi parlayan bir yazı gördü. Orada aynen şöyle yazılmıştı: "La ilahe illellah" ve "Muhammed Resulullah". (15) O sırada Adem ağzını açarak, ey Rabbim! Sana şükrediyorum; çünkü sen lütfettin ve sonra beni yarattın. (16) Ve ancak "Muhammed Resulullah" kelimelerinin anlamının ne olduğunu bana bildirmen için senin huzurunda ağlıyorum. (17) Sonra tanrı cevap verdi: Aferin sana ey kulum Adem! (18) Ve gerçekten söylüyorum sana: Sen yarattığım ilk insansın."

Ve 41. bölümde şöyle geçiyor: "(33) Adem dikkat edince kapının üzerinde şöyle yazılmış olduğunu gördü: La ilahe illellah, Muhammed Resulullah."

96. bölümde ise şöyle geçiyor: "(11) O zaman tanrı dünyaya merhamet edecek ve her şeyi kendisi için yarattığı elçisini gönderecek. (12) O güneyden güçlü bir şekilde gelip putları ve putperestleri yok edecek. (13) Şeytanın insanoğluna sultasını koparacak. (15) Ve onun sözlerine iman eden kimse mübarek olacaktır."

97. bölümde şöyle geçiyor: "(1) Ben onun ayakkabısının bağını çözmeye layık olmadığım halde, tanrının onu görme yönündeki nimet ve rahmetine ulaştım."

Tevrat ve İncil''in müjdelerini ispatlamak için Resul-i Ekrem''in (s.a.a) Yahudileri, Hıristiyanları, Ahbar, Kıssisin (İncil okuyucuları) ve onların sultanlarını İslam''a davet etti ve Yahudilerin, "Uzeyr Allah''ın oğludur"şeklindeki sözlerine ve Hıristiyanların, "Allah üçün üçüncüsüdür"۱۴۸ yönündeki inançlarına karşı çıktı ve apaçık bir şekilde, "Ben Tevrat ve İncil''de müjdelenen kimseyim" dedi: "Onlar ki yanlarındaki Tevrât ve İncil''de yazılı buldukları o Elçi''ye, o ümmi Peygamber''e uyarlar."۱۴۹ "Meryem oğlu Îsâ da: "Ey İsrâil oğulları, ben size Allah''ın elçisiyim, benden önce gelen Tevrât''ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek, Ahmed adında bir elçiyi müjdeleyici olarak gönderildim" demişti."

Eğer iddia ettiği gibi olmasaydı, maddî ve manevî saltanatlarını tehlikede gören ve bir zaaf noktası arayan o sultanlara karşı bu kadar kesin bir şekilde ilan eder miydi?

Hz. Muhammed''in (s.a.a) karşısında her şeye başvuran ve hatta savaş ve mübahaleden aciz kalarak haraç vermeye razı olan Ahbar, Kıssisin, Yahudi ve Hıristiyan alimleri bu iddia karşısında nasıl zavallı oldular ve bu iddiayı inkâr ederek Efendimizin (s.a.a) söylediklerini çürütemediler!

O apaçık ve net iddia ve ulemanın, Yahudi ve Hıristiyan emirlerinin bu suskunluğu Efendimizin zuhur ettiği asırda o müjdelerin gerçekleştiğinin kesin delilleridir.

Gerçi ondan sonra makam, koltuk, mal ve mülk sevgisi nedeniyle tahrif etmekten başka bir çare göremediler; bunun bir örneğine Fahru''l-İslam, "Enisu''l-A''lam" adlı eserinde kendi hayatını anlatırken değinmiştir; özeti şöyledir: Ben Urumiyye kilisesinde dünyaya geldim ve öğrenim yılımın son günlerinde Katolik fırkasının ileri gelenlerinden birinin hizmetine girdim; onun dersine yaklaşık dört yüz-beş yüz kışı katılıyordu. Öğretmenin olmadığı bir gün öğrenciler arasında tartışma çıktı. Öğretmenimizin huzuruna çıktığım zaman "tartışma konusu neydi?" diye sordu. Ben, "Farkilit kelimesinin anlamı üzerindeydi" dedim. Onların görüşlerini aldıktan sonra, "Gerçek bunun dışındadır" buyurdu. Sonra hazinesinin bulunduğunu sandığım bir sandığın anahtarın bana vererek bana, "O sandığın içindeki ve Allah Resulü''nün vefatından önce, biri Süryanice ve diğer ise Yunanca yazılmış olan iki kitabı buraya getir" buyurdu.

Daha sonra bu kelimeyi "Ahmet" ve "Muhammed" anlamında yazdıklarını bana gösterdi. Sonra bana dedi ki: "Hıristiyan alimleri Hz. Muhammed''in (s.a.a) zuhurundan önce bu kelimenin anlamı üzerinde ihtilafları yoktu ve Efendimizin zuhurundan sonra tahrif ettiler.

Hıristiyanların dini hakkında onun görüşünü sorduğumuz zaman şöyle dedi: "-Onların dini- neshedilmiştir ve kurtuluş yolu sadece Muhammed''i (s.a.a) izlemektedir."

Ondan, "Neden bunu açıkça söylemiyorsunuz?" diye sordum.

Bunun üzerine, "Açıklayacak olursam beni öldürürler…" diye mazeret getirdi.

Sonra birlikte ağladık ve ben hocamdan aldığım bir azıkla İslam ülkelerine hicret ettim.۱۵۱

Böylece o, Hıristiyanlığın batıl olduğunu ve İslam dininin hak din olduğunu ispatlayan Ahd-i kadim ve Ahd-i cedidteki araştırmalarını içeren Enisu''l-A''lam kitabını yazdı. Son peygamber, bütün zamanların peygamberi ve peygamberlerin sonuncusu olduğu için onun mucizesi de kalıcı bir mucize olmalıdır.

Diğer taraftan Peygamber efendimizin gönderildiği (s.a.a) ortam fesahat ve belagat konusunda insanların yarıştığı bir ortamdı; o dönemde toplumun ileri gelenlerinin makam ve mevkileri, şiir ve nesirdeki fesahat ve belagat seviyelerine göre belirleniyordu.

Bu iki özellik Kur'an-ı Kerim''in sözcük ve mana bakımından efendimizin peygamberliğinin delili olmasını gerektirmiştir. Onlardan bazıları şöyledir:

1- Kur''an''ın Benzerini Getirmekten Aciz Olma:

Allah Resulü (s.a.a) farklı milletlerin değişik inançlarla yaşadığı bir zaman ve mekanda zuhur etmiştir. Bir grubu maddeci olup yaratılıcıyı inkar ediyorlardı; diğer bir grubu da tabiat ve madde ötesine inanıyorlardı. Bunların ise bir grubu putlara ve bir grubu da gök cisimlerine tapıyorlardı, putlara ve gök cisimlerine tapmayanlar ise Mecusilik, Yahudilik ve Hıristiyanlığa yönelmişlerdi.

Diğer taraftan İran şahinşahlığı ve Rum Herkül'ü zayıf milletleri sömürüyor veya onlara karşı savaş ve saldırı düzenliyordu.

Böyle bir dönemde İslam Peygamberi gayba ve tevhide inanma sancağını açarak insanları Allah'a kulluk edip zulüm ve küfür zincirlerini kırmaya davet etti. Allah Resulü İran padişahı ve Rum imparatorluğundan Gassan ve Hire sultanlarına kadar bütün zorba padişahları Allah''a kulluk etmeye, İslam dinini kabul etmeye, Allah'ın dini karşısında, hak ve adalete teslim olmaya davet etti.

Mecusilerin ikiliğiyle, Hıristiyanların baba, oğul ve kutsal ruh inancıyla ve Yahudilerin Allah ve peygamberlere yakışmaz isnatlarda bulunmalarıyla ve Arap Yarımadasının varlığının derinliklerinde kök salan adet ve alışkanlıklarıyla savaştı, tek başına bütün milletlere ve bütün ümmetlere kaşı koydu ve diğer mucizeler dışında peygamberlik delilinin Kur''an-ı Kerim olduğunu açıkladı ve bu kitapla meydan okuyarak padişah ve sultanların güçlerini, Yahudilerin Ahbarlarını, Hıristiyanların Kıssislerini ve bütün putperestleri karşılaşmaya davet etti: "Eğer kulumuz (Muhammed)e indirdiğimizden şüphe içinde iseniz, haydi onun gibi bir sûre getirin. Allah''tan başka bütün şâhid (yardımcı)larınızı da çağırın; eğer doğru iseniz (bunu yapın)."

Halkın genelinin kendi inançlarına karşı taassup içerisinde olduklarını ve din adamlarının kendi izleyicilerini korumaya çalıştıklarını ve sultanların raiyetlerin uyanmasından endişelendiklerini göz önünde bulundurarak, Kur''an''a karşı koyacak bir güçleri olsaydı bundan kesinlikle çekinmeyecekleri açıktır.

Fesahat ve belagatin önde gelen bilim adamları, şairleri ve hatipleri Ukkaz pazarını kendileri için yarışma meydanına dönüştürmüşlerdi; yarışmayı kazanan şiiri Ka''be''ye asıyorlardı. Eğer Kur''an''a karşı koyacak güçleri olsaydı, acaba dünya ve dinlerini kazanma veya kaybetme mevzusu söz konusu olan bu yarışmada neler yapmazlardı ki?!

Sonunda onun sözünü sihir diye yorumlamaktan başka bir çare bulamadılar: "Bu açık bir büyüden başka bir şey değil!"

Ebu Cehil, Arap fasihlerinin mercii ve sığınağı olan Velid b. Mugiyre''nin yanına giderek ondan Kur''an hakkında görüşünü söylemesini istedi. Dedi ki: "Onun hakkında ne diyeyim ki? Andolsun! Hiç biriniz şiir konusunda benden daha bilgili değilsiniz ve yine recez, kaside ve cinlerin şiirlerini benden daha iyi bileniniz yoktur. Andolsun! Onun söyledikleri bunlardan birine benzemiyor. Yemin ederim ki onun sözlerinde bir tatlılık var; onun sözleri her sözü ezer; o üstündür ve hiçbir şey ona üstün olamaz.

Bunun üzerin Ebu Cehil, "Andolsun! Senin kavmin onu yerecek bir söz söylemeyinceye kadar senden razı olmaz" dedi. Velid ise, "Beni bırak da bu konuda biraz düşüneyim" dedi. Bir süre düşündükten sonra dedi ki: "Bu, diğerlerinden haberi olan bir büyüdür."

Bunun kendisi de Kur''an-ı Kerim''in mucize oluşu konusunda teslim olmanın bir delilidir; çünkü büyü de beşerin gücünün dışında değildir. Arap Yarımadası ve komşu ülkelerde işlerinde uzman olan becerikli büyücü ve kahinler vardı; tarihin tanık olduğuna göre bunlar sihir, büyü ve kehanet konusunda gerçekten uzmanlardı; buna rağmen Peygamber Efendimizin (s.a.a) onlara Kur''an ile meydan okuduğu ve onların tümünün bu kitapla boy ölçüşmekten aciz oldukları tarih sayfalarını dolduran bir gerçektir. Onlar Kur''an'la boy ölçüşmek yerine Allah Resulü''nü (s.a.a) mal ve makamla susturmaya çalıştılar; bu da etkisiz olunca canına kıymaya karar verdiler.

2- Kur''an''ın Hidayeti:

Bir grubun tabiat ötesine inanmadığı ve insanı hayrete düşüren varlık aleminde şuursuz ve idraksiz tabiatın tasarruf ettiğini sandığı, tabiat ötesine inananların çeşitli putlar şeklindeki mabutlara taptıkları, ilahî bir dine sahip olanlar da tahrif olmuş kitaplarına dayanarak yaratıcının yaratılmışların, sıfatlarına sahip olduğunu sandıkları bir dönemde ve tarihin fikrî, ahlakî ve amelî açıdan aşırı derecede sapmalarına tanık olduğu bir ortamda ders okumamış ve öğretmen yüzü görmemiş birisi ayağa kalkarak dalalet uçurumları karşısında insanı hidayete götüren ana yolu göstermiş ve insanları bütün eksikliklerden münezzeh olan, bütün kemaller ve cemaller kendisinden olan, bütün hamd ve senalar kendisine mahsus olan ve kendisinden başka hiçbir varlık tapınmaya layık olmayan, bir sınırla sınırlanmaktan, bir sıfatla sıfatlanmaktan yüce olan Allah Teala''ya tapmaya davet etmiştir: "Subhanellah, ve''l-hamdulillah ve la ilahe illellah vellahu ekber."

Sayılan şeyleri ve sayıyı yaratan, eş ve çocuk sahibi olmaktan münezzeh olan Allah''a terkip, teslis, ihtiyaç ve doğurma nispeti verdikleri ve O'nun için bir benzer tasavvur ettikleri bir dönemde Kur''an-ı Kerim, Allah Teala'yı bütün bu kuruntulardan tenzih etmiş ve bir olmakla överek akli, hayalî ve hissî terkiplerden münezzeh olduğunu, O'nun herkesten ve her şeyden ihtiyaçsız olduğunu, O'ndan başka herkes ve her şeyin muhtaç olduğunu, kutsal zatının ister aklî olsun ister hissî, doğurmadan tüm anlamıyla münezzeh olduğunu, varlıkların onun gücüyle var olduğunu ve onun maşiyyetiyle yaratıldıklarını, zat, sıfat ve fiillerinde onun eşi ve benzeri olmadığını vurgulamıştır.

Her ne kadar Kur''an-ı Kerim''de Allah''ı, O''nun yüce sıfatlarını ve güzel isimlerini tanıma hakkında binin üzerinde ayet varsa da, ancak onun bir satrı üzerinde düşünmek bile bu hidayetin yüceliğini aydınlatmaktadır: "De ki: O, Allah birdir. Allah Samed''dir. Kendisi doğurmamıştır ve doğurulmamıştır. Hiçbir şey O''nun dengi olmamıştır."

Peygamberimizin Ehlibeyt''inin kelimeleri marifet hazinelerinin anahtarlarıdırlar; bu konuda iki hadisle yetiniyoruz:

1- İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Allah Teala yarattıklarında yoktur, yarattıkları da O'nda yoktur -yani, yaratanla yaratılanlar arasında tam bir ayrıcalık var, hiçbir ortak özellik ve benzerlik yoktur-. Ve -Allah dışında- kendisine "şey" denilen her şey yaratılmıştır. Allah her şeyin yaratıcısıdır ve hiçbir şey O''nun gibi olmayan Allah münezzehtir."

İmam Muhammed Bâkır''dan (a.s) şöyle rivayet edilmektedir:"Hayalinizde en dakik anlamlarıyla tasavvur her şey sizin gibi imal edilmiş ve yaratılmıştır ve size döner."۶

Yüzlerce milyon Yahudi ve Hıristiyanların inanç kaynağı olan ahd-i atik ve ahd-i cedide (Yahudi ve Hıristiyanların kutsal kitabı) müracaat edildiğinde Kur''an'ın ilahî öğretilere hidayetinin yüceliği daha fazla aydınlık kazanmaktadır. Bu mukaddimede onlardan birkaç örnek verelim:

A- Sıfr-ı Tekvin (Yaratılış), İkinci Bölüm şöyledir: "Tanrı yapmakta olduğu işi yedinci gün bitirdi. O gün işi bırakıp dinlendi. Yedinci günü kutsadı. Onu kutsal bir gün olarak ayırdı. Çünkü Tanrı o gün yaptığı, yarattığı bütün işi bitirip dinlendi… Ve ona, "Bahçede istediğin ağacın meyvesini yiyebilirsin" diye buyurdu. "Ama iyiyle kötüyü bilme ağacından yeme. Çünkü ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün."

B- Sıfr-ı Tekvin (Yaratılış) Üçüncü Bölüm: "RAB Tanrı'nın yarattığı yabanıl hayvanların en kurnazı yılandı. Yılan kadına, "Tanrı gerçekten, ''Bahçedeki ağaçların hiçbirinin meyvesini yemeyin'' dedi mi?" diye sordu. Kadın, "Bahçedeki ağaçların meyvelerinden yiyebiliriz" diye yanıtladı. "Ama Tanrı, ''Bahçenin ortasındaki ağacın meyvesini yemeyin, ona dokunmayın; yoksa ölürsünüz'' dedi." Yılan, "Kesinlikle ölmezsiniz" dedi. "Çünkü Tanrı biliyor ki, o ağacın meyvesini yediğinizde gözleriniz açılacak, iyiyle kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız." Kadın ağacın güzel, meyvesinin yemek için uygun ve bilgelik kazanmak için çekici olduğunu gördü. Meyveyi koparıp yedi. Yanındaki kocasına verdi. Kocası da yedi. İkisinin de gözleri açıldı. Çıplak olduklarını anladılar.

Bu yüzden incir yaprakları dikip kendilerine önlük yaptılar. Derken, günün serinliğinde bahçede yürüyen RAB Tanrı'nın sesini duydular. O'ndan kaçıp ağaçların arasına gizlendiler. RAB Tanrı Adem'e, "Nerdesin?" diye seslendi. Adem, "Bahçede sesini duyunca korktum. Çünkü çıplaktım, bu yüzden gizlendim" dedi. RAB Tanrı, "Çıplak olduğunu sana kim söyledi?" diye sordu, "Sana meyvesini yeme dediğim ağaçtan mı yedin?...""

Bu bölümün 22. ayetinde şöyle geçmiştir: "Sonra şöyle dedi: "Adem, iyiyle kötüyü bilmekle bizlerden biri gibi oldu. Şimdi yaşam ağacına uzanıp meyve almasına, yiyip ölümsüz olmasına izin verilmemeli.""

Altıncı bölümün 6 ve 7. ayetinde ise şöyle geçer: "İnsanı yarattığına pişman oldu. Yüreği sızladı. "Yarattığım insanları, hayvanları, sürüngenleri, kuşları yeryüzünden silip atacağım" dedi, "Çünkü onları yarattığıma pişman oldum.

Şimdi bu ayetlerin bazı yönlerine değinelim:

a- Allah Teala insanı yarattı ve ona iyi ile kötüyü tanıması için akıl verdi ve onu ilim ve tanıma için yarattığına göre iyi ve kötüyü tanımaktan nasıl onu meneder?!

Ama Kur''an'ın hidayeti şöyledir: "De ki: "Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" "Allah katında canlıların en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir."

İlim, marifet, düşünme ve akıl etme ile ilgili Kur''an ayetleri bu özet kitabımızda anlatamayacağımız kadar fazladır.

b- "İyiyle kötüyü bilme ağacından yeme. Çünkü ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün" diyor. Ama Adem ile eşi o ağaçtan yedikleri halde ölmüyorlar veya ondan yemleri durumunda ölmeyeceklerini biliyorlar; bu durumda da "ölürsünüz" sözü yalandır. Veya bilmiyor; o halde cahildir. Bu durumda yalancı ve cahil birisine nasıl Tanrı söylenebilir?!

Daha şaşırtıcısı şu ki, yılan Adem ile eşini iyi ve kötüyü bilme ağacından yemeye yönlendirip onlar için Tanrı'nın yalanını ortaya koyuyor, uydurma Tanrının hilesini onlara gösteriyor!

Ancak Allah''ın ilmi konusunda Kur''an''ın hidayetinin örneği şudur: "Onların önlerinde ve arkalarında olanı bilir. O''nun ilminden, ancak kendisinin dilediği kadarından başka bir şey kavrayamazlar." "Göklerde ve yerde zerre ağırlığınca bir şey, O''ndan gizli kalmaz."۱۰ "Tanrınız ancak kendisinden başka tanrı olmayan Allah''tır. O''nun bilgisi her şeyi kuşatmıştır." "De ki: "Onu, göklerdeki ve yerdeki gizleri bilen indirdi. O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir." "Gerçekten Allah, onların gizlediklerini de bilir, açığa vurduklarını da." "O, öyle Allah''tır ki O'ndan başka tanrı yoktur. Görülmeyeni ve görüleni bilir. O çok esirgeyen, çok acıyandır."۱۴

c- Ademi ağaçların arasında kaybeden ve, Neredesin? Diyen, nihayet ademin sesiyle onu bulan, bahçedeki ağaçlar onu görmesine engel olan sınırlı bir varlık nasıl alemlerin Rabbi, gizli ve açıkları bilen, zaman ve mekanı yaratıp, gökleri ve yeri kuşatan olabilir?!

Kur''an''ın hidayet örneği şöyledir: "Gayb''ın (görünmez bilginin) anahtarları, O''nun yanındadır, onları O'ndan başkası bilmez. (O) karada ve denizde olan her şeyi bilir. Düşen bir yaprak, ki mutlaka onu bilir, yerin karanlıkları içinde gömülen dâne, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki, apaçık bir Kitapta olmasın."

d- Tevhide yönlendirme ve "O''na benzer hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir" olan Allah''ı tenzih etme yerine şirk ve benzetmeye yönlendiriyor ve diyor ki: "Rabb dedi ki: Adem iyiyle kötüyü bilmekle bizlerden biri gibi oldu…"

e- Allah''ın Adem''i yaratmaktan pişman olduğunu söyleyerek O''nun, yaptığı işin ilerisinden cahil olduğunu dile getiriyor. Allah Teala''ya O'nun zatının ve yaratıcılığının sınırlanmasını, O'nun ilim nuru ve cehalet karanlığından bileşimine gerektiren cehalet isnadı etmek insanı Allah''a yönlendiren beşerin kılavuzu olan ilahî bir kitapla nasıl bağdaşıyor?!

Oysa Kur''an'ın hidayeti şöyledir: "Yaratan bilmez mi? O latiftir (bilgisi her şeyin içine geçen, her şeyi) haber alandır."۱۷ "Bir zamanlar Rabbin meleklere: "Ben yeryüzünde bir halife yapacağım," demişti. (Melekler): "Orada bozgunculuk yapan, kan döken birisini mi halife yapacaksın? Oysa biz seni överek tesbih ediyor ve seni takdis ediyoruz?" dediler. (Rabbin): Ben sizin bilmediklerinizi bilirim," dedi."۱۸

f- Allah Teala''ya, cisim, cehalet ve acizliğin gereği olan hüzün ve üzüntü nispeti vermiştir. Oysa Kur''an''ın hidayeti şöyledir: "Göklerde ve yerde bulunan her şey Allah''ı tesbih etmiştir. O, azizdir hakimdir. Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Yaşatır, öldürür, O her şeyi yapabilir. O, ilktir (kendisinden önce hiçbir varlık yoktur,) sondur (kendisinden sonra hiçbir varlık yoktur. Her şey yok olurken O kalacaktır,) zâhirdir (delilleriyle varlığı gün gibi açıktır,) bâtındır (zâtının hakikati gizlidir, akıllar O''nun özünü idrak edemez,) O, her şeyi bilendir."

Hıristiyanların Bazı Özel İnançları

1- Yuhanna'nın 1. mektubunun, beşinci bölümünde şöyle geçer: "İsa''nın Mesih olduğuna inanan herkes Tanrı''dan doğmuştur. Baba''yı seven, O''ndan doğmuş olanı da sever… İsa''nın Tanrı Oğlu olduğuna iman edenden başka dünyayı yenen kim vardır? Su ve kanla gelen, İsa Mesih''tir. O yalnız suyla değil, su ve kanla gelmiştir. Kendisine tanıklık eden Ruh'tur. Çünkü Ruh gerçektir. Şöyle ki, tanıklık edenler üçtür: Ruh, su ve kan. Bunların üçü de uyum içindedir."

2- Yuhanna'nın İncil'i, birinci bölüm, ilk ayetten itibaren şöyledir: "Başlangıçta Söz vardı. Söz Tanrı'yla birlikteydi ve Söz Tanrı'ydı. Başlangıçta O, Tanrı'yla birlikteydi. Her şey O''nun aracılığıyla var oldu, var olan hiçbir şey O''nsuz olmadı. Yaşam O''ndaydı ve yaşam insanların ışığıydı. Işık karanlıkta parlar ve karanlık onu alt edememiştir. Tanrı''nın gönderdiği Yahya adlı bir adam ortaya çıktı. O, tanıklık için, ışığa tanıklık etsin ve herkes onun aracılığıyla iman etsin diye geldi. Kendisi o ışık değildi, ama ışığa tanıklık etmeye geldi. Dünyaya gelen, her insanı aydınlatan gerçek ışık vardı.

 O, dünyadaydı, dünya O''nun aracılığıyla var oldu, ama dünya O''nu tanımadı. Kendi yurduna geldi, ama kendi halkı O''nu kabul etmedi. Ancak, kendisini kabul edip adına iman edenlerin hepsine Tanrı''nın çocukları olma hakkını verdi. Onlar ne kandan, ne bedenin isteğinden, ne de insanın isteğinden doğdular; tersine, Tanrı''dan doğdular. Söz insan olup aramızda yaşadı. Biz de O'nun yüceliğini, Baba'dan gelen, lütuf ve gerçekle dolu olan biricik Oğul''un yüceliğini gördük."

3- Yuhanna İncil''inde, altıncı bölümde, 51. ayetten itibaren şöyle geçer: "Gökten inmiş olan diri ekmek ben''im. Bu ekmekten yiyen sonsuza dek yaşayacak. Dünyanın yaşamı uğruna vereceğim ekmek de benim bedenimdir.» Bunun üzerine Yahudiler, «Bu adam yememiz için bedenini bize nasıl verebilir?» diyerek birbirleriyle çekişmeye başladılar. İsa onlara şöyle dedi: «Size doğrusunu söyleyeyim, İnsanoğlu'nun bedenini yiyip kanını içmedikçe, sizde yaşam olmaz. Bedenimi yiyenin, kanımı içenin sonsuz yaşamı vardır ve ben onu son günde dirilteceğim.

Çünkü bedenim gerçek yiyecek, kanım gerçek içecektir. Bedenimi yiyip kanımı içen bende yaşar, ben de onda. Yaşayan Baba beni gönderdiği ve ben Baba'nın aracılığıyla yaşadığım gibi, bedenimi yiyen de benim aracılığımla yaşayacak."

4- Yuhanna'nın İncil''inde, ikinci bölümün 3. ayetinden itibaren şöyle geçmektedir: "Şarap tükenince İsa'nın annesi O''na, «Şarapları kalmadı» dedi. İsa, «Anne, benden ne istiyorsun? Benim saatim daha gelmedi» dedi. Annesi hizmet edenlere, «Size ne derse onu yapın» dedi. Yahudilerin geleneksel temizliği için oraya konmuş, her biri seksenle yüz yirmi litre alan altı taş küp vardı. İsa hizmet edenlere, «Küpleri suyla doldurun» dedi. Küpleri ağızlarına kadar doldurdular. Sonra hizmet edenlere, «Şimdi bundan alın, şölen başkanına götürün» dedi. Onlar da götürdüler. Şölen başkanı, şaraba dönüşmüş suyu tattı. Bunun nereden geldiğini bilemedi, oysa suyu küpten alan hizmetkârlar biliyorlardı. Şölen başkanı güveyi çağırıp ona dedi ki, «Herkes önce iyi şarabı, çok içildikten sonra da kötüsünü sunar. Ama sen iyi şarabı şimdiye dek saklamışsın.» İsa bu ilk mucizesini Celile''nin Kana köyünde yaptı ve yüceliğini gösterdi. Öğrencileri de O''na iman ettiler."

Bu ayetlerin bazı yönlerine işaret edelim:

A- Hıristiyanların ittifak ettikleri temel inançlarından biri teslis (üçleme) inancıdır. Diğer taraftan, Yuhanna''nın İnci''inde 17. bölümün 3. ayetinde şöyle geçiyor: "Sonsuz yaşam, tek gerçek Tanrı olan seni ve gönderdiğin İsa Mesih''i tanımalarıdır."

Onların arasındaki kesin ilkelerden biri "Ekanim-i Selâs"e۲۰ inanmaktır. Çünkü Yuhanna'nın İncili''nde tanrı gerçek birlikle tavsif edildiğinden, tevhidle teslisi bir araya toplayarak Yuhanna'nın birinci mektubunda "Her üçü de birdir" şeklinde geçtiği gibi, bunların "gerçek anlamda birbirinden ayrı ve farklı olduğu gibi gerçek anlamda birdirler de" demekten başka bir çare göremediler.

Bu inanç birkaç sebeple batıl ve yanlıştır; bunlardan bazıları şöyledir:

1- Sayıların mertebeleri -bir ve üç gibi- birbirlerine zıttırlar ve zıtların bir araya toplanması ise imkânsızdır. Üç bir olduğu halde birin üç olması nasıl mümkündür?!

2- Teslis inancı beş tanrıya inanmayı gerektirir ve -tevhid konusunda geçtiği gibi- bu rakam böylece sonsuza kadar artar. Dolayısıyla Hıristiyanların sonsuz tanrıya inanmaktan başka bir çaresi yoktur.

3- Teslis bileşimi gerektirmektedir; bileşim ise cüz ve parçalara ihtiyaç duymayı ve parçaları birleştiriciyi gerektirmektedir.

4- Teslis inancı, sayıların yaratıcısını, yaratılmakla sıfatlandırmayı gerektirmektedir; çünkü sayı ile sayılan her ikisi de yaratılmıştır ve Allah Teala ise sayılır olmaktan, hatta vahdet-i adadiyye''den (sayısal vahdet) bile münezzehtir: "Allah, üçün üçüncüsüdür diyenler elbette kâfir olmuşlardır. Oysa yalnız bir tek tanrı vardır, başka tanrı yoktur. Bu dediklerinden vazgeçmezlerse elbette onlardan inkâr edenlere acı bir azâb dokunacaktır."۲۱

Onlar İsa'yı apaçık bir şekilde Allah''ı oğlu bilmişlerdir. Fakat Kur''an-ı Kerim şöyle buyuruyor: "Meryem oğlu Mesih, bir elçiden başka bir şey değildir. Ondan önce de elçiler gelip geçmiştir. Annesi de dosdoğruydu. İkisi de yemek yerlerdi. (Yaşamak için yemeğe muhtaç olan nasıl tanrı olabilir?) Bak, onlara nasıl âyetleri açıklıyoruz, sonra bak nasıl (haktan) çevriliyorlar!?" Ve "İkisi de yemek yerlerdi" cümlesi, cezb ve defedilen yemeğe muhtaç olan bir varlığın ibadet edilmeye layık olmadığına işaret etmektedir.

B- İsa'nın "Söz" olduğuna ve Söz''ün tanrı olduğuna ve tanrı olan o Söz''ün dünyaya gelerek cisimleştiğine ve ekmek olduğuna, takipçilerinin eti ve kanıyla birleştiğine ve onun ilk mucizesinin suyu şarap etmesi olduğuna ve akılları tamamlamak için gelen kimsenin mucizesi mest ettiğine ve aklı başından aldığına inanmak hangi akıl ve mantıkla bağdaşıyor?!

C- Bir taraftan İsa'yı Tanrı bilmişler, diğer taraftan Semuil''in ikinci kitabında, 11. bölümde Davud peygambere eşi olan kadınla zina isnadında bulunarak demişlerdir ki: Davud o kadınla zina yaptı ve kadın ondan hamile oldu. Sonra onun kocasını savaşa gönderdi ve ordunun komutanına da o kadının kocasını savaşın ilk hattında zorlu bir savaşa göndermesini ve vurulup öldürülmesi için de arkasından çekilmelerini yazdı. Böylece onun karısını kendi evine getirdi. İsa''nın soyunu, Metta'nın İncil''inde, birinci bölümde bu evliliğe dayandırmışlar, Davud peygamber ve Zebur kitabının sahibini böyle bir cinayetle suçlamışlardır.

Kur''an''ın hidayeti Allah Teala'yı bu kuruntulardan tenzih etmiş, Meryem oğlu Hz. İsa''ya inanmayı onu zinadan dünyaya geldiğini söyleyenlerin tefritinden ve onu Allah''ın oğlu bilenlerin ifratından kutsayarak şöyle buyurmuştur: "Kitapta Meryem''i de an. Bir zaman o âilesinden ayrılıp doğu yönünde bir yere çekilmişti." Nihayet buyuruyor ki: "Çocuk: "Ben şüphesiz Allah''ın kuluyum. Bana kitap verdi ve beni peygamber yaptı" Davud''un kutsallığı konusunda da buyuruyor ki: "Ey Dâvûd, biz seni yeryüzünde (senden öncekilerin yerine) hükümdar yaptık."۲۵ Ve peygamberimiz Hz. Muhammed'e (s.a.a) ise şöyle buyuruyor: "Onların dediklerine sabret de güçlü kulumuz Dâvûd''u an; çünkü o (bize) çok başvururdu."

Bunlar Allah''ı tanıma konusunda Kur''an'ın hidayetinden örneklerdir.

Kur''an-ı Kerim''in insan saadetindeki öğretilerinin örneği ise şöyledir:

Zorbalık, para, ırk, kabile, deri rengi ayrıcalığını reddederek fazilet ölçüsünü insanî mükemmellikler bilerek şöyle buyurmuştur: "Ey insanlar, biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah yanında en üstün olanınız, (günâhlardan) en çok korunanınızdır. Allah bilendir, haber alandır."

Sarhoş edici şeyleri içmeyi fasit düşünceleri ve kumar ve faizin yayılmasıyla hasta iktisadı şu ayetlerle ıslah ve tedavi etmiştir: "Ey inananlar, şarap, kumar, dikili taşlar, şans okları şeytân işi birer pisliktir. Bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz."۲۸ "Oysa Allah, alış-verişi helâl, ribâyı harâm kılmıştır." "Mallarınızı, aranızda bâtıl (sebepler) ile yemeyin."

İnsanın canını şu ayetlerle korumuştur: "Haksız yere Allah''ın yasakladığı cana kıymayın!"۳۱ "Kim de onu(n hayatını kurtarmak sûretiyle) yaşatırsa, bütün insanları yaşatmış gibi olur."

Üst tabakanın elleri altındakilere zulüm ve haksızlık kapısını kapatmış ve insanların yüzüne adalet ve ihsan kapısını açarak şöyle buyurmuştur: "Kim size saldırırsa, onun size saldırdığı kadar siz de ona saldırın."۳۳ "Allah sana nasıl iyilik ettiyse sen de öyle iyilik et, yeryüzünde bozgunculuk (etmeyi) isteme." "Allah adâleti, ihsanı, akrabâya vermeyi emreder."

Kadınlara hayvan muamelesi yaptıkları bir dönemde şöyle buyurmuştur: "Onlarla iyi geçinin."۳۶"Kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır."

Her türlü ihaneti engelleyerek şöyle buyurdu: "Allah, size emânetleri ehline vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adâletle hükmetmenizi emreder."

Ahdi yerine getirmeyi imanın nişanelerinden sayarak şöyle buyuruyor: "Ve o (mü'min)ler emânetlerine ve ahidlerine özen gösterirler." "Ahdi de yerine getirin, çünkü ahd''den sorulacaktır."۴۰

Ümmeti ise , "Hikmeti dilediğine verir. Hikmet verilen kimseye çok hayır verilmiştir" buyruğuyla cehalet ve akılsızlık zilletinden öyle bir kurtardı ki, dünyada ilim ve hikmet meşalelerini taşıyanlardan oldular.

Takipçilerine her türlü iyiliği emretti ve onları her türlü kötülükten sakındırdı; onlara tertemiz şeyleri helal edip habis ve çirkin şeyleri haram etti ve onları fıtratlarına aykırı olarak kendilerini düçar ettikleri her türlü kutsallık bağından kurtardı: "Onlar ki yanlarındaki Tevrât ve İncil''de yazılı buldukları o Elçi''ye, o ümmi Peygamber''e uyarlar. O (Peygamber) ki, kendilerine iyiliği emreder, kendilerini kötülükten meneder; onlara güzel şeyleri helâl, çirkin şeyleri harâm kılar, üzerlerindeki ağırlıkları, sırtlarındaki zincirleri kaldırıp atar. O''na inanan, destekleyerek O''na saygı gösteren, O''na yardım eden ve O''nunla beraber indirilen nura uyanlar, işte felâha erenler onlardır."

Doğru inançları tanıma, ahlaki güzellikler ve salih amelleri kpsamına alacak şekilde iyilik dairesini genileterek ve batıl inançlar, çirkin ahlak ve bozuk amelleri içene alacak biçimde kötülük ve çirkinlik dairesini genişleterek iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmayı bütün mümin erkek ve kadınların vazifesi bilerek şöyle buyurmuştur: "İnanan erkekler ve inanan kadınlar, birbirlerinin velisidirler. İyiliği emrederler, kötülükten men''ederler, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah''a ve Elçisine itâ''at ederler. İşte onlara Alah rahmet edecektir. Allah dâimâ üstündür, hüküm ve hikmet sâhibidir." Ve diğer taraftan da şöyle buyurmuştur: "Ey inananlar niçin yapmayacağınız şeyi söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyi söylemek, Allah katında en sevilmeyen bir şeydir." Ve bu iki ayetle bütün insanlara her şeyde hikmet, iffet, şecaat ve adalete ulaşma ve bütün insanî faziletlerle medine-i fazile oluşturma yolunu göstermiştir.

Bunlar Kur''an-ı Kerim''in hidayet güneşinin ışınından bazı numunelerdi. Bu ilahî kitabın bütün ilahi öğretilere hidayeti ve insanı dünya ve ahiret saadetine ulaşmaya yönlendirmesi için inanç, ahlak, ibadetler, muamelat ve siyaset konusunda Kur'an-ı Kerim ayetlerinin sırlarını incelemeye ihtiyaç vardır; bunun için de daha geniş ve ayrıntılı kitapların yazılması gerekir.

3- Kur''an''ın Gaybi Haberlerî:

Allah tarafından, kıyamet gününe kadar insanların hidayet etmek için peygamberliğe gönderildiğini iddia eden bir kimse için en zor şey gelecekten haber vermektir; bu konumdaki bir kişi, milyarda bir de aksinin çıkabileceğini ihtimal verse, getirdiği dinin temelinin dağılmasına neden olabileceği için ihtimal verdiği şeyin önemi açısından ihtiyatı gözeterek susması gerekir. Ve eğer onun yakin ve tam bir güvenle gelecekte bir şeyin vuku bulacağını haber verdiğini ve söylediği şeyin de gerçekleştiğini görürsek, verdiği haber, onun zaman ve zamanla ilgili şeyleri kapsayan bir ilme sahip olduğunu gösterir.

Kur''an-ı Kerim''in bazı gaybî haberleri şöyledir:

a- Rumların mağlup olduktan sonra galip geleceklerinin haberinin verilmesi: "Elif lâm mim. Rum(lar), yenildi. (Bölgeye) En yakın bir yerde. Onlar (bu) yenilgilerinden sonra yeneceklerdir." Bu haber, tarih kitaplarında da geçtiği üzere hiç kimsenin İran''ın yenileceği ve Rum''un zafer kazanacağını aklından bile geçirmediği bir dönemde verilmiştir.

b- Allah Resulü''nün (s.a.a) Mekke''ye döneceğinin haber verilmesi: "Kur''ân''ı sana (indiren ve) gerekli kılan (Allah), elbette seni varılacak yere döndürecektir."

c- Münafıkların Allah Resulü''ne (s.a.a) suikast etmek için hazırlanıp komplo kurmaları ve onun korunacağının haber verilmesi: "Ey Elçi, Rabbinden sana indirileni duyur; eğer bunu yapmazsan, O''nun mesajını duyurmamış olursun. Allah seni insanlardan korur."

d- Mekke''nin fethedileceğinin ve Müslümanların Mescid-i Haram''a gireceklerinin ve onların ruhî ve cismî özelliklerinin haber verilmesi: "Allah dilerse, başlarınızı (kökten) traş ederek ve(ya) saçlarınızı kısaltarak, korkmadan, güven içinde Mescid-i Harâm''a gireceksiniz."

e- Tebuk savaşından döndükten sonra münafıklar hakkında şu ayet nazil oldu: "''Asla benimle çıkmayacaksınız, benimle beraber düşmanla savaşmayacaksınız'' de."Ve ayetin buyurduğu gibi de oldu.

f- Müşriklerin çokluklarıyla övündükleri ve kesin bir zafere ulaşacaklarına emin oldukları Bedir savaşında şu ayet nazil oldu: "Yoksa "Biz muzaffer (yenilmez) bir topluluğuz" mu diyorlar? O topluluk bozulacak ve geriye dönüp kaçacaklardır."

g- Hayber''in fethinden ve Müslümanların ganimetleri ele geçirmeden önce, İran ve diğer ülkelerin hazinelerini ele geçirmek onların akılından bile geçmediği bir dönemde şu ayet nazil oldu: "Andolsun o ağacın altında (Hudeybiye''de) sana bey''at ederlerken Allah, müminlerden razı olmuştur. Kalplerinde olanı bilmiş onlara güven indirmiş ve onları pek yakın bir fetih ile mükâfatlandırmıştır.

Ve onları alacakları bir çok ganimetlerle de ödüllendirdi. Allah, çok güçlüdür, hikmet sahibidir. Allah, size birçok ganimetler va''d buyurdu, onları alacaksınız. Şimdilik bunu size peşin verdi ve sizden o insanların ellerini çekti ki inananlara bir delil olsun ve sizi doğru bir caddeye çıkarsın. Henüz elinizin ermediği, fakat Allah''ın (bilgisi ile) kuşattığı bir diğerini daha (vaad buyurdu). Allah, her şeye gücü yetendir."

 h- Allah Resulü''nün (s.a.a) oğlu vefat edince Asim b. Vail, "Muhammed''in soyu kesiktir; yerine geçecek bir oğlu yoktur. Ölünce hatırlanmayacaktır artık" söyleyince şu sure nazil oldu: "Biz sana Kevser''i verdik. Öyleyse Rabbin için namaz kıl ve nahret (kurban kes veya ellerini boğazına kadar kaldırıp tekbir al). Asıl sonu kesik olan, sana buğzedendir."۵۲ Bu sure, Allah Resulü''ne (s.a.a) "soyu kesiktir" diyenin soyunun kesileceğini ve onun soyunun devam edeceğini bildirmiştir.

4- Yaratılışın Sırlarından Haberdar Olmak:

Beşerin bilgisi gök cisimlerini basit bildikleri ve onların hareket edebileceklerini düşünemediği bir dönemde yörüngede yıldızların hareket halinde olduğunu haber vermiştir: "Ne güneş aya erişebilir, ne de gece, gündüzün önüne geçebilir. Hepsi bir felekte (yörüngede) yüzmektedirler."

Zevciyet kanununun eşyaları da kapsadığının bilinmediği bir dönemde buyurmuştur ki: "Her şeyden iki çift (erkek-dişi) yarattık ki düşünüp öğüt alasınız."۵۵

Diğer kürelerde bir canlının olması ihtimali verilmediği bir zamanda şöyle buyurmuştur: "Gökleri, yeri ve bunların içine yaydığı canlıları yaratması da O''nun âyetlerinden (birliğinin ve kudretinin işâretlerinden)dir."

Ve yine rüzgar vesilesiyle dişi bitkilerin erkek nutfelerle aşılanmasını haber veriyor: "Rüzgârları, aşılayıcı olarak gönderdik"

Gök cisimlerinin basit ve onların yaratılışlarının yeryüzündeki cisimlerden farklı bilindiği, alemin daha önce bitişik olduğu ve sonra ayrıldığı konusundan kimsenin haberleri olmadığı bir dönemde buyurmuştur ki: "O nankörler görmediler mi ki göklerle yer bitişik idi, biz onları ayırdık."

Ve insanoğlunun, alemin genişletildiğinden haberi olmadığı bir dönemde buyuruyor ki: : "Göğü sağlam yaptık, biz genişleticiyiz (kudretimiz geniştir, göğü öyle genişleten biziz)."

Bilim adamlarının, gökyüzündeki cisimlerin yarılıp birbirine kavuşmasının imkansız olduğunu sandıkları ve insanın onların üzerinde etki bırakabileceği kimsenin aklından bile geçirmediği bir dönemde şu ayet nazil oldu: "Ey cinler ve insanlar topluluğu, göklerin ve yerin bucaklarından geçip gitmeğe gücünüz yeterse geçin gidin. Ancak kudretle geçebilirsiniz."

Bir bölümüne değindiğimiz alemdeki sırlarla ilgili ayetlerin varlığı, bu kitabın Yüce Yaratıcı tarafından nazil olduğunu göstermektedir.

5- Kur''an''ın Çekiciliği:

Kur''an'ın diliyle aşina olan insaf sahibi her insan Kur''an''ın ruhu ve çekiciliği olduğunu itiraf eder; bir söz her ne kadar mana, beyan ve güzellik inceliklerini içeren tüm belagat ölçülerine sahip olsa gene de Kur'an'a oranı, yapma gülün gerçek ve doğal güle ve insanın heykelinin ' kendisine oranı gibidir.

6- Kur''an''da İhtilafın Olmayışı:

Şüphesiz fikrî tekâmül nedeniyle, insanın söz ve davranışlarının tümü aynı seviyede değildir ve bir dalda uzman olan her bilim adamının, kendisini o işe konsantre etse bile bilimsel eserleri hayatının çeşitli merhalelerinde farklıdır; böyle bir kişinin düşüncesinin değişmesiyle eserleri de değişir.

Kur''an yaratılış ve kıyameti tanıma, âlem ve ruhların delilleri, insanın yaratan ve yaratılanla ilişkileri, kişisel ve toplumsal vazifeler, geçmiş ümmetlerin kıssaları gibi konuları içeren, Mekke''de müşriklerin verdiği sıkıntılarla, Medine''de ise kafirlerle savaşma ve münafıkların hile ve düzenleri ile, kafayı karıştıran onca sebeplere rağmen ders okumamış ve hoca görmemiş bir kişinin dilinden aktarılan bir kitaptır.

Bütün bu etkenleri göz önünde bulundurarak, doğal olarak böyle bir kişinin dilinden aktarılan böyle bir kitapta birçok ihtilafların olması gerekir. Bunu göz önünde bulundurarak, bu kitapta ihtilaf olmayışı, onun cehalet ve gafletten kutsanmış vahiy makamından ibaret olan insan düşüncesinin üstünde bir ufuktan nazil olduğunu göstermektedir: "Kur'ân''ı düşünmüyorlar mı? Eğer Allah''tan başkası tarafından (indirilmiş) olsaydı, onda birbirini tutmaz çok şey bulurlardı."۶۱

7- Kur'an''ın Aynî ve Amelî Eğitimi:

Bir kimse dünyadaki bütün doktorlarının baştabibi olduğunu iddia ederse, bunu ispatlamanın iki yolu vardır:

Biri; benzeri tıp kitaplarında bulunmayan, tıp alanında, hastalıkların nedenlerini ve tedavilerini yazdığı bir kitap sunması.

Diğeri; hastalık vücudunun tüm uzuvlarını saran, ölümün eşiğinde olan ve doktorların tedavi edemediği bir hastayı iyileştirip sağlığına kavuşturması.

Peygamberler insanların düşünce, ruh ve hasalıklarının doktorlarıdırlar ve İslam Peygamberi Hz. Muhammed de (s.a.a) bunların başıdır.

Onun bilimsel delili, insanın fikrî, ahlakî ve amelî hastalıklarının sebeplerini ve tedavilerini beyan etmede benzeri olmayan bir Kur''an'dır; onun küçük bir bölümü örnek olarak Kur'an'ın hidayeti konusunda zikredilmiştir. Onun amelî delili ise, Peygamber''in insanlığın en kötü hastalıklara tutulan bir tolumda zuhur etmesidir; bu toplum fikrî açıdan öyle bir hadde gelmişti ki, her kabilenin kendine ait bir putu vardı, hatta aileler kendilerine hurma ve helvadan putlar yapıyor, sabahleyin ona secde ediyor ve acıkınca da tanrılarını yiyorlardı!

Onların düşüncelerinin afetini, marifet ve iman merhemi ile öyle bir tedavi etti ki, alemin yaratıcısını şöyle övdüler: "Allah, ki O''ndan başka tanrı yoktur, dâimâ diri ve yaratıklarını koruyup yöneticidir. Kendisini ne bir uyuklama, ne de uyku tutmaz. Göklerde ve yerde olanların hepsi O'nundur. O''nun izni olmadan kendisinin katında kim şefâat edebilir? Onların önlerinde ve arkalarında olanı bilir. O''nun ilminden, ancak kendisinin dilediği kadarından başka bir şey kavrayamazlar. O''nun Kürsüsü, gökleri ve yeri kaplamıştır (O yüce padişah, göklere, yere, bütün kâinâta hükmetmektedir). Onları koru(yup gözet)mek, kendisine ağır gelmez. O yücedir, büyüktür."Ve onun karşısında secdeye kapanarak, "Münezzehtir en ulu olan rabbim ve ben ona hamd etmekteyim" dediler.

Onlar duygusal açıdan hayvanlardan daha aşağılıklardı; baba tam bir katı kalplilikle kendi eliyle kendi kızını diri diri toprağa gömüyordu;۶۳ o kavimde insan duygusunu öyle bir diriltti ki, Müslümanlar, Mısır''ın fethinde, çadırların birisinde bir kuşun yuva yaptığını gördüler; oradan göçüp gidecekleri zaman, kuş ve yavrusunun yuvasının yıkılmaması için çadırı orada bırakıp gittiler; böylece o bölgede kurulan şehre "Festat" adını verdiler.۶۴

Zenginlerin fakirlere karşı üstünlük tasarlamasını öyle bir şekilde yok etti ki, zenginlerden biri Hazret''in huzurunda oturmuştu; tam o sırada bir fakir gelerek o zenginin yanında oturdu. Bunun üzerine zengin adam elbisesini topladı. Allah Resulü''nün (s.a.a) buna tanık olduğunu görünce, "Ey Allah'ın Resulü! Servetimin yarısını bu adama bağışladım" dedi. Ama adam, "Senin derdine müptela olmak istemediğim için kabul etmiyorum" dedi.۶۵

Zengini o şekilde cömert yapan ve fakire bu kadar geniş bir bakış açısı veren, onun kibrini tevazua, zilletini izzete dönüştüren nasıl bir eğitimdir bu?!

Güçlünün zayıfa karşı azgınlığını öyle bir şekilde yok etti ki, Emir'ül Müminin Hz. Ali''nin (a.s) döneminde İran padişahı ve Rum imparatorluğunun askeri gücü Müslümanların halifesinin elinde idi; o sırada Hz. Ali''nin (a.s) ordusunun başkumandanı Malik Eşter'di.

 Malik Eşter bir gün sıradan insanlar gibi çarşıdan sade ve tantanasız bir halde geçerken birisi onunla alay etti. Adama, "Alay ettiğin bu adamın kim olduğunu biliyor musun?" dediler. Adam, "Hayır" dedi. Malik''i ona tanıttıkları zaman, Malik sahip olduğu o mutlak güçle kim bilir başıma neler getirecek diye endişelenerek onu aramaya başladı. Malik''in camiye gittiğini söylediler. Bunun üzerine o davranışından dolayı özür dilemek için camiye koştu. Fakat Malik, "Ben senin bu davranışından dolayı camiye geldim ve Allah''tan seni affetmesini dilemek için iki rekat namaz kıldım" dedi.

Bu eğitim etkisi ile güç ve kudretin verdiği gurur onun Hay ve Kayyım olan Allah Teala'nın karşısında zelil bir şekilde alnını toprağa sürmesine engel olmuyor ve yaptığı çirkin amelden dolayı endişelenen hakaret eden adamı hayırların en iyisi olan bağışlanma dilemeye ulaştırıyor.

Kavimlerin arasındaki mesafeleri öyle bir şekilde yok ediyor ki, acemlere karşı Arap kavmiyetçiliğinin o kadar kökleşmesine rağmen, "Nefsini, sabah akşam, rızâsını isteyerek Rablerine yalvaranlarla beraber tut (onlarla beraber bulunmağa candan sabret). Gözlerin, Dünya hayatının süsünü isteyerek onlardan başka yana sapmasın. Kalbini bizi anmaktan alıkoyduğumuz keyfine uyan ve işi, hep aşırılık olan kişiye itâat etme"۶۷ buyruğu gereğince Selman-ı Farsi''yi kendi yanında oturttu۶۸ ve sonunda o Medain''in valiliğine atandı.

 İnsanlar arasındaki ırk mesafesini öyle bir şekilde yok etti ki, zenci bir köleyi kendine müezzin etti ve ona, "Ne emir verirsen kabul ediyoruz, fakat bu siyah karganın sesine tahammül edemeyiz" dedikleri zaman onlara şu cevabı verdi:۷۰ "Ey insanlar, biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah yanında en üstün olanınız, (günâhlardan) en çok korunanınızdır. Allah bilendir, haber alandır."۷۱

Kökü ilim ve marifet, gövdesi yaratıcı ve kıyamete inanç, dalı övülmüş melekeler ve güzel ahlak, goncası takva ve çekinme, meyvesi ise sağlam ve uyumlu konuşma ve güzel davranış olan büyük bir ağaç dikti:"Görmedin mi Allah nasıl bir benzetme yaptı: Güzel söz, kökü (yerde) sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaç gibidir. (O ağaç), Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Allah, öğüt almaları için insanlara böyle benzetmeler yapar."

Bu eğitim ve öğretimle insanlık ağacının meyve vermesini sağladı ve o ağaçtan insanlığa Ali b. Ebutalib gibi mükemmel bir meyve sundu; öyle bir insan ki onun ilmî ve amelî faziletlerinin ansiklopedisinden şu yeter ki, Allah Resulü (s.a.a) hayatta olduğu müddetçe, adebi, onun karşısında ilim ve irfanını ortaya koymasına engel oluyordu ve güneşin ışını altındaki ay gibiydi; Allah Resulü''nden (s.a.a) sonra da o boğucu ortamda etrafına nur vermekten mahrum oldu ve yaklaşık beş yıl süren Cemel, Sıffin ve Nehrivan gibi yıkıcı savaşların fitnesine tutularak karşılaştığı az bir fırsatta konuştuğu zaman, Mutezilî İbn Ebi''l-Hadid''in dediği gibi sözü Yaratan'ın sözünden aşağı ve yaratılanların sözünün üstündeydi. Allah''ı tanımak, kendini yetiştirmek ve toplumun düzenini yoluna koymak için Nehcu''l-Belağa''nın birinci hutbesine, Muttakin hutbesine ve Malik Eşter'e ahitnamesine müracaat etmek yeter; denizden bir damla olan bu buyrukları onun ne kadar hikmetlerle dolu büyük bir ilim ve amel okyanusu olduğunu göstermektedir; bunlar o okyanustan sadece birkaç örnektir.

Savaş meydanında yürüdü ise, tarih, zırhının arka tarafı olmayan, bir gecede beş yüz yirmi üç tekbir getiren ve getirdiği her tekbirde bir düşmanı yere seren, ve aynı gece iki safın arasında gece namazına duran, her taraftan yağmur gibi yağan oklar karşısında yere döküldüğü halde en küçük bir korku ve endişeye kapılmadan, diğer zamanlarda olduğu gibi kulluk vazifelerini yapmaktan geri kalmayan ve Amr b. Abduved gibi adlı şanlı bir kahramanı yere seren, hakkında Sünnisi ve Şiisi ile bütün Müslümanlar Allah Resulü''nden (s.a.a) "Hendek savaşında Ali b. Ebutalib'in Amr ile savaşı kıyamet gününe kadar ümmetimin tümünün amelinden üstündür"۷۶ diye rivayet eden, Hayber savaşında Yahudi Merhab''ı bir kılıç darbesi ile ikiye bölen ve ondan sonra yetmiş atlıya saldırarak kılıçtan geçiren, böylece Müslümanlarla Yahudileri hayrete düşüren, bu yiğitliği korku ve haşyet ile bir araya toplayan ve namaz vakti çehresinin rengi değişen, bedenine titreme düşen, kendisine neden öyle olduğu sorulduğunda "Göklere, yere ve dağlara sunulduğu zaman taşımaktan sakındıkları ve insanın üstlendiği emaneti eda etmenin zamanı geldi" diye cevap veren,۷۸gündüzleri savaş meydanında heybeti yiğitleri titreten, ama geceleri ibadet mihrabında yılan sokmuş bir kişi gibi kıvranan ve yaşlı gözlerle, "Ey dünya! Ey dünya! Beni mi aldatmak istiyorsun?! Bana mı yöneldin?! Heyhat! Heyhat! Git benden başkasını aldat; benim sana ihtiyacım yok. Ben seni üç talak ile boşadım… Azığın azlığından ve yolun uzunluğundan dolayı eyvahlar olsun" söyleyen۷۹ onun gibi bir kahraman görmemiştir.

Bir sail ondan bir şey talep edince bin vermesini emretmiş, emrettiği kişi, "Altın mı vereyim gümüş mü?" diye sorduğu zaman, "Benim gözümde ikisi de bir taştır; saile hangisi daha faydalı ise ondan ver" buyurmuştur.

Hangi ümmet ve hangi millette savaş meydanında bir müşrikle savaş halindeyken böyle cömert bir yiğit görülmüştür? Müşrik, "Ey Ebutalib'in oğlu! Kılıcını bana ver" dediği zaman kılıcını ona doğru atmış, müşrik, "Hayret! Ey Ebutalib''in oğlu! Böyle bir anda kılıcını bana mı veriyorsun?!" diyince, "Sen bana el açıp istedin; saili boş çevirmek cömertliğe yakışmaz" cevabını vermesi üzerine sail kendisini yere atıp, "Bu din adamlarının davranışıdır" diyerek ayaklarını öpüp Müslüman olmuştur.

İbn Zübeyr gelerek, "Babamın hesabında, onun, senin babandan seksen bin dirhem alacaklı olduğunu gördüm" demesi üzerine o malı ona vermiş, daha sonra İbn Zübeyr gelerek, "Ben hata ettim! Senin baban benim babamdan seksen bin dirhem alacaklıdır" diyince, "O mal babana helal olsun ve senin de benden aldığın senin olsun!" buyurmuştur.

Hükümetinin sınırı Mısır''dan Horasan''a kadar uzandığı halde, bir kadının sırtındaki su kırbasını görünce onu o kadından alarak gideceği yere kadar taşıyan, onun durumunu soran ve o kadın ve yetim yavruları ile neden o zamana kadar ilgilenilmedi diye sabaha kadar içi içini yiyen ve sabah olunca o yetimlere kendisi yiyecek taşıyan, onlara yemek pişiren, ağızlarına lokma koyan ve kadın Emir'ül Müminin Ali'yi (a.s) tanıyınca, "Ey Allah''ın cariyesi! Ben senden utanıyorum" diye mahcubiyetini dile getiren böyle bir makam sahibine hangi zaman şahit olmuştur?!

Hilafeti döneminde hizmetçisi ile birlikte kumaşçılar çarşısından geçerken iki keten gömlek satın alan ve onların arasından en iyisini, genç olan hizmetçisinin ziynet taleplik garizesini temin etmek için ona giydiren -bir halife nerede görmüştür?-

Altın ve mücevherlerin hazinesi elinde olduğu halde, "Allah''a andolsun, cübbeme o kadar yama attım ki artık yamamaktan utandım" söylemiştir.

Huzuruna bir miktar ganimet getirdiler. O ganimetlerin içerisinde bir ekmek parçası vardı. Kufe''nin de yedi mahallesi vardı. O ganimetleri o ekmek parçası ile birlikte yediye böldükten sonra her mahallede ganimetleri dağıtmakla görevli olan kişileri çağırıp her birine ganimetin bir bölümü ile birlikte o ekmekten bir parça verdi۸۶ ve ganimetleri bölüştürdükten sonra iki rekat namaz kıldı ve peşinden, "Beni ona soktuğu gibi ondan çıkaran Allah''a hamd olsun" dedi!

Hilafeti döneminde kılıcını çarşıda satışa koyarak, "Ali''nin canı elinde olan Allah''a andolsun ki, eğer bir gömlek satın alacak kadar param olsaydı bu kılıcımı satmazdım" demiştir.

Bir musibete uğradığı gün bin rekat namaz kılıp, altmış miskine sadaka veriyor ve üç gün oruç tutuyordu.۸۹

El kabartısı ve alın teri ile bin köle azat etmiştir۹۰, ama dünyadan göçtüğü zaman sekiz yüz dirhem borçlu idi.۹۱

İftarını açmak için kızının evine misafir olduğu gece, o geniş ülkenin hükümdarının kızının sofrasında arpa ekmeği, tuz ve bir kase sütten başka yiyecek yoktu. Arpa ekmeği ve tuz ile iftarını açarak, sakın sofrası eli altındakileri sofrasından daha renkli olmasın diye süte elini sürmedi.۹۲

Saltanatı Mısır'dan Horasan''a kadar uzandığı halde kendisi ve komutanlarına karşı, Osman b. Huneyf''e yazmış olduğu mektupta yansıyan hükümet programını uygulayan bir kimseyi tarih nerede görmüştür? Bu mektubun anlamı yaklaşık olarak şöyledir:

"Ey Huneyfoğlu, duyduk ki Basralılardan bir bölüm, seni düğüne çağırmış; sen de hemen gitmişsin. Renk-renk yemekler, büyük büyük kâseler hoşuna gitmiş. Oysa ben sanmazdım ki yoksulları çağrılmayan, zenginleri dâvet edilen bir topluluğun dâvetine icâbet edesin. Dişlediğin yemeğe bir bak, haram helâl olduğunda şüphen olursa at o yemeği ağzından; helâl olduğunu iyice bilirsen birazcık ye.

Bil ki her kişinin uyduğu, yolundan gittiği, bilgisinden ışıklandığı bir imâmı vardır. Gene bil ki sizin imâmınız, dünyasında köhne bir elbiseyle iki parça ekmeği kendisine yeter bulmaktadır. Bilirim, sizin buna gücünüz yetmez; yetmez ama çekinip

 gayret ederek, temiz olmaya, doğru yola gitmeye gayret göstererek yardım edin bu yolda bana; gücünüz yettiği kadar yolumda olun. Andolsun Allah''a ki ben dünyanızdan ne bir gümüş, ne bir altın toplayıp biriktirdim, ne şu çok ganimetlerden bir mal yığdım, ne de üstümdeki yıpranmış elbiseden başka bir elbise aldım.

Evet, gökyüzünün gölgelendirdiği şu dünyadan kendim için bir karış bile kendim için elde etmedim...

Dilesem ben de yağlar, ballar bulurum; buğday ekmeğinin hâlisini yerim; ipek elbise giyinirim; fakat nefsimin dileğinin bana üst olması, beni lezzetli yemekler yemeye çekmesi mümkün mü hiç? Ben nasıl doya-doya yemek yiyebilirim ki Hicaz''da, yahut Yemâme''de belki yoksullar vardır; günler geçmiştir ki tokluk nedir, görmemişlerdir. Gecemi karnı tok olarak nasıl gündüz edebilirim ki çevremde aç karınlar, yanmış, susuzluktan bunalmış ciğerler vardır."

Kufe''deki olduğu halde Hicaz veya Yemen''de aç birisinin olabileceği ihtimali, elini lezzetli bir yemeğe uzatmasına engel olan, üzerinde eski bir keten gömlek bulunan, kendisi için ikinci bir elbise ve bir karış yer hazırlamayan, geçimi eli altındaki en fakir kişilerden daha iyi olmasın diye dünyanın yiyecek, giyecek ve emlakinden nasibi sadece bu olan böyle bir kişinin varlığının aynasında görmek gerekir İslam hükümetini.

Onun saltanatı ve hükümetinde öyle bir adalet hüküm sürüyor ki, zırhını bir Yahudi''nin elinde görünce, "Bu benimdir" buyuruyor; zımmî şartlarında yaşayan o Yahudî büyük bir küstahlıkla, "Zırh benimdir; benim elimde bulunuyor. Seninle aramızda Müslümanların kadısı hükmetsin" diyor.

Yahudi'nin ihanet edip zırhını çaldığını bildiği halde onunla birlikte kadının yanına gidiyor. Kadı kendisine saygı göstermek için ayağa kalktığı zaman, onu gösterdiği bu ayrıcalıktan dolayı kınayarak, "Müslüman olsaydı senin karşında onunla birlikte otururdum" diyor.

Ve sonunda Yahudi bu mutlak adalet karşısında itiraf ederek Müslüman oluyor. Bunun üzerine İmam (a.s) zırhını merkebi ile birlikte o adama bağışlıyor. Müslüman olan Yahudi, Sıffin savaşında şehadet makamına ulaşıncaya kadar Hz. Ali''den (a.s) ayrılmıyor.

Ve İslam''ın zimmetinde olan Yahudi bir kadının ayağından halhalı çekip çıkardıklarını öğrenince bu kanunsuzluğa tahammül edemeyerek şöyle buyurdu: "Bu olay nedeniyle bir Müslüman üzüntüden ölürse kınanmaz; hatta benim yanımda bu ölüme layıktır.

Yoldan geçerken yaşlı bir adamın el açarak dilendiğini görünce neden dilendiğini araştırdı. O adamın Hıristiyan olduğunu söyleyerek İmam'ın (a.s) gönlünü almaya çalıştıkları zaman şaşırarak, "Gençliğinde ondan iş çektiniz; şimdi yaşlanınca dilenmesi için onu nasıl yalnız bıraktınız?!" buyurdu ve sonra beytülmalden ona infakta bulunmalarını emretti.

Yaratıkların hakkı konusunda ise, yedi iklimi onların göğünün altındaki bütün şeylerle birlikte ona verselerdi ve karıncanın emek verdiği bir arpa kabuğunu ondan almasını isteselerdi, bunu yapmazdı;۹۷ Yaratan''ın hakkını gözetme konusunda da O''na ne cennet sevgisinden ve ne de cehennem korkusunda ibadet etmezdi; sadece O''nu ibadete layık gördüğü için O''na kulluk ederdi.

Allah Resulü''nün (s.a.a) de, "Ben Allah''tan edep almışım, Ali de benden"۹۹ buyurduğu gibi, tarihin eşini görmediği savaş meydanının sertliğini kalp inceliği ile karıştıran, bir yetimin solgun yüzüyle karşılaşması gözlerinden yaşlar akıtan ve yürek yakıcı iniltisini yükselten, onu, dünyanın bütün sınırlı ve ahretin sınırsız faydalarının bağından kurtarıp özgürlük ve hürriyete kavuşturan ve sadece alemlerin Rabbi Allah''a kulluk bağını, o da kendi yararı için değil, sadece onun ehil olması nedeniyle boynuna geçiren, insan ve alemin yaratılışının amacının zirvesi olan özgürlük ile kulluğu birleştiren, kendi rıza ve gazabını Yaratan''ın rıza ve gazabında fani eden ve buna, Leyletu''l-Mebit''te Allah Resulü''nün (s.a.a) yatağında yatması۱۰۰ ve Hendek savaşında insanların ve cinlerin ibadetinden daha üstün olan darbesi۱۰۱ tanık olan böyle bir insanın terbiye ve eğitimi ile beşeriyeti insanlığın zirvesine ulaştırır.

Evet, ancak Arap yarım adasının bitki yetişmez bölgesinde birkaç yıl içerisinde o kadar sıkıntılara rağmen böyle bir ümmet oluşturan ve insanlık ağacından böyle değerli bir meyve yetiştirip dünyaya sunan bir bahçıvan, "Ben insanlık bostanının en büyük bahçıvanıyım" söyleyebilir.

Acaba akıl ve insaf, burada değinemeyeceğimiz mucizeleri göz ardı ederek, sadece, özetini kaydettiğimiz bu bilimsel ve amelî örnekle, taassup, hava ve hevesten arınmış bir insanın, böyle bir dinin insanlığı kemal derecelerinin zirvesine ulaştıracağına inanmasını gerektirmez mi?! Veya insanın akıl ve fıtratının bilimsel ve ameli bakımdan dinden beklediği şeyin bu dinde olduğuna iman etmesini icap etmez mi?!

Kişisel ve toplumsal eğitim ve öğretim bakımından insan için bundan daha iyi ve daha üstün bir eğitim ve öğretim var mıdır?!

İşte bu, İslam peygamberinin hatemiyeti ve getirdiği dinin ebediliğine inanmaktır: "Muhammed, sizin erkeklerinizden birinin babası değil, fakat Allah''ın Elçisi ve peygamberlerin hâtemidir. Allah her şeyi bilendir."

Resulullah''ın (s.a.a) Hayatından Bir Işıltı

Son olarak Hazretin risaletine en güzel tanık olan hayat güneşine kısa bir bakış atalım:

Davetini açığa çıkardığı zaman mal, makam vaadi ve tehditler zirveye ulaştı. Kureyş Ebutalib''in yanına gelerek dediler ki: "Kardeşinin oğlu bizim ilahlarımıza çirkin şeyler söyledi, gençlerimizi bozdu ve toplumumuzu dağıttı. Mal istiyorsa onun için mal toplayalım da Kureyş''in en zengin kişisi olsun; hangi kadını istiyorsa onunla evlendirelim." Nihayet ona saltanat ve padişahlık vaadinde bulundular. Ama Hazret onlara, "Güneşi benim sağ elime ve ayı da sol elime koysanız yine de istemem" cevabını verdi.

Mal ve makam vaatlerinin bir etkisi olmadığını görünce tehdit ve eziyet yoluna başvurdular. Örneğin, Mescid-i Haram''da namaza durduğu zaman namazını bozmak için iki kişi sağında ve iki kişi de solunda durup alkış çalıyorlardı, yoldan geçerken üzerine toprak döküyorlar ve secdeye gittiğinde de koyun işkembesini üzerine boşaltıyorlardı.

Ebu Talib''in vefatından sonra Allah'ın dinini yaymak için Sakif kabilesinin ileri gelenlerinden yardım almak amacı ile tek başına Mekke''den Taif''e doğru hareket etti. Fakat onlar Hazretin peşinden yürüyüp ona eziyet etmeleri için geri zekâlı insanları ve köleleri tahrik ettiler. Hazret bunun üzerine bir bostana sığınarak bir üzüm ağacının gölgesinde oturdu. Öyle yürek yakıcı bir durumda idi ki, müşrik olan düşmanı haline acıyarak Adas adındaki Hıristiyan kölesine üzüm toplayarak ona götürmesini söyledi. Köle üzüm tabağını Hazretin yanına götürdüğü zaman Hazret elini uzatarak, "Bismillah" dedi. Köle, "Bu şehrin insanları böyle bir şey söylemezler" dedi. Hazret, "Sen hangi şehirden ve hangi dindensin" diye sorunca, "Ben Neyneva Hıristiyanlarındanım" dedi. Hazret, "Yunus b. Meta''nın şehrindensin" dedi. Köle, "Sen Yunus''u nereden tanıyorsun?" diye sordu. Hazret, "O benim kardeşimdi; peygamberdi; ben de peygamberim" buyurunca Adas Hazretin el ve ayağını öptü.

Allah Resulü''nün (s.a.a) yarenlerine de ağır işkencelerle eziyet ediyorlardı; onlardan bazılarını yakıcı güneş altında tutuyor, göğsünün üzerine ağır bir taş bırakıyorlardı ve o da o halde "Allah birdir, Allah birdir" diyordu.

Yaşlı bir kadın olan Ammar Yasir''in annesini Allah''ın dininden vazgeçmesi için çeşitli şekillerde işkence ettiler, her şeye rağmen kabul etmeyince öldürdüler.

Onlardan gördüğü bu kadar eziyetler üzerine haklarında beddua etmesini istedikleri zaman, "Ben ancak alemlere rahmet olarak gönderildim"۱۰۹ buyurdu. O kadar eziyetlere rağmen onlara karşı lütufta bulunarak şöyle dua ediyordu: "Allah'ım! Kavmim cahildir; onları hidayet et."

Onlar için azap yerine rahmet istiyordu; hem de hidayet nimeti gibi daha üstünü tasavvur edilmeyen bir rahmet! Ve "Kavmim" diye kendisine intisap ederek onları Allah''ın azabından korumak istiyordu. Allah''ın huzurunda onları şikayet edeceğine onlara şefaat ediyor ve bilmiyorlar, cahildirler diye mazeret getiriyordu.

Geçimine gelince; yemeği arpa ekmeği idi; ondan da doyacak kadar yemiyordu.

Hendek savaşında kızı Hz. Fatıma (s.a) onun için bir parça ekmek getirmişti; bu ekmek üç günden sonra Hazretin yediği ilk ekmek parçası idi.

Fakir olduğu için böyle yaşamıyordu; çünkü o dönemde bağışları yüz deveye ulaşıyordu.

Dünyadan göçtüğü zaman ne bir dinarı, ne bir dirhemi, ne kölesi, ne cariyesi, ne koyunu, ne devesi vardı. Zırhını ailesinin geçiminin sağlamak için Medine Yahudilerinden birinden borç aldığı 15 kg. arpa karşısında onun yanında rehin bırakmıştı.

Burada iki nokta üzerinde biraz düşünmek gerekiyor:

1- Allah Resulü''nün (s.a.a) konumunu ve emanetçi oluşunu göz önünde bulundurarak şüphesiz kimsenin ondan garanti istemezdi. Ancak borcun yazılmaması durumunda, diğerinin mal güvencesi olan rehin kuralı, İslam dininin en önde gelen şahsiyeti tarafından bir Yahudi hakkında bile gözetilmesi vurgulanmaktadır.

2- En lezzetli yemekleri yeme imkânına sahip olmasına rağmen, yemeği hükümetindeki en zayıf insanların yemeğinden iyi olmaması için hayatının sonuna kadar doyasıya arpa ekmeği yemedi.

Allah Resulü''nün (s.a.a) fedakarlığının bir örneği şudur: Sünnî ve Şiî kitapları faziletleriyle dolan, hakkındaki Mubahele ayeti ve Tathir ayeti۱۱۶ gibi ayetler, Allah Resulü''nden (s.a.a) rivayet edilen Kesa hadisi۱۱۷gibi hadisler ve "Alemdeki kadınların efendisi"۱۱۸ unvanı, mümkün olabilecek kemale ulaştığını gösteren bir kız; o mükemmel insan. Öyle bir kız ki, kıyamet gününe kadar Allah Resulü''nün (s.a.a) soyu onunla devam edecek, hidayet yıldızları ve ümmetin imamları ondan dünyaya gelmiştir. Babasının yanında öyle bir saygıya sahiptir ki, öyle bir babanın huzuruna girdiği zaman, babası onu kendi yerine oturtup elini öpüyordu.

Öyle bir kız ki, öyle bir babaya uyarak ayakları şişinceye kadar ibadet mihrabında duruyordu.

 Böyle bir ibadete sahip olmasına rağmen Emir''ul Mümin''in Ali''nin evini öyle bir şekilde idare ediyordu ki, Allah Resulü (s.a.a) yanına gittiğinde bir taraftan yavrusuna süt verirken bir taraftan da el değirmenini çevirdiğini görünce yaşlı gözlerle o yürek yakıcı manzaraya bakıp, "Dünyanın acısına karşı ahretin tatlılığını kazanmak için acele et" buyurdu.۱۲۱ Bunun üzerine babasına şu cevabı verdi: "Ey Allah''ın Resulü! Nimetlerinden dolayı Allah''a hamd olsun, nimetlerinden dolayı Allah''a şükürler olsun." Böyle bir kız, böyle bir durumda, el değirmeninden incinen elleriyle kendisi için bir hizmetçi istemek amacıyla babasına geliyor, ama hacetini dile getirmeden geri dönüyor. Kızının evini altın ve gümüşle doldurabilecek, ona hizmet etmesi için köle ve cariyeler görevlendirebilecek bir baba, ona otuz dört defa "Allah-u Ekber", otuz üç defa "Elhamdulillah" ve otuz üç defa da "Subhanellah" demesini öğretiyor.

Allah Resulü''nün (s.a.a) bu şartlar altında, böyle bir kıza oranla yoksullara kaşı fedakârlığı böyle idi. Babasının, dünyanın acılarına karşı sabırlı olmasını emretmesine üzerine Hz. Fatıma'nın (s.a) verdiği cevabı da maddî ve manevî nimetlerden dolayı hamd ve şükürdür. Takdire razı olma karşısında fani olduğunu ve Allah''ın lütuflarında gark olduğunu öyle bir şekilde sergiliyor ki, acılığı tatlılık ve musibeti ise bir nimet görüyor ve sabretmek yerine ona karşı hamd ve şükretmeyi kendine borç biliyor.

Allah Resulü''nün (s.a.a) davranış ve ahlakının bir örneği de şöyledir: Toprağın üzerinde oturuyor, kölelerle birlikte yemek yiyor ve çocuklara selam veriyordu.

Önünden geçen göçebe bir kadın, toprağın üzerinde oturup yemek yediğini görünce ona, "Ey Muhammed! Senin yemeğin ve oturuşun köle yemeği ve oturuşu gibidir" demesi üzerine buyurdu ki: "Benden daha fazla köle olan kim var?"

Elbisesini kendi elleriyle yamıyor, koyununu kendisi sağıyor,۱۲۷ hür insanları davetini kabul ettiği gibi kölelerin de davetini kabul ediyordu.

Medine''nin en uç noktasında da bir hasta olsa idi ziyaretine gidiyordu.

Fakirlerle düşüp kalkar ve miskinlerle aynı sofrada otururdu.

Köleler gibi yemek yiyor ve köleler gibi oturuyordu.۱۳۱

Birisi elini tutsaydı, tutan kişi elini bırakmadıkça elini bırakmazdı.

Bir meclise girdiği zaman, meclisini sonunda oturur, gözünü kimsenin yüzüne dikmezdi.۱۳۴

Ömrü boyunca kimseye Allah rızası dışında öfkelenmiş değildir.

Kendisi ile konuşan bir kadının vücuduna titreme düşünce ona şöyle buyurdu: "Rahat ol; ben padişah değilim. Ben kurumuş et parçası yiyen bir kadının oğluyum."۱۳۶

Enes b. Malik demiştir ki: Dokuz yıl Allah Resulü''nün (s.a.a) hizmetçisi oldum. Bu süre içerisinde hiçbir zaman bana, "Neden böyle bir şey yaptın?" söylemedi. Hiçbir zaman bana kusur bulmadı.

Bir gün mescidde oturduğum bir sırada Ensardan bir kız çocuğu Hazretin elbisesinin bir tarafından tutunca onun hacetini yerine getirmek için ayağa kalktı. Ama ne o bir şey söyledi ve ne de Hazret ne istediğini sordu. Bu hareket dört defa tekrarlandı. Dördüncü defasında Allah Resulü''nün (s.a.a) elbisesinden bir iplik alarak gitti. O kıza neden böyle yaptığını sordukları zaman dedi ki: Ailemde bir hasta var. Allah Resulü''nün (s.a.a) elbisesinden şifa için bir iplik almamı istediler. Ben, Allah Resulü''nün (s.a.a) beni gördüğünü anlayınca utandım ve onu almak için Allah Resulü''nden izin almak da istemiyordum. Nihayet dördüncü defasında Hazretin elbisesinden o ipliği aldım.

Bu olay, Allah Resulü''nün (s.a.a) insanın saygınlığına ne kadar değer verdiğini ortaya koymaktadır; çünkü tam bir uyanıklıkla o kızcağızın hacetini ve onu istemekten çekindiğini fark edip kızcağızın hacetini alması için dört defa yerinden doğruluyor ve kızın ruhunun incinmemesi ve zillet içerisinde istememesi için ondan ne istediğini sormuyor.

Bu kadar titizlik ve incelikle bir kızın izzet ve saygınlığını gözeten bir kimsenin gözünde kim bilir insanın makam ve saygınlığı ne kadar yücedir?

Yahudiler zimmet şartı altında yaşadıkları ve Hazretin güç ve kuvvetin zirvesinde olduğu bir dönemde Yahudî bir adamın birkaç dinar alacağı vardı ondan. Yahudi adam alacağını isteyince Hazret, "Sana verebilecek bir şeyim yoktur" buyurdu.

Yahudi adam, "Alacağımı vermedikçe ben de senden ayrılmam" dedi. Bunun üzerine Hazret, "Ben de seninle birlikte otururum" buyurdu ve Yahudî adam ile birlikte oturdu. Öğle, ikindi, akşam, yatsı ve sabah namazını orada kıldı. Ashap o Yahudi adamı tehdit ettikleri zaman, "Ona neden böyle davranıyorsunuz?" buyurdu. Ashap, "Ey Allah'ın Resulü! Yahudi adam seni esir etmiştir" dediler.

Bunun üzerine Allah Resulü (s.a.a), "Allah beni zulmetmek için göndermedi" buyurdu.

Dedi ki: "Allah'ım! Beni zulmetmek için göndermedin." Sabah olunca Yahudi adam, "Şehadet ederim ki Allah''tan başka ilah yoktur ve şehadet ederim ki Muhammed O''nun kulu ve elçisidir. Malımın bir bölümünü Allah yolunda veriyorum. Allah''a andolsun sana böyle davranmamın tek sebebi senin Tevrat'taki sıfatını görmek içindi."۱۳۹

Akabe b. Alkame diyor ki: Ali''nin (a.s) yanına gittim. Önünde kuru bir ekmek parçası olduğunu görünce, "Ey Emir''ül Müminin! Senin yemeğin bu mudur?" diye sordum.

Bunun üzerine buyurdu ki: "Allah Resulü''nün (s.a.a) ekmeği bundan daha kuru ve elbisesi bundan daha sertti. Ben onun gibi davranmazsam ona ulaşamamaktan korkuyorum."

İmam Ali b. Hüseyin Zeynulabidin''den (a.s), Emir''ül Mümin Hz. Ali''nin (a.s) ibadetiyle kendi ibadetinin karşılaştırılmasını istediklerinde şöyle buyururdu: "Dedemin ibadeti yanında benim ibadetimin, Allah Resulü''nün (s.a.a) ibadeti yanında dedemin ibadeti gibidir."

Ömrünün sonunda da kendi katilini affederek Allah Teala''nın rahmani rahmetinin zuhuru olan ilahî ahlakla ahlaklandığını ortaya koymuştur: "(Ey Muhammed) Biz seni ancak âlemlere rahmet için gönderdik."۱۴۲ Böyle bir kişi şunu söyleyebilir: "Ben ahlaki güzellikleri tamamlamak için gönderildim."۱۴۳

Onun ahlakî güzelliklerini anlatıp bitirmek mümkün müdür ki hiç; halbuki Allah Teala şöyle buyuruyor: "Ve sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin."

Onun peygamberliğine iman etmek için insaf sahibi bir kişinin onun yaşamını, ahlak ve erdemlerini incelemesi yeter: "Ey peygamber, Biz seni hakka bir şahit, hem bir müjdeci, hem bir uyarıcı ve izniyle, Allah''a davetçi ve aydınlatıcı bir lamba olarak gönderdik."

bu, geçmiş peygamberlerin haber verdikleri ilahi kitapların müjdelerinin zuhurudur. Her ne kadar yapılan tahrifler onlardan geriye fazla bir şey bırakmadıysa da geri kalan şeyler üzerinde düşünmek, görüş sahiplerine hakikatleri göstermektedir. Biz burada onlardan iki örnekle yetiniyoruz:

1) Tevrat''ta, sifr-i tesniyenin 33. bölümde şöyle geçmiştir: "Allah adamı Musa''nın vefat etmeden önce İsrailoğullarına verdiği bereket budur; demiştir ki: Rab Sina''dan geldi ve onlara Sair''den doğdu; Faran dağlarında parladı ve mukaddeslerin on binleri içinden geldi. Onlar için sağında ateşli ferman vardı."

"Sina" Hz. Musa b. İmran''a vahyin indiği yerdir. "Sair" Hz. İsa b. Meryem''in peygamberliğe gönderildiği yerdir. Rabbin parladığı "Faran" dağı, Tevrat''ın tanıklığı ile "Mekke" dağıdır.

Çünkü "Tekvin" kitabında, 21. bölümde, Hacer ve İsmail''i anlatan ayetlerde şöyle geçmektedir: "Ve Allah çocukla (İsmail) beraberdi, büyüdü çölde yaşadı, okçu oldu. Faran çölünde yaşarken annesi (Hacer) onu Mısırlı bir kadınla evlendirdi."

"Faran" Mekke''dir; İsmail ile çocukları orada yaşıyorlardı. Hira dağından ateşli bir dinle ve "Ey peygamber, kâfirlerle ve münafıklarla cihâd et"۱۴۶ emriyle gelen peygamber Hz. Muhammed''den (s.a.a) başka kimdir?

Habakkuk (Heykuk) kitabının -üçüncü babının üçüncü ayetinde- "Allah Teyman''dan, Kuddüs Fârân dağından geldi. Onun izzeti gökleri kapladı, methi dahi yerleri kaplamıştır; ışığı nur gibiydi ve elinden nur yayıldı."

Hazretin Mekke dağından zuhuruyla yeryüzünün dört bir yanında, "subhanellah, ve''l-hamdulillah ve la ilahe illellah, vellahu ekber" nidası çınladı ve dünya Müslümanlarının rüku ve secdesinde "subhane rabbiye''l-azim-i ve-bihamdih" ve "subhane rabbiye''l-a''la ve bihamdih" tesbihi yayıldı.

2- Yuhanna''nın İncil''inde 14. bölümde şöyle geçmektedir: "Ben de Baba''dan dileyeceğim ve O, sonsuza dek sizinle birlikte olsun diye size başka bir teselli veren, Gerçeğin Ruhunu verecek."

15. bölümde ise şöyle geçmiştir: "Baba''dan size göndereceğim teselli veren, yani Baba''dan çıkan Gerçeğin Ruhu geldiği zaman, O bana tanıklık edecek."

Orijinal nüshada, İsa''nın tanrıdan göndermesini ve kendisine tanıklık etmesini dilediği ruhun ismi "parklita"dır ve bu da "biriklitüs". Bunun tercümesi de "beğenilmiş", "Ahmed" ve "Muhammed" ile uyumludur; fakat incili yazanlar onu "teselli veren" anlamında "paraklitus" diye dönüştürmüşlerdir.

Bu geçek Bernaba İncilinde şu şekilde açığa çıkmıştır: 112. bölüm: "(13) Dolayısıyla; ey Bernaba! Bil ki, bunun için bana kendimi korumam farzdır ve yakında benim öğrencilerimden biri, beni otuz nakit parçaya satacaktır. (14) Ve dolayısıyla, kesin olarak biliyorum ki, beni satacak olan kimse benim adıma öldürülecektir. (15) Çünkü Allah beni yerden kaldıracak ve herkesin onu ben sanması için o hainin görünümünü değiştirecek. (16) Buna rağmen, çok kötü bir şekilde öldüğü zaman ben uzun bir zaman dünyada kalacağım. (17) Fakat Allah''ın peygamberi Muhammed (Muhammed Resulullah) gelince bu kusur benden kalkacaktır."

Bu incilin bazı bölümlerinde "Allah''ın peygamberi Muhammed" diye müjde verilmiştir. Örneğin 39. bölümde şöyle geçmektedir: "(14) Sonra Adem ayaklarının üzerinde kalkınca gökyüzünde güneş gibi parlayan bir yazı gördü. Orada aynen şöyle yazılmıştı: "La ilahe illellah" ve "Muhammed Resulullah". (15) O sırada Adem ağzını açarak, ey Rabbim! Sana şükrediyorum; çünkü sen lütfettin ve sonra beni yarattın. (16) Ve ancak "Muhammed Resulullah" kelimelerinin anlamının ne olduğunu bana bildirmen için senin huzurunda ağlıyorum. (17) Sonra tanrı cevap verdi: Aferin sana ey kulum Adem! (18) Ve gerçekten söylüyorum sana: Sen yarattığım ilk insansın."

Ve 41. bölümde şöyle geçiyor: "(33) Adem dikkat edince kapının üzerinde şöyle yazılmış olduğunu gördü: La ilahe illellah, Muhammed Resulullah."

96. bölümde ise şöyle geçiyor: "(11) O zaman tanrı dünyaya merhamet edecek ve her şeyi kendisi için yarattığı elçisini gönderecek. (12) O güneyden güçlü bir şekilde gelip putları ve putperestleri yok edecek. (13) Şeytanın insanoğluna sultasını koparacak. (15) Ve onun sözlerine iman eden kimse mübarek olacaktır."

97. bölümde şöyle geçiyor: "(1) Ben onun ayakkabısının bağını çözmeye layık olmadığım halde, tanrının onu görme yönündeki nimet ve rahmetine ulaştım."

Tevrat ve İncil''in müjdelerini ispatlamak için Resul-i Ekrem''in (s.a.a) Yahudileri, Hıristiyanları, Ahbar, Kıssisin (İncil okuyucuları) ve onların sultanlarını İslam''a davet etti ve Yahudilerin, "Uzeyr Allah''ın oğludur"şeklindeki sözlerine ve Hıristiyanların, "Allah üçün üçüncüsüdür"۱۴۸ yönündeki inançlarına karşı çıktı ve apaçık bir şekilde, "Ben Tevrat ve İncil''de müjdelenen kimseyim" dedi: "Onlar ki yanlarındaki Tevrât ve İncil''de yazılı buldukları o Elçi''ye, o ümmi Peygamber''e uyarlar."۱۴۹ "Meryem oğlu Îsâ da: "Ey İsrâil oğulları, ben size Allah''ın elçisiyim, benden önce gelen Tevrât''ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek, Ahmed adında bir elçiyi müjdeleyici olarak gönderildim" demişti."

Eğer iddia ettiği gibi olmasaydı, maddî ve manevî saltanatlarını tehlikede gören ve bir zaaf noktası arayan o sultanlara karşı bu kadar kesin bir şekilde ilan eder miydi?

Hz. Muhammed''in (s.a.a) karşısında her şeye başvuran ve hatta savaş ve mübahaleden aciz kalarak haraç vermeye razı olan Ahbar, Kıssisin, Yahudi ve Hıristiyan alimleri bu iddia karşısında nasıl zavallı oldular ve bu iddiayı inkâr ederek Efendimizin (s.a.a) söylediklerini çürütemediler!

O apaçık ve net iddia ve ulemanın, Yahudi ve Hıristiyan emirlerinin bu suskunluğu Efendimizin zuhur ettiği asırda o müjdelerin gerçekleştiğinin kesin delilleridir.

Gerçi ondan sonra makam, koltuk, mal ve mülk sevgisi nedeniyle tahrif etmekten başka bir çare göremediler; bunun bir örneğine Fahru''l-İslam, "Enisu''l-A''lam" adlı eserinde kendi hayatını anlatırken değinmiştir; özeti şöyledir: Ben Urumiyye kilisesinde dünyaya geldim ve öğrenim yılımın son günlerinde Katolik fırkasının ileri gelenlerinden birinin hizmetine girdim; onun dersine yaklaşık dört yüz-beş yüz kışı katılıyordu. Öğretmenin olmadığı bir gün öğrenciler arasında tartışma çıktı. Öğretmenimizin huzuruna çıktığım zaman "tartışma konusu neydi? diye sordu. Ben, "Farkilit kelimesinin anlamı üzerindeydi" dedim. Onların görüşlerini aldıktan sonra, "Gerçek bunun dışındadır" buyurdu. Sonra hazinesinin bulunduğunu sandığım bir sandığın anahtarın bana vererek bana, "O sandığın içindeki ve Allah Resulü''nün vefatından önce, biri Süryanice ve diğer ise Yunanca yazılmış olan iki kitabı buraya getir" buyurdu.

Daha sonra bu kelimeyi "Ahmet" ve "Muhammed" anlamında yazdıklarını bana gösterdi. Sonra bana dedi ki: "Hıristiyan alimleri Hz. Muhammed''in (s.a.a) zuhurundan önce bu kelimenin anlamı üzerinde ihtilafları yoktu ve Efendimizin zuhurundan sonra tahrif ettiler.

Hıristiyanların dini hakkında onun görüşünü sorduğumuz zaman şöyle dedi: "-Onların dini- neshedilmiştir ve kurtuluş yolu sadece Muhammed''i (s.a.a) izlemektedir."

Ondan, "Neden bunu açıkça söylemiyorsunuz?" diye sordum.

Bunun üzerine, "Açıklayacak olursam beni öldürürler…" diye mazeret getirdi.

Sonra birlikte ağladık ve ben hocamdan aldığım bir azıkla İslam ülkelerine hicret ettim.

Böylece o, Hıristiyanlığın batıl olduğunu ve İslam dininin hak din olduğunu ispatlayan Ahd-i kadim ve Ahd-i cedidteki araştırmalarını içeren Enisu''l-A'lam kitabını yazdı.

�{K: `& �c ) Dolayısıyla; ey Bernaba! Bil ki, bunun için bana kendimi korumam farzdır ve yakında benim öğrencilerimden biri, beni otuz nakit parçaya satacaktır. (14) Ve dolayısıyla, kesin olarak biliyorum ki, beni satacak olan kimse benim adıma öldürülecektir. (15) Çünkü Allah beni yerden kaldıracak ve herkesin onu ben sanması için o hainin görünümünü değiştirecek. (16) Buna rağmen, çok kötü bir şekilde öldüğü zaman ben uzun bir zaman dünyada kalacağım. (17) Fakat Allah''ın peygamberi Muhammed (Muhammed Resulullah) gelince bu kusur benden kalkacaktır."

 

Bu incilin bazı bölümlerinde "Allah''ın peygamberi Muhammed" diye müjde verilmiştir. Örneğin 39. bölümde şöyle geçmektedir: "(14) Sonra Adem ayaklarının üzerinde kalkınca gökyüzünde güneş gibi parlayan bir yazı gördü. Orada aynen şöyle yazılmıştı: "La ilahe illellah" ve "Muhammed Resulullah". (15) O sırada Adem ağzını açarak, ey Rabbim! Sana şükrediyorum; çünkü sen lütfettin ve sonra beni yarattın. (16) Ve ancak "Muhammed Resulullah" kelimelerinin anlamının ne olduğunu bana bildirmen için senin huzurunda ağlıyorum. (17) Sonra tanrı cevap verdi: Aferin sana ey kulum Adem! (18) Ve gerçekten söylüyorum sana: Sen yarattığım ilk insansın."

Ve 41. bölümde şöyle geçiyor: "(33) Adem dikkat edince kapının üzerinde şöyle yazılmış olduğunu gördü: La ilahe illellah, Muhammed Resulullah."

96. bölümde ise şöyle geçiyor: "(11) O zaman tanrı dünyaya merhamet edecek ve her şeyi kendisi için yarattığı elçisini gönderecek. (12) O güneyden güçlü bir şekilde gelip putları ve putperestleri yok edecek. (13) Şeytanın insanoğluna sultasını koparacak. (15) Ve onun sözlerine iman eden kimse mübarek olacaktır."

97. bölümde şöyle geçiyor: "(1) Ben onun ayakkabısının bağını çözmeye layık olmadığım halde, tanrının onu görme yönündeki nimet ve rahmetine ulaştım."

Tevrat ve İncil''in müjdelerini ispatlamak için Resul-i Ekrem''in (s.a.a) Yahudileri, Hıristiyanları, Ahbar, Kıssisin (İncil okuyucuları) ve onların sultanlarını İslam''a davet etti ve Yahudilerin, "Uzeyr Allah''ın oğludur"şeklindeki sözlerine ve Hıristiyanların, "Allah üçün üçüncüsüdür"۱۴۸ yönündeki inançlarına karşı çıktı ve apaçık bir şekilde, "Ben Tevrat ve İncil''de müjdelenen kimseyim" dedi: "Onlar ki yanlarındaki Tevrât ve İncil''de yazılı buldukları o Elçi''ye, o ümmi Peygamber''e uyarlar."۱۴۹ "Meryem oğlu Îsâ da: "Ey İsrâil oğulları, ben size Allah''ın elçisiyim, benden önce gelen Tevrât''ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek, Ahmed adında bir elçiyi müjdeleyici olarak gönderildim" demişti."

Eğer iddia ettiği gibi olmasaydı, maddî ve manevî saltanatlarını tehlikede gören ve bir zaaf noktası arayan o sultanlara karşı bu kadar kesin bir şekilde ilan eder miydi?

Hz. Muhammed''in (s.a.a) karşısında her şeye başvuran ve hatta savaş ve mübahaleden aciz kalarak haraç vermeye razı olan Ahbar, Kıssisin, Yahudi ve Hıristiyan alimleri bu iddia karşısında nasıl zavallı oldular ve bu iddiayı inkâr ederek Efendimizin (s.a.a) söylediklerini çürütemediler!

O apaçık ve net iddia ve ulemanın, Yahudi ve Hıristiyan emirlerinin bu suskunluğu Efendimizin zuhur ettiği asırda o müjdelerin gerçekleştiğinin kesin delilleridir.

Gerçi ondan sonra makam, koltuk, mal ve mülk sevgisi nedeniyle tahrif etmekten başka bir çare göremediler; bunun bir örneğine Fahru''l-İslam, "Enisu''l-A''lam" adlı eserinde kendi hayatını anlatırken değinmiştir; özeti şöyledir: Ben Urumiyye kilisesinde dünyaya geldim ve öğrenim yılımın son günlerinde Katolik fırkasının ileri gelenlerinden birinin hizmetine girdim; onun dersine yaklaşık dört yüz-beş yüz kışı katılıyordu. Öğretmenin olmadığı bir gün öğrenciler arasında tartışma çıktı. Öğretmenimizin huzuruna çıktığım zaman "tartışma konusu neydi?" diye sordu. Ben, "Farkilit kelimesinin anlamı üzerindeydi" dedim. Onların görüşlerini aldıktan sonra, "Gerçek bunun dışındadır" buyurdu. Sonra hazinesinin bulunduğunu sandığım bir sandığın anahtarın bana vererek bana, "O sandığın içindeki ve Allah Resulü''nün vefatından önce, biri Süryanice ve diğer ise Yunanca yazılmış olan iki kitabı buraya getir" buyurdu.

Daha sonra bu kelimeyi "Ahmet" ve "Muhammed" anlamında yazdıklarını bana gösterdi. Sonra bana dedi ki: "Hıristiyan alimleri Hz. Muhammed''in (s.a.a) zuhurundan önce bu kelimenin anlamı üzerinde ihtilafları yoktu ve Efendimizin zuhurundan sonra tahrif ettiler.

Hıristiyanların dini hakkında onun görüşünü sorduğumuz zaman şöyle dedi: "-Onların dini- neshedilmiştir ve kurtuluş yolu sadece Muhammed''i (s.a.a) izlemektedir."

Ondan, "Neden bunu açıkça söylemiyorsunuz?" diye sordum.

Bunun üzerine, "Açıklayacak olursam beni öldürürler…" diye mazeret getirdi.

Sonra birlikte ağladık ve ben hocamdan aldığım bir azıkla İslam ülkelerine hicret ettim.

Böylece o, Hıristiyanlığın batıl olduğunu ve İslam dininin hak din olduğunu ispatlayan Ahd-i kadim ve Ahd-i cedidteki araştırmalarını içeren Enisu''l-A''lam kitabını yazdı.

Paylaşım :
Mail Yazdır Yorum Yaz 0 Yorum
26-06-2012 10:35 - 964 Okunma
Peygamberlik yazarın diğer yazıları [ Tümü ]
Özel Peygamberlik 26-06-2012 tarihinde eklendi
Peygamberlerin Özellikleri 26-06-2012 tarihinde eklendi
Caferider Web TV
Video Galeri
Foto Galeri
Yazarlar Tümü
Şirali Bayat
ŞİA-CAFERİ AZERİ MİLLETİNİN YÜCELİŞ SERÜVENİ
Av. Sinan Kılıç
Selahattin Özgündüz’e neden saldırıyorlar?
İbrahim ŞEREN
ALLAH PEYGAMBERİNİ MUHATAP ALARAK YÜCE KURAN’DA ŞÖYLE BUYURUYOR
Mehdi AKSU
İRAN’DA SÜNNİLER!
Hamit Turan
ŞÎR-İ FIZZA
Çayan Uludağ
Mekteb-i Kerbela
Abdullah Turan
İmam Mehdi'nin Dünyaya Geldiğini İtiraf Eden Ehl-i Sünnet Âlimleri
Kasım Alcan
Hiç olmazsa dünyanızda özgür kişiler olun
Namık Kemal Zeybek
Osmanlı'da Alevi Katliamı
Orhan Kiverlioğlu
Biz büyük devlet iken
Seyyid Ahmedi Safi
Tüm Müslümanları ilgilendiren önemli sorun
Hüseyin Çaça
Kerbela Hadisesi-1-
Musa Ayaztekin
Muta Nikahı Nedir, Ne Değildir?
03-05-2024 | Ana Sayfa | Ana Sayfam Yap | Sitenize Ekleyin | Künye | Foto Galeri | Video Galeri | Yazarlar | İletişim | RSS
CaferiDer ® 2012  
Sitede bulunun içerikler ve analizler kaynak gösterilerek alıntılanabilir Tasarım & Yazılım : Network Yazılım